Eski çağlarda
insanlar zihinsel bozukluğu olan bir kişinin kötü ruhların,şeytanların yada
diğer doğaüstü güçlerin etkisi altında kaldığını düşünürdü.Hastalığın nedeni
böyle sanıldığı için iyileştirme çabalarında hiçbir sistem yoktu.Daha çok
telkin gücüne başvuruluyordu.Bu sistemsiz çabalara az da olsa bir düzen
getirenler Hippokrates ve Galenos oldu.Onların ileriye sürdüğü ‘Dört Salgı’
kuramı yaklaşık iki bin yıl tıp dünyasını etki altında bırakmıştır.Bu kurama
göre insan bedeninde dört tane temel unsur vardır:Kan,balgam,sarı safra ve kara
safra.Birtakım hastalıklar ve birtakım değişik kişilik yapılarının nedeni,bu
sıvılardan birinin ya da diğerinin üstünlüğüdür.Örneğin kara safra veya balgam
normalden fazla ise bu,o kişinin melankoli olmasının nedenidir.Önerilen tedavi
ise iksir,banyo,perhiz veya kusturucu ilaçlardı.
Eski yunan tıp geleneğini sürdüren araplar
oldu.Sekizinci ve onüçüncü yüzyıllar arasındaki dönemde Şam,Kahire ve Bağdat’ta
deliler için akıl hastahaneleri yapılmıştı.Avrupa’da akıl hastalıklarının bakım
işi hristiyanlığın yayılması ile paralel olarak gelişmiştir.Manastır ve diğer
dinsel merkezler ile din adamlarının yönettiği hastahaneler tedavi görevlerini
üstlendiler.
Ancak ortaçağ Avrupa halkları yoksulları,sakatları ve
diğer toplumdışı kalmış kişileri olduğu gibi delileri de kendi yaşamları dışına
itme eğilimi taşıyorlardı.Gene aynı dönemlerde halkın;büyücülük,dinsel
sapkınlık,cadılık ve şeytana kapılma gibi saplantıları vardı.Birçok kişi,deli
olarak nitelendirdikleri insanların şiddetli ve çarpıcı taşkınlıklarını bu gibi
kötü güçlere yüklüyorlardı.Böylece deli olarak nitelenen insanlar işkence,hapis
veya ölüm cezasına çarptırıldılar.Deliliğin büyücülük ve dinsel sapkınlıkla
ilgili olduğu inancı birçok insanın suçsuz olarak ölümüne neden
olmuştur.Örneğin Girolamo Savonarola adlı din ve siyaset reformisti olan bir
kişi dinsel sapkınlığa bağlı deli olduğu gerekçesi ile yakılarak öldürülmüştü.
Ortaçağda akıl hastalığının fiziksel ve ruhsal
nedenlerini az çok anlayan,aşırı akıl hastalıkları için dinlenme,yatıştırma ve
müzik tedavisi öneren kişiler de vardı.Aynı şekilde delilik ile dinsel
sapkınlığı birbirinden ayıranlar da olmuştu.Örneğin Johann Weyer adlı bir
doktor,cadı olarak nitelenen kişilerin kötü ruhlu değil de psikozlu yaşlı
kadınlar olduğunu ileri sürmüştü.Ancak o dönemlerin klise ve hukuk uzmanları
böyle görüşleri reddettiler.
Bir diğer inanış ise zihinsel sıkıntıya neden olan
ruhun,kafatası açılarak serbest bırakılması gereği idi.Bazı yörelerde ise akıl
hastaları topluca azizlerin türbelerine götürülüyordu.
Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda tıp bilimi ile
cerrahide önemli gelişmeler başladı.Ancak akıl hastalıkları ile ilgili kuramlar
aynı gelişmeyi gösteremedi.Gerçi ortaçağın vahşi uygulamaları bitmişti,ama
tedavi yöntemleri gene de çok ilkeldi.Müshil,kusturma ve kan alma gibi fiziksel
yöntemlerin yanısıra birtakım mekanik araçlar kullanılıyordu.Hırçın ve çılgın
hastaları sakinleştirmek amacıyla özel mekanizmalar geliştirildi.Deri
kayışlar,çadır bezinden ceketler,özel kelepçeler devreye sokuldu.Hastalar
sandalyelere çok az hareket edecek şekilde bağlanıyorlardı.Ani ve şiddetlli
korku yaratmanın ruh hastalığına yararlı etkisi olacağına inanılıyordu.Bir diğer
yöntem ise hastaların suya daldırılması idi.Akıl hastalıkları ve
delilik;birtakım ahlak kurallarının eksik olması,dürtülerin gereği gibi
denetlenememesi,kişiliklerin yozlaşması gibi nedenlere bağlanmaya başlanmıştı.
Onsekizinci yüzyıldan itibaren teorilerin ileri
sürülmesi hızlandı. Benjamin Rush (1745-1813) Amerika’da ruh hekimliğinin
kuruluşuna katkıkarda bulunmuştu.Ruh hastalıklarının tedavisinde kan vermenin
ve mekanik aygıtlar kullanılmasının savunuculuğunu yapmıştı.Tedavide ruhsal ve
fizyolojik yaklaşımların birleştirilmesini ileri sürmüştü.
Franz Mesmer (1734-1815) akıl hastalığını bedendeki
manyetik sıvıların birikimi ile ilişkilendirdi.Önerdiği tedavi yöntemi ise daha
da ilginçti:Hastalardaki manyetik sıvıların kendisi gibi özel manyetik güçlere
sahip terapistler tarafından giderileceğini öne sürmüştü.
Franz Joseph Gall (1758-1828) beyinde her biri belirli
zihinsel işleve sahip olan 27 tane organ olduğunu ileri sürdü.Bu organlar ne
kadar iyi çalışırsa o kadar büyük olurlardı.Böylece kafatasının büyüklüğünü
etkilerlerdi.Gall’in bu görüşü bir müddet etkili oldu.Kişilik ve zihinsel denge
,kafatasının biçimi ve özellikleri ile yorumlandı.
Nihayet anlayışa dayalı tedavi yöntemleri ön plana
çıkmaya başladı.Uzun süreden beri dağınık halde bulunan gözlem ve deneylerin
birikimleri sistemli bir şekilde ele alındı.Ruh hastalıkları
sınıflandırıldı.Giderek bilinç dışı keşfedildi.Fransız ruhbilimcisi Pierre
Janet (1859-1947) zihinsel işlevleri bir sıra düzenine koydu.Onun teorisine
göre en altta otomatik işlevsellik bulunuyordu.En üstte ise ussal,deneyimli ve
bilinçli eylem bulunuyordu.Janet’in bu kuramı Jean Charcot’un hipnoz
gösterilerini geliştirmesine yardımcı oldu.Sigmund Freud,bilinçdışı kuramını
ileri sürerken Janet’ten yararlanmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder