İnsanın varlığının manasına erişebilmesi, kendi varoluşunu ve diğer var
olanların Varlığını keşfetmesiyle mümkündür. Dünyanın içinde olması bakımından
insan tek başına bir Varlık elde edemez. Diğer var olanlarla da irtibatlı
olması ve onların manasını keşfetmesi gerekir. İnsan, kendi varlığının ve diğer
var olanların farkında olan tek canlıdır. İşbu noktada varlığın farkına varmak
“mana” ile mümkündür. Mananın keşfine giden yol da dil üzerinedir.
Dil,
yol üzerinde karşılaşılan bir şey değil; yolu açan şeydir. Bu noktada dil,
varlığın manasını gizleyen bir gösterge konumundadır. Ancak gösterge olarak
dil, imgeyi ve nesneyi temsil eden bir aracı düzeyinde değildir. Nesnenin
manasını içinde barındıran bir konumdadır. Dil, varlığını manada bulur ve bu
manaların açığa çıkarılmasıyla önemli bir hale gelir. Burada manayı açığa
çıkartma söz ile mümkün olur. Bu noktayı şimdi değil Saussure’nin dil- söz
ayrımını açıkladıktan sonra yapacağım. Ferdinand de Saussure, dilbilimsel
yapısalcılığın temellerini dil-söz ayrımı ile yapar. Saussure göre dili sözden
ayırmak demek; toplumsal olguyu bireysel olgudan ayırmak ve temel olguyu
ikincil, az çok da rastlantısal nitelikli olgudan ayırmak demektir[1].
Anlaşılacağı
üzere bireysel olan, ikincil olan ve rastlantısal olan sözdür. Saussure’nin dil
ile söz ayrımına gitmesinin nedeni: rastlantısal ve bireysel olarak tanımladığı
sözü bir dizge* haline getirmenin imkan dışılığından dolayı yapar. Aynı zamanda
dili yapısal bir hale getirmesi, onun artsüremli ve eşsüremli dilbilim
ayrımının da bir sonucudur. Kelimelerin tarihsel gelişimini dışlayarak
kelimenin tarihin belli bir dönemindeki manayı kabul eder[2]. Sözün dilden
dışlanması ve eşsüremli dilbilim anlayışıyla Saussure, dili yapısal bir konuma
yerleştirir. Böylece dil, belli yapılar etrafında incelenir ve bu yapılar
içerisinde sözcükler manasını bulur. Yapısalcı anlayışa göre, insanlar kendi
yükledikleri mana dünyası içerisine yaşar ve mananın insanın yüklemesinden
ibaret olduğunu kabul eder[3].Yapısalcılığın amacını, Fransız bir yapısalcı
olan Barthes şöyle açıklar: yapısalcılık, bir nesneyi, onun işleyişini, onun
hangi kurallara göre işlediğini ortaya çıkaracak bir şekilde yeniden inşa
etmektir. Bu faaliyetteki yapı terimi nesnenin bir temsilidir.Ancak bu temsil
amaca matuftur[4].Yapısalcı anlayışın dil teorisine göre karşımıza iki sorunsal
çıkmaktadır: mana inşa edilen bir şeydir ve söz dil dışı bir şeydir. Dil, insan
konuşmasıyla varlığına kavuşur. Söylem, dili açığa çıkartan, görünür hale
getiren ve düzen veren bir yetidir. Söylemde konuşma ile mümkündür. Ancak
söylem ile konuşma aynı şey değildir. Bir insan çok konuşabilir ancak hiçbir
şey söylemeyebilir. Dolayısıyla manalarla varlığa gelen dil, söylem ile görünür
hale gelir. Dilin gelişimini ve değişimini sağlayan söylemdir. Saussure bunu
kabul eder. Ancak yine de sözü dilin dışında tutar. Düşüncelerin sonsuzluğunu
yinelemeli bir şekilde sağlayan dili sürekli canlı tutan söylemdir. Hatta dil,
yaşamını sözde bulur. Manalarla varlığa gelen dil bu manaların açığa
çıkarılması işlemini söylem sayesinde gerçekleştir. Saussure söylemin -haliyle
konuşmanın- irade ile kazanıldığını söyler. Ancak konuşma insan iradesiyle
ortaya çıkan bir şey değil, insanın doğası gereğidir. Öyle ki nasıl dil irade
ile kurulmuş bir yapı değilse-dil yetisi(dil edimi) insanın doğuştan gelen bir
özelliğiyse- konuşma da irade dışı bir edimdir. Mana, bir şeyin hakikatine
işaret eder. Var olanların Varlığının keşfi mananın keşfi ile mümkündür. Ancak
yapısalcılık, nesnelerin fonksiyonlarını belirlediği amaca göre yeniden inşa
etme işlemidir.
Böylece
insanlar nesnenin hakikatine ulaşmayı ona yükledikleri manayı yeniden ortaya
çıkartmak olarak var sayarlar. Yapısal düşünce, kurgulanmış olanı, verilmiş
olanı alır, parçalar ve tekrar birleştirir. Var olanların ne olduğunu bulma
süreci bir şekilde yapıları çözümleme sürecine döner. Kurgulanmış olan
yapıların keşfinin imkansız olduğu düşünüldüğünde insan yeni bir yapı kurar ve
sonunda karışık bir durum vuku bulur. Örnek olarak, bir metni okuyan insan,
metnin yapısını çözümlenebilmesi için öznenin nesne ile kurduğu irtibatı
birebir bilmesi gerekir. Bu da üreticinin kendisi olması demektir ki imkan
dışındadır. Yapının çözümlenmesi sürecinde insan dahili olamadığı bir şeyi
farklı bir formda kendisi üretir. Yapının çözümlenmesinin bir başka yönü de
yapının parçalanmasıdır. Konunun dışında olduğu için değinmeyeceğim bu durum
nihayetinde yapının parçalanması yapılırken mananın da yok edilmesi gibi vahim bir
durum ortaya çıkar. Yapısalcılığın ortaya çıkardığı başka bir sorunsal olarak
dilin işlevsel boyuta itilmesi de konu içine alınmalıdır. Yapılar etrafına
hapsedilen dil sonunda düşüncenin dolayısıyla varlığın Varlığına kavuşmasının
aracısı olmaktan çıkarılır ve dili iletme, taşıyıcı konumuna iter. Toplumsal
bir uzlaşı, anlaşma aracı olarak görülen dil, manaya açılan bir kapı olması
bakımından temel özelliğini kaybeder. Dilin işlevsel olarak ele alınması
uyarlanabilir çözümler ile kısıtlanması demektir. Test edilen olgular üzerinden
açıklanan dil mekanik felsefenin sığ alanına atılır. Bu sebeple dilin biyolojik
yönü belki ama zihinsel, düşünceye ilişkin yönü açıklanamaz. Böylece insan
varlığının farkındalığına kavuşması engellenir. İnsanın kendisini bulması ona
verilenler etrafında şekillenir. Verilmiş olanla yetinen insan sonunda
öz/gürlüğü elinden alınmış olur.
Bugün
görsellerle hapsedilen insana enformasyonun bombalanması işlevsel
dil aracılığıyla yapılır. Bilginin ortadan kaldırılmasıyla birlikte
insan enformasyona mahkum edilerek, görsel alan içerisinde kontrol edilir.
İnsanın hapislikten kurtulamamasının nedeni onun varlığına kavuşmasının
biricik yolu olan dilin varlığının ortadan kaldırılması dolayısıyladır.
Sadece dil ortadan kaldırılmaz. Yukarıda değindiğim gibi manada ortadan
kaldırılır. Bundan dolayı dilin düşünceye olan kaynaklığı yok
edilir. Yapısalcılığın zaferi en sonunda bilimselliğin zaferidir[5].
Bilim, olgusal olanın gözlemlenmesi ve deneye tabi tutulmasıdır. Bilim
olgunun niteliğine ilişkin bir yargıdan uzak durur. Yani niçin sorusunu
sormaz; neden ve nasıl sorusu ile yolunu tayin eder. Bu noktada
Aristotales’in dört sebebi söylenmeye değer: a) maddi neden b) hareket
ettirici neden c) ereksel neden ve d) formel neden[6]. Bilim bu noktada
maddi neden ve formel neden ile ilgilenir; hareket ettirici nedeni ve
ereksel nedeni konusu dışında tutar. Böylece nesnenin manasını keşif
imkansız hale gelir. İnsanın niçin yaratıldığını ve kim tarafından
yaratıldığını bilmediği için kendi varoluşunun farkına
varamaz. Varoluşunun Varlığına erişebilmesi için insan, bilimsel dil veya
mekanik dil anlayışının dışına çıkması gerekir. İnsan, dili bildirişimden
öte kendisinin hakikatinin gizli olduğu bir gösterge olarak nazarına
almalıdır.
“varlığın
manasına yönelik soru, nihai olarak dilin özüne yönelik soru ile
örtüşür”[7]
*
Saussure yapı kelimesi yerine dizge-sistem- kelimesini kullanır. Ancak
daha sonra dizge yapı haline gelir. Yapı ve dizge arasındaki fark bu
yazının mevzu olmadığından bu konuya girmiyorum.
1-Saussure,
de Ferdinand (1985), Genel Dilbilim Dersleri, Ankara: Birey
Toplum Yayınları
2-Saussure, de Ferdinand (1985), Genel Dilbilim Dersleri, Ankara: Birey Toplum Yayınları
3-Görgün, Tahsin (2003), Anlam ve Yorum, İstanbul: Gelenek Yayınları (ayrıca bkz. Jean Piaget, Yapısalcılık)
4-Barthes,Roland (2012), Göstergebilimsel Serüven, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
5-Ricoeur, Paul (2009), Yorumların Çatışması, İstanbul: Paradigma Yayınları
6-Aristoteles(2010), Metafizik, İstanbul: Sosyal Yayınları
7-Heidegger, Martin (2011), Varlık ve Zaman, İstanbul: Agora Kitaplığı [akt. Altuğ, Taylan (2008), Dile Gelen Felsefe, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları]
2-Saussure, de Ferdinand (1985), Genel Dilbilim Dersleri, Ankara: Birey Toplum Yayınları
3-Görgün, Tahsin (2003), Anlam ve Yorum, İstanbul: Gelenek Yayınları (ayrıca bkz. Jean Piaget, Yapısalcılık)
4-Barthes,Roland (2012), Göstergebilimsel Serüven, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
5-Ricoeur, Paul (2009), Yorumların Çatışması, İstanbul: Paradigma Yayınları
6-Aristoteles(2010), Metafizik, İstanbul: Sosyal Yayınları
7-Heidegger, Martin (2011), Varlık ve Zaman, İstanbul: Agora Kitaplığı [akt. Altuğ, Taylan (2008), Dile Gelen Felsefe, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder