İ.Ö. VIII'nci
yüzyılda başlayıp İ.S. V'inci yüzyılda sona eren devrede eski Yunan
ve Roma kültürlerini içine alan felsefeye Antik Çağ felsefesi denir. Bu devreye, ayrıca, klasik ilkçağ
adı da verilmiştir. Antik Çağ felsefesinin ilkçağ felsefesinden ayrılığı;
Uzakdoğu, Hint, Mısır, Sümer, Akad, Babil, Asur, Hitit, Fenike, İsrail,
Pers, Kartaca gibi birçok kültürleri dışında bırakmış olmasıdır. İlkçağ
felsefesi deyimi, Yunan ve Roma kültürüyle birlikte, bütün bu
kültürleri de kapsar.
Yunan felsefesi deyiminden, felsefenin kaynağı olan antikçağ felsefesi anlaşılır. Antik Çağ Yunan
felsefesi, klasik sıralamaya göre, İ.Ö. 600 yıllarında ilk düşünür sayılan
Thales'le başlar ve İ.S. 529 yılında politeist Yeni Platonculuğun
son sığınağı olan Atina okulunun Roma İmparatoru Justinianus'un
buyruğuyla kapatılmasıyla son bulur. Atina okulunun son yöneticileri
sırasıyla şunlardır: Proklos, Neapolis'li Marinos, İskenderiyeli İsidoros,
Zenodotos ve Şanılı Damaskios... Okul, Damaskios'un zamanında
kapatılmıştır. Ünlü Sicilyalı Simplikos da Damaskios'un öğrencisi ve
sürgün arkadaşıydı. Aristoteles'e göre ilk filozof, İ.Ö. X'uncu yüzyılda
yaşadığı sanılan Homeros'tur. Homeros'tan sonra, Aristotetes'in
deyimince, ilk teologlar gelmektedir, bunların başında da İ.Ö. 700
yıllarında yaşayan Askralı Hesiodos vardır. Hesiodos'un Teogonia adlı
yapıtı tanrıların ve dolayısıyla dünyanın nasıl meydana geldiğini
anlatmaktadır. Dünya edebiyatının, Mısırlı Amenotep'ten sonra, ilk büyük
ozanı Homeros'tur. Homeros'un İ.Ö. X'uncu yüzyılda yaşadığı söylenir.
Homeros belki gerçekten yaşamıştır ve eşsiz destanlarının ilk temel
taşlarını koymuştur. Ne var ki Homeros adı, kendi kişiliğinden çok, bir
ozanlar grubunu nitelemektedir. Prof. Walter Kranz Antik Felsefe adlı
yapıtında İlias ve Odysseia'nın, aynı ozanın değil, aynı ozan okulunun
malı olduğunu söyler. İlias'ın İ.Ö. 750 ve Odysseia'nın İ.Ö. 700
yıllarında bittiği bilinmektedir. Aristoteles, haklı olarak, Homeros'u ilk
filozof sayar.
Antik Çağ Yunan felsefesinin ilk temaları
Homeros'un mısralarında içerilmiştir. Örneğin Homeros, Tanrıların babası
ve anası Okeanos'tur der ki bu, Thales felsefesinin özüdür. Homeros,
insanı tutar ve tanrılar karşısında yüceltir. Ona göre insan iradesi,
tanrı iradesinden de üstündür: Akhilleus yeniden savaşa katılacaktır; ne
zaman ki göğsündeki yürek buyuracak ve tanrı kışkırtacak der.
Görüldüğü gibi, burada asıl irade, insanındır, tanrıya sadece
kışkırtıcılık düşmektedir. Homeros'ta açıkça bir tek tanrı eğilimi vardır,
sık sık: Zeus, insanların ve tanrıların babası sözünü tekrarlar. İlk
nedenin (arkhe) su ve toprak olduğunu sezdirir, kahramanlarını Sizler su
ve toprak olun! diye azarlatır. İlkçağda insanları otuz beş bin tanrı
yönetiyordu. Bütün bu tanrılar Yunan mitolojisinde özümlenir. Bu
özümlenmiş mitolojiye Homeros Hesiodos dini deniyor. Hesiodos mitolojisinde
ilk özdeksel gerçeklik olarak Gaia(evrenin yaratıcısı dişi ilke) ileri
sürülmektedir. Gaia'nın Homeros mitolojisinde adı geçmez. Ge adıyla
da anılır. Dünya ya da toprak ana olarak da nitelenir. Romalılar
Tellus'u onunla bir tutarlar. Ne var ki Tellus yer tanrıçadır, Gaia'ysa
bir tanrı değildir, kozmik bir güçtür. Kendiliğinden doğurma (Yu.
Parthenogenesis)'yla erkek ilkeler gök Uranus'la deniz Pontos'u doğurmuş.
Sonra kendi doğurduğu bu erkek ilkelerle birleşip yersel ve göksel bütün
varlıklarla tanrıları meydana getirmiş. İlkin birleştiği Uranus
doğan çocuklarından tiksinmiş ve hepsini onun karnına tıkmış. Bu tasarım,
toprağın bütün canlandırdıklarını yeniden içine almasını simgeliyor. O da
oğlu zaman Kronos'a babasının erkeklik örgenini kestiriyor ve bundan sonra
Pontos'la birleşiyor.
Evrenin ilk egemeni Uranus böylece oğlunun eliyle
tahttan indirilince yerine kendisini tahttan indiren oğlu (Gaia'nın da
torunu) Kronos geçmiş. Ama o da çocuklarını yutmaya başlamış. Bunun
üzerine Gaia, onun oğlu Zeus'ü kurtarıp bu kez de onun eliyle Kronos'u
tahtından indirmiş (yani, gene oğul babayı tahtından indiriyor). Zeus
böylelikle tanrılar tanrısı olmuş. Gerçek bilimin henüz var
bulunmadığı dünyamızda bu gibi düşsel tasarımlara bilim deniyordu. Bu anlamda
tanrıların yaratılışını inceleyen bilim dalına Teogoni, evrenin
yaratılışını inceleyen bilim dalına Kozmogoni, insanların
yaratılışını inceleyen bilim dalına Antropogoni denir. Bu bilimlerde
tanrıların, evrenin ve insanların doğum (nasıl oluştukları)ları söz
konusudur. Bilimlerin gerekli açıklamaları gerçekleştiremedikleri çağlarda
kozmogoni ve antropogoni de, teogoni gibi, mitolojik alanın sınırları
içindeydi. Evrenin ve insanların oluşumu da, tanrıların oluşumu gibi,
hayal gücüyle açıklanıyordu. Hiçbir bilimsel veriye dayanmayan insanın
hayal gücü, büyük dinlerin, tanrılık savlarından daha bilimsel
varsayımlarla yaratılış olayında daima doğaya
öncelik tanımıştır. Örneğin Sümerlerin yaratılış efsanelerinde,
gökyüzünün henüz bomboş olduğu bir ön zaman'da, biri dişi ve biri erkek
iki tanrı olarak tasarımlanmakla beraber, tatlı ve tuzlu suların varlığı
ileri sürülmektedir. Bomboş da olsa bir gökyüzü vardır. İskandinav
tasarımlarında tanrılar sıcak buharlarla buzlu sislerin, eşdeyişle iki
doğal öğenin karışımından meydana gelirler. Hint tasarımları ilkin
doğanın varlığını kabul etmişler ve onu Brahman adı altında soyut bir
kavramla dile getirmişlerdir. Brahman, giderek Brahma, Vişnu, Siva adları
altında üç görünümlü tek bir tanrı olarak belirir. Mısır tasarımlarında
başlangıç, su ve bataklık, eşdeyişle doğadır. Zamanla sular alçalarak bir
bataklık ada meydana , bu adada bulunan bir yumurtadan da kaz biçiminde
tanrı Ra oluşur. Japon tasarımları da ilkin biçimsiz bir yumurtanın
varlığını kabul eder, tanrılar gökyüzü ve yeryüzüyle birlikte bu
yumurtanın tohumundan oluşur. Kimi Japon yaratılış efsaneleri gökyüzüyle
birlikte insanın da varlığını ileri sürerler. Bu tasarımlara göre, insan
göğe bir ok atmış ve yeryüzünün bütün varlıkları bu okun deldiği delikten
dökülmüştür. Demek ki yeryüzünde bulunan her şey gökyüzünde de vardır.Bu
Japon tasarımı aynı zamanda, yer ve yerüstü'yle birlikte, gene her şeyin
var bulunduğu bir yeraltı ileri sürmektedir. Ne var ki yer üstündeki yaşam
yeryüzünden daha tatlı, yer altındaki yaşamsa yeryüzündekinden daha acıdır
(Cennet ve cehennem tasarımları da böylelikle oluşmuştur).
Çin yaratılış efsanelerine göre ilkin hava, eşdeyişle doğa vardır. Zamanla Pen-Guya da Pan-Ku adını
taşıyan iki tanrısal varlık bu havadan oluşur. Bu tanrısal varlık havayı
yeryüzü ve gökyüzü olmak üzere ikiye böler ve ölür. Soluğundan rüzgârlar,
sesinden gökgürültüleri, saçlarından yıldızlar, gözlerinden güneş ve ay,
terinden yağmurlar, gövdesinden dağlar, kanından ırmaklar ve
denizler meydana gelir. Borneo'da yaşayan Nigaju-Dayak'lar başlangıçta iki
dağın varlığını ileri sürerler, gökler ve yerler bu dağların birbirlerine
çarpmasından meydana gelir. Bütün bu tasarımların altında evrenin,
tanrısal bir iradeyle değil, zorunlu bir kendiliğindenlik sürecinde
oluştuğu düşüncesi yatmaktadır. Ne var ki bunu gereği gibi belirtebilmek
için doğa (Fr. Natura), evren (Fr. Cosme) ve dünya (Fr.Monde) kavramlarını
titizlikle birbirinden ayırmak gerekir (Bu kavramlar, özellikle evren ve
dünya kavramları, birçok dillerde birbirleriyle karıştırılmakta ve yanlış
olarak aynı anlamda kullanılmaktadır). Yukarda sergilenen tasarımlarda görüldüğü
gibi, ilkin su, hava, dağ, buzlu sis, sıcak buhar,
yumurta vb. biçiminde bir doğa vardır. Evren ve tanrılar bu doğadan
oluşurlar. Dünya, genellikle, tanrılar tarafından meydana getirilir ya da
tanrısal bir varlığın parçalanışından meydana gelir.Dünyalı varlık insanda
genellikle tanrılarca yaratılır. İnsanın,
bir yaratıcıya, gerek duyulmaksızın, kendiliğinden oluştuğunu ileri süren yaratılış
efsaneleri de vardır. Her şeyden önce bir tanrı'nın varolduğunu ileri süren
Yahudi dini bile tanrı yaratımı olarak doğanın değil, evrenin
sözünü etmektedir:
Başlangıçta tanrı, gökleri ve yerleri yarattı. Ve
yer ıssız ve boştu. Ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı. Ve tanrının
ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu (Tevrat, Tekvin, Bap I).
Karanlık ve su, biri göğe ve öbürü yere bağlı olarak doğanın bu iki
parçası, tanrılık irade dışında, yer ve gökle birlikte kendiliğinden
meydana çıkmaktadırlar: Ve tanrı dedi: Işık olsun. Ve ışık oldu. Ve tanrı
ışığın iyi olduğunu gördü, ışığı karanlıktan ayırdı(İbid, 3-4), Ve tanrı
dedi: Sular bir yere biriksin ve kuru toprak görünsün. Ve böyle oldu.
Ve tanrı bunun iyi olduğunu gördü (İbid, 9-103). Görüldüğü gibi, tanrı,
ışık ve toprak'ı, kendiliğinden meydana çıkan ve hatta
tanrıyı biraz da şaşırtmış görünen karanlık ve su'ya karşı birer güç
olarak yaratmaktadır ve yarattıktan sonradır ki böylesinin daha iyi
olduğunu kavrayabilmektedir. İnsansal tasarım, en üstün aşaması olan tek tanrı
varsayımında bile, doğanın kendiliğinden varlığına dokunmaya cesaret
edememiştir.
ZEUS. Tanrıların
ve insanların babası olarak nitelendirilen Zeus (sözcük olarak Hint,
Avrupa dillerinin göğün parlaklığı anlamındaki div kökünden geliyor),
evren egemenliğini babası Kronos'un elinden alınca Hint Avrupalıların
yağmur ve hava tanrısı olduğunu unutarak hükümdarların ulu'su olmayı
kabullenip Yunanlıların hizmetine girmiştir. Atmosferden başlayıp aileye,
ahlaka, tarıma, devlete varıncaya kadar sayısız görevler yüklenmiş
bulunmaktadır. Bu arada kadın peşinde koşmaktan, kız kaçırmaktan, yalan
söylemekten, çeşitli düzenler kurmaktan, öc almaktan da geri
kalmamaktadır. Sekizi ölümsüz tanrıça ve on beşi ölümlü olmak üzere yirmi
üç kadınla evlenmiş, sayısız çocuk ve torun
sahibi olmuştur. Oğullarından Apollon ve Dionysos her ne kadar
dördüncü bir tanrılar kuşağı olarak evren egemenliğini ondan
alamamışlarsada,onu bir hayli korkutup tedirgin etmişlerdir.
Egemenliği süresince bu iki oğlunu yakından denetlemek zorunda kalmıştır.
Antikçağ Yunanlıları, her ne kadar onun oğlu saymışlarsa da, bu iki eski
ve güçlü tanrıyı onun yerine geçirmemek için kendilerini güçlükle tutmuş
olsalar gerek.
DİONYSOS. Dionysos
Yunan öncesi tanrılardandır, Trakya'dan ya da Frigya'dan geldiği
sanılmaktadır. Zeus ve Apollon'la birlikte antikçağ Yunan düşüncesinin üç
büyük tanrısından biridir. Tapımı başlı başına bir din meydana
getirmiştir. Kişiliği, birçok eski tanrıların karışımından meydana
gelmiştir. Çiftçiliğin, bağcılığın, meyve ve özellikle üzümün
koruyucusudur. Romalılar ona Bakkhos (Baküs) derler ve verimlilik tanrısı
Liber'le bir tutarlar. Yunanlılar onu, Zeus'ün Semele'den doğma oğlu
saymışlardır. Semele, kendisiyle birleşen Zeus'ün ışığına dayanamayıp
ölmüş, Zeus de çocuğunu bacağında saklayıp büyütmüş, sonra da kıskanç
karısı Hera'nın kötülüklerinden korumak için onu keçi kılığına sokmuş, su
perileri arasında büyüyen küçük keçi Dionysos, üzümden şarap yapmasını at
kulaklı ve at kuyruklu Silenos'tan öğrenmiş ve şarap tanrı olmaya karar
vermiş. Arkaik çağın gizemsel din anlayışı Dionysos'a bağlıdır. Bu dinin
büyük özelliği bağlılarının kudurmuşcasına kendinden geçmeleri
(Yu. ekstasis) ve tanrıyı kendi içlerine aldıklarına (Yu.
enthousiasmos) inanmalarıdır. Dionysos'a tapanlar, onun kendilerine vahşi
hayvanlar biçiminde göründüğüne inanıyorlardı. Bu yüzden şarap içip
kalabalık sarhoş sürüleri halinde dağlara çıkarlar, naralar atarak döne
döne raksederler, karşılarına çıkan hayvanların üstüne kudurmuşcasına
atılıp parçalarlar ve çiğ çiğ yerlerdi. Böylelikle tanrıyı içlerine almış
oluyorlardı. Tanrıyı içlerinde bulundurdukları inancı onları büsbütün
coşturuyor ve kendilerinden geçirtiyor,
büsbütün kudurgan ve saldırgan bir hale getiriyordu. Dionysos dini, geniş
halk yığınlarında, özellikle kadınlar arasında, yayılmış ve tutulmuştur.
Bu tapım, Delphoi tanrısı Apollon tarafından da tanınmış ve Dionysos'a
tapılması Delphoi kahinlerince Apollon'un buyruğu olarak halka
iletilmiştir. Bu yüzden de her iki tanrının bu tapımda birleştiği inancı
yayılmıştır. Orfik din ve Eleusis gizemciliğinin kaynağı da Dionysos
tapımıdır. Özellikle Orfik inançlar,Dionysos gizemciliğinden
geliştirilmiştir, örneğin ölümsüzlük inancı Dionysos'un ölümüyle yeniden
doğuşu öyküsünün ürünüdür.
APOLLON. Geleceği
haber veren tanrıdır. Genellikle şiir ve müzik tanrısı olarak bilinen
Apollon'un ana niteliği, geleceği haber vermektir. Homeros, onu Lykia'li
ve bu yüzden de Yunanlıların düşmanı olarak tanıtıyor. Oysa, Yunanlılar
onu en kutsal tanrı saymışlardır. Tanrılar tanrısı Zeus'ün, Leto'dan
doğma, en sevgili oğluymuş. Tanrıların en güzeliymiş. Tanrıça
Artemis'in de ikiz kardeşidir. Leto, Hera'nın kıskançlığından doğuracak
yer bulamamış ve ilden ile kaçmış. Sonunda, ikizlerini Delos adasındaki
Kynthos dağında doğurmuş. Işık-güneş tanrısı olarak beliriyor, her zaman
elinde bulundurduğu şaşmaz okları güneş ışınlarıdır. Bu açıdan Helios'la
aynılaşıyor ve Phoibos (ışıldayan) adını alıyor. Açık havada yapılan her
türlü işin; tarla bakımının, hayvan bakımının, kentlerin ve kolonile'rin
koruyucusudur. Şiir ve müzikte de kutsal coşkunluğun
uyandırıcısı sayılıyor. Hem hastalık saçar, hem iyileştirir. Tanrılık
gücün sözcüsüdür. Heykelleri, erkek güzelliğinin simgesi olabilecek
ölçülerle yapılmıştır. Romalıların da en çok benimsedikleri ve taptıkları
Yunan tanrısı odur. Çeşitli diyalektik karşıtlıkları içermesi bakımından
ilginç bir yapısı
vardır. Kardeşi Eros'un karşıtlığıyla oluşmuştur, hem hastalık saçmak hem de
hastalıkları iyi etmek gibi karşıt niteliklidir.
EROS. Yunan
mitolojisinin en ilginç tanrılarından biridir. Kaynağının pek eski olduğu
bilinmektedir. Doğumu üstüne çeşitli anlatımlar vardır. En doğrusu, onu
iki kişilik içinde ele almaktır: Bu kişiliklerden birincisi, evreni
meydana getiren sevgi'dir. Bu kişiliğinde, Eros, Hesiodos'un anlatımında
olduğu gibi, evrensel oluşmayla birlikte ve kendi kendine bir doğumla
meydana çıkar. Hesiodos'a göre ilkin Khaos (boşluk) varmış. Ondan toprak
ana Gaia'yla Eros oluşmuş. Eros'un ikinci kişiliği sevgi tutkusu'dur ve bu
kişiliğinde kimi anlatımlarda Ares'le Aphrodite'in oğlu, kimi anlatımlarda
Hermes'le Aphrodite'in ve kimi anlatımlarda da Hermes'le Khton'lu
Artemis'in oğlu olarak gösterilir. Başka anlatımlarda da annesi Eileithyia
ya da İris olarak gösterilmektedir. Antikçağ Yunanlılarının Orfik dinine
göre de evren yumurtası ikiye bölününce içinden Eros çıkmıştır. Platon'un
bir yapıtında da onun bolluk tanrı Poros'la yoksulluk tanrıça Penia'nın
oğlu olduğu söylenir. Romalılar onu Latinleştirmişler ve Amor
adını vermişlerdir. İkinci kişiliğinde kanatlı ve güzel bir erkek çocuğu
olarak tasarlanmıştır. Başı güllerden örülmüş bir çelenkle süslüdür; ok ve
yay taşır, attığı okların saplandığı kişi çılgınca bir aşka tutulur.
Oklarının etkisinden tanrılar tanrısı Zeus bile kendini kurtaramaz.
Tanrılar, birini aşk ateşiyle tutuşturmak isteyince bu görevi Eros'a
verirler. İkinci kişiliği, iyice gelişmesi için dünyaya getirilen kardeşi
karşıt sevgi Anteros'la birlikte oluşmuştur (Kimi anlatımlarda Anteros'un
annesi başka bir Aphrodite, Dione'nin kızı Aphrodite'tir).Eros'un pek çok
serüvenleri içinde en ünlüsü Psykhe'yle olan serüvenidir. Eros'un yanından
hiç ayırmadığı ve birlikte gezip dolaştığı sevgi yardımcıları da vardır.
Bunların en ünlüleri Himeros, Pathos, Peitho ve Hermaphroditos'tur.
ANTEROS. Yunan mitolojisinin
ilerisürdüğü bu çok önemli diyalektik kavram Yunanca karşıt
sevgi anlamındadır. Birçok metinlerde karşılıklı aşk ya da karşılık gören
aşk ve seveni mutlu kılan aşk olarak yorumlanır. Kimi metinler de onu
erkekler arası aşk'ın simgesi sayarlar. Çeşitli halk anlatımlarında bu
yorumlara dayanak olabilecek çeşitli öyküleri vardır. Ne var ki bütün bu
öykülerde, halkın onu kendi anlayışına göre basit serüvenlere çekmiş
olmasına rağmen, Herakleitos diyalektiğine temel olan felsefesel ve çok
önemli bir sezi belirmektedir. Bu sezi, karşıtlığın geliştirici gücü'nü
meydana koyar. Anteros (karşıt sevgi), Eros (sevgi)nin kardeşidir ve
anneleri Afrodit, onu Eros'un daha iyi gelişebilmesi için doğurmuştur.
Antik çağ Yunan mitolojisine göre Eros, ancak Anteros'un yanındayken
gelişebiliyormuş, ona yaklaşınca sevinir ve ondan uzaklaşınca ağlarmış.
İskenderiye anlatımlarına göre de, ona yaklaştığı zaman büyür ve ondan
uzaklaştığı zaman yeniden çocuklaşırmış. Bu mitolojik inanç, daha
sonra antikçağın büyük düşünürü Herakleitos tarafından Yunanca savaş
anlamındaki polemos kavramıyla dile getirilen ve bir logos yasası olarak
ileri sürülen karşıtların birliği ve çatışması ilkesini içerir. Nesnel
gerçekliğin sözle dile getirilişini veren logos kavramı, evrende bir
evrensel yasa'nın varlığını ve her şeyin bu yasayla meydana gelip bu
yasayla oluştuğunu anlatır. İdealist açıdan en yetkin dile getirilişini
Alman düşünürü Hegel'in diyalektiğinde bulan bu evrensel yasa, daha sonra,
bilimsel yerine oturtularak diyalektik materyalizmin temel yasası
olmuştur. Bir bakıma, ilk bilimsel düşünceyi de bu sezinin hazırladığı
söylenebilir. Çünkü bu sezi, evrensel düzenin birtakım yasalara bağlı
olduğu düşüncesini içermektedir. Herakleitos bu yasa'nın doğasal,
insansal, bilinçsel olan her şeyde bulunduğunu ileri sürmüştür. Bilim, bu
yasaları bulup meydana çıkarmaktır. Nitekim ilk Yunan düşünürleri de
doğanın düşüncesini edinmek için doğanın kendisini araştırmışlar ve doğa
bilginleri olmuşlardır. İnceledikleri doğa, karşıtlık'ların birliği olan
ve onların çatışmasıyla devinen bir doğadır. Oluşma ve değişme de
bu devimle gerçekleşmektedir. Yüzyıllarca sonra bilimin ve diyalektik
felsefenin bilimsel olarak meydana koyduğu gibi doğasal, toplumsal ve
bilinçsel bütün olgular karşıtlıklarını da içerirler. Varlıklar; bu
karşıtlığın çatışmasıyla gelişir.Evrensel gelişmeyi sağlayan, nesne ve
olgulardaki bu karşıtlıktır. Özdek bu karşıtlığı içerdiği içindir ki,
devimsel ve gelişimseldir.
APHRODİTE. Antikçağ
Yunan inançlarında aşk ve güzellik tanrıçası olarak tapılan Afrodit'in
daha birçok tanrılıkları vardır. Aslı Doğuludur ve verimlilik
tanrıçasıdır. Zamanla aşk tanrıçası niteliğini kazanmış, ilkbahar
(bahçeler ve çiçekler) tanrıçası olmuş, Poseidon'un yanında deniz
tanrıçası olarak görünmüştür. Kimi metinlerde de cinsel dürtü
tanrıçası olarak anılır. Hesiodos, onun deniz köpüğünden doğduğunu söyler.
Homeros'a göre Zeus'le Dione'nin kızıdır, Hephaistos'un kocasını aldatan
karısıdır. Thebai'de Ares'in karısı olarak görünür. Eros, Anteros,Himeros,
Pathos, Peito, Himeneo, Aineias, Enea vb. gibi pek çok çocukları
vardır. Romalılar ona Venus derler. Kythera adası yakınında deniz
dalgalarının köpüğünden doğduktan sonra ilkin Kıbrıs adasına
çıktığı için, ona Kipris (Kıbrıs'lı) ve Anadyomene (su yüzüne çıkan) adları
da verilmiştir. Tatlı gülüşlü olduğundan Khrysee, güzel çelenkli
olduğundan Eystephanos, sevgi dolu yüreğinden doğan güçsüzlüğünden ötürü
Analkis Theos vb. gibi daha birçok adlarla da anılır.
PSYKHE. Antikçağ Yunanlılarında
ilkin ruh kavramı bilinmiyordu, ölümden sonra bedenli olarak yaşanacağına
inanılıyordu. Zamanla gölge anlayışında bir ruh kavramı gelişti
ve ölülerin Hades'de soluk gölgeler halinde dolaşmakta olduklarına
inanıldı. Bu tasarımdan doğan Psykhe'yi Miletos kralının kızı ve Eros
(Aşk)'un sevgilisi sayan Miletos öyküsü Latin ozanı Apuleius tarafından
Metamorphoseon (Dönüşümler) adlı yapıtında işlenmiştir. Efsaneler
edebiyatının en şiirli parçalarından biri olan bu öyküye göre Psykhe'ye
güzelliğinden ötürü bir tanrıça gibi tapılmaya başlanmış, Miletos'taki
tapınaklarının boşaldığını görüp kıskançlığa kapılan Aphrodite, oğlu
Eros'a onu bir dağ başına bırakıp bir ejdere aşık etmesini buyurmuş,
annesinin buyruğunu yerine getirmek isteyen Eros,insan ruhunun eşsiz
güzelliği karşısında büyülenmiş ve onu ejdere aşık edeceği yerde kendisi
ona aşık olmuş, onu bir düş sarayına yerleştirmiş ve gecelerini onunla
geçirmeye başlamış, insan ruhunun sevgiyle birleşip sonsuzca mutlu
olabilmesi için sevginin yüzünü asla görmemesi gerekiyormuş,
Psykhe'nin mutluluğunu kıskanan kızkardeşleri, sevgilisinin bir ejder
olabileceğini söyleyerek onu kışkırtmışlar, o da bir gece dayanamayıp yağ
kandilini yakmış ve sevgilisinin yüzüne bakmış, ne var ki kandilden
damlayan bir yağ parçası Eros'u uyandırmış ve sevgi bulutlara karışarak
yok oluvermiş, ama bu yok oluş her ikisinin de özlemini büsbütün
arttırmış, Eros, annesi Aphrodite'e sevgilisini bağışlaması ve kendisine
vermesi için yalvarmış, oğluna acıyan tanrıça, insan ruhunu birçok güç
sınavlardan geçirdikten sonra sevgiyle buluşturmaya karar vermiş, bu
sınavların tümüne katlanan ve çeşitli doğa güçlerinin yardımıyla başarıya
ulaşan insan ruhu sonunda sevgiye kavuşmuş.
PAN. Sözcük
olarak Yunanca bütün anlamına gelir. Arkadia çobanlarının çok eski bir
tanrısıdır. Keçi boynuzlu ve keçi ayaklı olduğundan ötürü Keçiler Pan'ı
anlamında Aigipan (Aigis Yunanca keçi demektir) da denir. Sonraları tanrı
Hermes'le ağaç perisi Penelope'nin oğlu sayılmıştır. Yunan yorumcularına
göre tanrı Hermes, oğlunu bir tavşan postuna sarıp Olympos'a çıkarmış,
çocuğun keçiliğine bütün tanrılar gülüp alay etmişler. Doğa tanrıcılığın
kurucusu olan Stoa düşünürleri, onun bütünlüğünü daha akıllıca
yorumlayarak, onu evrensel bütünlük'ün simgesi saymışlardır. Platun'un
yazdığına göre Sokrates de ona yakarırmış, sevgili Pan, bana ruh güzelliği
ver dermiş. Öyküleri şiirle doludur. Syrinks ya da Pandean (Pan'ın kavalı)
adıyla anılan yedi düdüklü flütü o yapmış. Daha sonra Roma'lıların tanrı
Faunus'la bir tuttukları Pan bir gün ormanda dolaşırken Syrinks adlı
periye gönül vermiş, peri ondan kurtulmak için hemen bir sazlık oluvermiş,
ünlü kavalını işte bu sazlıktan koparılan yedi sazdan yapmış, umutsuz aşkını
da içli içli seslendirdiği bu sazla dile getirmiş. Pitys adlı bir
peri kızı da Pan'ı sevmiş, kendisine zorla sahib olmak isteyen
rüzgar-tanrı Boreas (Poyraz)'ın elinden kurtulmak için çam ağacına dönüşmüş.
Pan bu yüzden hep çam ağaçlarının altında dinlenirmiş, çam ağaçları da bu
yüzden poyraz estiği zamanlar hazin hazin inler ve uyuyan Pan'ı
gölgeleriyle güneşin kavuruculuğundan korurlarmış. Kaynayan öğle
saatlerinin derin ve sıcak sessizliği onunmuş, bu saatlerde hiçbir çoban
onun öğle uykusunu bozamazmış, en küçük bir gürültüden uyanıveren yüce
doğa tanrı öylesine korkunç bir haykırışla bağırırmış ki, panik (Pan
korkusu)'e kapılan kurtlar ve kuşlar saklanacak delik ararlarmış. Roma
imparatoru Tiberius çağında (bu çağ Hıristiyanlığın İsa'nın yaşadığı ve
yeni dini yaydığı çağdır, İ.S. 14-37) ölmüş Pan. Bunu Kehanetler Üstüne
adlı yapıtında Plutarkhos yazar. Kaptan Thamos'un gemisi Ege
denizinden geçerken Paksos adasından esrarlı bir ses duyulmuş, doğanın
yürek paralayıcı bir feryadı olan bu ses Epeiros'a gidince bildirin: Ulu
Pan öldü! demiş, Epeiros'a varan gemiciler hep bir ağızdan doğanın
buyruğunu yerine getirmişler, gemiden kıyılara doğru Ulu Pan öldü, ulu Pan
öldü! diye bağırmışlar. O zaman dağlardan, taşlardan, ağaçlardan,
bitkilerden ve hayvanlardan iniltiler yükselmiş, bütün doğa yasa bürünmüş.
Hıristiyanlarca bir mucize sayılan bu öykü, doğanın çeşitli biçimlerde
cisimlenişi ve bundan ötürü de bir doğa dini (Pan dini) olan
çoktanrıcılığın (Paganlığın) yerini Hıristiyanlığa
bıraktığına yorulmuştur.
PROMETHEUS. Prometheus Yunan
mitolojisinin en ilginç tipidir. İlk erkek insanları tanrılardan
öcalmak için o yaratmıştır. İlk dişi insan olan Pandora'yı da ondan
öcalmak için tanrılar yaratmıştır. Böylelikle Yunan mitolojisinde ilk kez
çocuk pişirip yedirme teması dışında yepyeni bir öc alma teması
işlenmektedir. Bu tasarımda,ister erkek ister dişi olsun, insan, bir öc alma
öğesidir. Nitekim Prometheııs da öç anlamına gelen Yunanca tisis kökünden
türetilen bir Titan'dır. Bir dev'dir, ama Yunan mitolojisinin öbür devleri
gibi doğadışı, korkunç, acaip bir yaratık değildir. Tersine, çok akıllı,
duygulu, iyicil bir yaratıktır. Bencilliklerinden ve despotluklarından
ötürü tanrılara, özellikle de Zeus'e kızmaktadır. İnsanları da evrende
kendine benzer varlıkları çoğaltmak için yaratır. Tanrıların tanrısal
serüvenlerine karşın Prometheus'un insansal serüveni böylece
başlar. Hesiodos'a göre İapetos'la Klymene'nin oğludur. Atlas,
Menoitios (kimi metinlerde Prometheus'un annesi Asia olarak gösterildiği
gibi bu kardeşi de Athos olarak gösterilir) ve Epimetheus'un kardeşidir.
Prometheus, öteki kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı
çıkmış, ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanlar
yaratmak ve onlara ateşi(yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni
değiştirmeyi başarmıştır. Bu yüzden de Zeus tarafından zincire vurulmuş ve
Prometheus Desmotes (Zincire vurulmuş Prometheus) adıyla
anılmıştır. Tanrılarca görevlendirilen bir kartal, sürekli olarak, her
gece yeniden oluşan, karaciğerini kemirmektedir. Onu, Kafkas dağının
tepesindeki bu tanrısal işkenceden bir insan, bir ölümlü olan Herakles
kurtarır. Prometheus Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu
yoka der, böylelikle de insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur.
PANDORA. Pandora
Yunan mitolojisiniıi Havva'sıdır. Evrenin ve tanrıların yaratılışı
(Kozmogoni ve Teogoni) konusunda geniş tasarımlar ileri süren bu mitoloji,
insanların yaratılışı (Antropogoni) konusunda uzun yüzyıllar susmuştu. Bu
konuda ilk tasarımlar İ.Ö. V'nci yüzyılda ilerisürülmeye başladı. Bu
tasarımların ilginç yanı, birçok mitolojilerden farklı olarak, ilkin tek
erkek insan değil, birçok erkek insanlar (Adem'ler) yaratılmış olması ve
uzun bir süre aralarında bir üreme düşünülmeksizin bir erkekler dünyasıyla
yetinilmesi ve sonunda tanrılar tanrısı Zeus'un Titan oğlu Prometheus'a
düşmanlığı yüzünden erkek insanların başına bela olması amacıyla ilk dişi
insan Pandora'nın yaratılmasıdır. Efsaneye göre Titan karı koca İapetos'la
Klymene'nin dört oğlu olmuştur: Atlas,Menoitios,
Prometheus, Epimentheus.Bu çocukların dördü de akıl gücü bakımından
tanrılara üstündürler ve tanrılara kafa
tutmaktadırlar. Bu yüzdendir ki tanrılar tanrısı Zeus onlara karşı
özel bir kin duymaktadır. Çocuklardan ilk ikisi Atlas'la Menoitios,
tanrılarla titanlar arasındaki ünlü savaşa katılmış ve Zeus tarafından
Atlas gökkubbeyi omuzlarında taşımakla,
Menoitios da yer'in dibine kapatılmakla cezalandırılmıştır. Daha
sonra Prometheus karaciğeri kartallara yedirilerek, Epimetheus da ilk
kadın Pandora'yı kendisine eş etmekle cezalandırılacaktır. Bu tasarımın
ilginç ve kendisine özgü yanı ilk kadının bir ceza olarak yaratılmış
bulunması ve ilk erkek insanların Titan'lar tarafından yaratılmasına karşı
ilk dişi insanın Tanrı'lar tarafından yaratılmasıdır. İlk erkek insanlar
çok akıllı ve becerikli olan Titan Prometheus tarafından yaratılmıştır.
Bir başka ilginç ve kendine özgü yan da, ilk dişi insanın tanrılarca erkek
insanların başına bela olsun diye yaratılmasına karşı ilk erkek insanların
Titan Prometheus tarafından tanrıların başına bela edilmek üzere
yaratılmış olmasıdır. Prometheus, tanrılar gibi budala ve duygusuz
bencillere karşı, kendisi gibi akıllı ve duygulu özgeciller meydana
getirmek amacıyla insanları gözyaşlarıyla sulandırdığı topraktan yaratmıştır.
Tanrılar tanrısı Zeus'ün buyruğuyla tanrı Hephaistos da ilk dişi insan
Pandora'yı su ve topraktan bir heykel yaparak yaratacak.Yunan
mitolojisi insanların çamur'dan meydana geldikleri tasarımında tektanrıcı
büyük dinlerle. birleşmektedir. Pandora, sözcük olarak tüm armağan
demektir. Çünkü ona Aphrodite güzelliğini, Minerva çekiciliğini, Hermes
kurnazlığını ve yalancılığını, bütün öteki tanrılar da tek tek kendi
özelliklerini armağan etmişlerdir. Böylelikle kadın daha varlaşırken tüm
tanrı olmuş bulunmaktadır. İster titan, ister erkek insan olsun, artık ona
hiçbir güç karşı koyamayacaktır. Tanrılara kafa tutan Prometheus'çu erkek
insanlar artık kafa tutamayacakları ve önünde hemen diz çökecekleri
yepyeni bir tanrı'yla karşılaşacaklardır.Tanrılar iyi ve kötü bütün güçlerin
ona devretmişlerdir. Tanrılarda da bulunmayan us (akıl)'dan başka her
şeye sahiptir. Tanrılar gibi bencil ve duygusuzdur, isteklerinin önüne
çıkacak her engeli gözünü kırpmadan yıkabilecektir. Üstelik, akılsız olduğundan
tanrılara bağlanacak ve tanrılar onun yönetiminde bütün insanları
rahatlıkla yönetebileceklerdir. Tanrılar, Pandora'nın
kişiliğinde böylesine bir güç yaratmış olmakla da yetinmemektedirler. Ona,
bütün kötülükleri ve acıları içine doldurup bir kapalı kutu vermişlerdir.
Tanrıca bencillik niteliğinden ötürü bir gün dayanamayıp bu kutuyu
açacağını bilmektedirler. Nitekim Pandora, bir gün dayanamayıp kutunun
kapağını açacak,bütün kötülükler ve acılar insanların arasına yayılacak, kutuda
sadece umut kalacaktır.
Kardeşi Prometheus'un yasaklamasına rağmen
Pandora'nın çekiciliğine ve güzelliğine dayanamayıp onunla evlenen titan
Epimetheus, çevresine yayılmış bulunan bütün kötülüklerin ve acıların
ortasında, bu umudu da kullanmasını ve kendisinden türeyecek kuşaklara
kullandırmasını bilecektir. Pandora'yla Epimetheus'un birleşmesinden
birçok kızlar doğmuştur. Bu kızlarla Prometheus'un yarattığı erkekler
evlenmekte ve yeni insan kuşakları türemektedir. Bu yeni insan kuşakları,
kişiliklerinde, tanrılık bir yanla titanlık (devlik) bir yanı birlikte
sürdürmektedirler. Tanrılık yan onların metafizik güçlerini geliştirirken
titanlık yan da fizik güçlerini geliştirecektir. Bu fizik güç, gün
geçtikçe, metafizik gücü boyunduruğu altına alacaktır. İnsanlar artık
birbirleriyle birleşerek üremekte, bundan ötürü de kişiliklerindeki
tanrılık yan her gün biraz daha eriyip gitmektedir. Ne var ki artık
tanrılar da insan soyu kadınlara dayanamayıp onlarla birleşmeye, onlardan
çocuklar yapmaya başlamışlardır. Örneğin tanrılar tanrısı çapkın Zeus bu
insan kadınlardan on beşiyle birleşmiş ve sürüyle çocukları olmuştur.
Artık tanrılarla insanlar birbirlerine karışmaya ve insanlar tanrılaşırken
tanrılar insanlaşmaya başlamıştır. İnsan tanrılar tanrı insanları büsbütün
tedirgin etmekte, büsbütün safdışı bırakmaktadırlar. Tanrılar tanrısı Zeus
ne yapacağını şaşırmıştır, bu kargaşalığa kesin bir çare aramaktadır.
Sonunda, onları tufan'la yok etme yoluna gidecektir. Bu yolla onlardan
sonsuzca kurtulacağını sanmaktadır. Ne var ki Prometheus'cu aklı gün
geçtikçe daha da gelişen insan, yok olmaktan kurtulmanın yolunu
bulacaktır. Prometheus'un oğlu Deukalion'la Pandora'nın kızı Pyrrha, bu
iki akıllı insan karı koca, kocaman bir gemi yaparak evreni kaplamış
bulunan azgın ve kudurmuş suların üstünde kalan Parnassos dağına çıkmayı
başaracaklardır. Evrende, bir daha tanrıların oyununa gelmeyecek olan yeni
insan soyları türemeye başlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder