10 Haziran 2020 Çarşamba

Yapısalcılık Ve Dil

YAPISALCILIK VE DİL
İnsanın varlığının manasına erişebilmesi, kendi varoluşunu ve diğer var olanların Varlığını keşfetmesiyle mümkündür. Dünyanın içinde olması bakımından insan tek başına bir Varlık elde edemez. Diğer var olanlarla da irtibatlı olması ve onların manasını keşfetmesi gerekir. İnsan, kendi varlığının ve diğer var olanların farkında olan tek canlıdır. İşbu noktada varlığın farkına varmak “mana” ile mümkündür. Mananın keşfine giden yol da dil üzerinedir.

Dil, yol üzerinde karşılaşılan bir şey değil; yolu açan şeydir. Bu noktada dil, varlığın manasını gizleyen bir gösterge konumundadır. Ancak gösterge olarak dil, imgeyi ve nesneyi temsil eden bir aracı düzeyinde değildir. Nesnenin manasını içinde barındıran bir konumdadır. Dil, varlığını manada bulur ve bu manaların açığa çıkarılmasıyla önemli bir hale gelir. Burada manayı açığa çıkartma söz ile mümkün olur. Bu noktayı şimdi değil Saussure’nin dil- söz ayrımını açıkladıktan sonra yapacağım. Ferdinand de Saussure, dilbilimsel yapısalcılığın temellerini dil-söz ayrımı ile yapar. Saussure göre dili sözden ayırmak demek; toplumsal olguyu bireysel olgudan ayırmak ve temel olguyu ikincil, az çok da rastlantısal nitelikli olgudan ayırmak demektir[1].

Anlaşılacağı üzere bireysel olan, ikincil olan ve rastlantısal olan sözdür. Saussure’nin dil ile söz ayrımına gitmesinin nedeni: rastlantısal ve bireysel olarak tanımladığı sözü bir dizge* haline getirmenin imkan dışılığından dolayı yapar. Aynı zamanda dili yapısal bir hale getirmesi, onun artsüremli ve eşsüremli dilbilim ayrımının da bir sonucudur. Kelimelerin tarihsel gelişimini dışlayarak kelimenin tarihin belli bir dönemindeki manayı kabul eder[2]. Sözün dilden dışlanması ve eşsüremli dilbilim anlayışıyla Saussure, dili yapısal bir konuma yerleştirir. Böylece dil, belli yapılar etrafında incelenir ve bu yapılar içerisinde sözcükler manasını bulur. Yapısalcı anlayışa göre, insanlar kendi yükledikleri mana dünyası içerisine yaşar ve mananın insanın yüklemesinden ibaret olduğunu kabul eder[3].Yapısalcılığın amacını, Fransız bir yapısalcı olan Barthes şöyle açıklar: yapısalcılık, bir nesneyi, onun işleyişini, onun hangi kurallara göre işlediğini ortaya çıkaracak bir şekilde yeniden inşa etmektir. Bu faaliyetteki yapı terimi nesnenin bir temsilidir.Ancak bu temsil amaca matuftur[4].Yapısalcı anlayışın dil teorisine göre karşımıza iki sorunsal çıkmaktadır: mana inşa edilen bir şeydir ve söz dil dışı bir şeydir. Dil, insan konuşmasıyla varlığına kavuşur. Söylem, dili açığa çıkartan, görünür hale getiren ve düzen veren bir yetidir. Söylemde konuşma ile mümkündür. Ancak söylem ile konuşma aynı şey değildir. Bir insan çok konuşabilir ancak hiçbir şey söylemeyebilir. Dolayısıyla manalarla varlığa gelen dil, söylem ile görünür hale gelir. Dilin gelişimini ve değişimini sağlayan söylemdir. Saussure bunu kabul eder. Ancak yine de sözü dilin dışında tutar. Düşüncelerin sonsuzluğunu yinelemeli bir şekilde sağlayan dili sürekli canlı tutan söylemdir. Hatta dil, yaşamını sözde bulur. Manalarla varlığa gelen dil bu manaların açığa çıkarılması işlemini söylem sayesinde gerçekleştir. Saussure söylemin -haliyle konuşmanın- irade ile kazanıldığını söyler. Ancak konuşma insan iradesiyle ortaya çıkan bir şey değil, insanın doğası gereğidir. Öyle ki nasıl dil irade ile kurulmuş bir yapı değilse-dil yetisi(dil edimi) insanın doğuştan gelen bir özelliğiyse- konuşma da irade dışı bir edimdir. Mana, bir şeyin hakikatine işaret eder. Var olanların Varlığının keşfi mananın keşfi ile mümkündür. Ancak yapısalcılık, nesnelerin fonksiyonlarını belirlediği amaca göre yeniden inşa etme işlemidir.
Böylece insanlar nesnenin hakikatine ulaşmayı ona yükledikleri manayı yeniden ortaya çıkartmak olarak var sayarlar. Yapısal düşünce, kurgulanmış olanı, verilmiş olanı alır, parçalar ve tekrar birleştirir. Var olanların ne olduğunu bulma süreci bir şekilde yapıları çözümleme sürecine döner. Kurgulanmış olan yapıların keşfinin imkansız olduğu düşünüldüğünde insan yeni bir yapı kurar ve sonunda karışık bir durum vuku bulur. Örnek olarak, bir metni okuyan insan, metnin yapısını çözümlenebilmesi için öznenin nesne ile kurduğu irtibatı birebir bilmesi gerekir. Bu da üreticinin kendisi olması demektir ki imkan dışındadır. Yapının çözümlenmesi sürecinde insan dahili olamadığı bir şeyi farklı bir formda kendisi üretir. Yapının çözümlenmesinin bir başka yönü de yapının parçalanmasıdır. Konunun dışında olduğu için değinmeyeceğim bu durum nihayetinde yapının parçalanması yapılırken mananın da yok edilmesi gibi vahim bir durum ortaya çıkar. Yapısalcılığın ortaya çıkardığı başka bir sorunsal olarak dilin işlevsel boyuta itilmesi de konu içine alınmalıdır. Yapılar etrafına hapsedilen dil sonunda düşüncenin dolayısıyla varlığın Varlığına kavuşmasının aracısı olmaktan çıkarılır ve dili iletme, taşıyıcı konumuna iter. Toplumsal bir uzlaşı, anlaşma aracı olarak görülen dil, manaya açılan bir kapı olması bakımından temel özelliğini kaybeder. Dilin işlevsel olarak ele alınması uyarlanabilir çözümler ile kısıtlanması demektir. Test edilen olgular üzerinden açıklanan dil mekanik felsefenin sığ alanına atılır. Bu sebeple dilin biyolojik yönü belki ama zihinsel, düşünceye ilişkin yönü açıklanamaz. Böylece insan varlığının farkındalığına kavuşması engellenir. İnsanın kendisini bulması ona verilenler etrafında şekillenir. Verilmiş olanla yetinen insan sonunda öz/gürlüğü elinden alınmış olur.

Bugün görsellerle hapsedilen insana enformasyonun bombalanması işlevsel dil aracılığıyla yapılır. Bilginin ortadan kaldırılmasıyla birlikte insan enformasyona mahkum edilerek, görsel alan içerisinde kontrol edilir. İnsanın hapislikten kurtulamamasının nedeni onun varlığına kavuşmasının biricik yolu olan dilin varlığının ortadan kaldırılması dolayısıyladır. Sadece dil ortadan kaldırılmaz. Yukarıda değindiğim gibi manada ortadan kaldırılır. Bundan dolayı dilin düşünceye olan kaynaklığı yok edilir. Yapısalcılığın zaferi en sonunda bilimselliğin zaferidir[5]. Bilim, olgusal olanın gözlemlenmesi ve deneye tabi tutulmasıdır. Bilim olgunun niteliğine ilişkin bir yargıdan uzak durur. Yani niçin sorusunu sormaz; neden ve nasıl sorusu ile yolunu tayin eder. Bu noktada Aristotales’in dört sebebi söylenmeye değer: a) maddi neden b) hareket ettirici neden c) ereksel neden ve d) formel neden[6]. Bilim bu noktada maddi neden ve formel neden ile ilgilenir; hareket ettirici nedeni ve ereksel nedeni konusu dışında tutar. Böylece nesnenin manasını keşif imkansız hale gelir. İnsanın niçin yaratıldığını ve kim tarafından yaratıldığını bilmediği için kendi varoluşunun farkına varamaz. Varoluşunun Varlığına erişebilmesi için insan, bilimsel dil veya mekanik dil anlayışının dışına çıkması gerekir. İnsan, dili bildirişimden öte kendisinin hakikatinin gizli olduğu bir gösterge olarak nazarına almalıdır.
“varlığın manasına yönelik soru, nihai  olarak dilin özüne yönelik soru ile örtüşür”[7]
* Saussure yapı kelimesi yerine dizge-sistem- kelimesini kullanır. Ancak daha sonra dizge yapı haline gelir. Yapı ve dizge arasındaki fark bu yazının mevzu olmadığından bu konuya girmiyorum.

1-Saussure, de Ferdinand (1985), Genel Dilbilim Dersleri, Ankara: Birey Toplum Yayınları
2-Saussure, de Ferdinand (1985), Genel Dilbilim Dersleri, Ankara: Birey Toplum Yayınları
3-Görgün, Tahsin (2003), Anlam ve Yorum, İstanbul: Gelenek Yayınları (ayrıca bkz. Jean Piaget, Yapısalcılık)
4-Barthes,Roland (2012), Göstergebilimsel Serüven, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
5-Ricoeur, Paul (2009), Yorumların Çatışması, İstanbul: Paradigma Yayınları
6-Aristoteles(2010), Metafizik, İstanbul: Sosyal Yayınları
7-Heidegger, Martin (2011), Varlık ve Zaman, İstanbul: Agora Kitaplığı [akt. Altuğ, Taylan (2008), Dile Gelen Felsefe, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları]


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder