Nasyonal
sosyalizm, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da gelişmeye başlayan ve
1933'ten İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar iktidarda kalan otoriter bir siyasal
rejimdir. Sosyalizmin toplumsal kuralları ile ırkçılığı birleştirme iddiasında
olduğu için bu adı alan "nasyonal sosyalizmin bir diğer adı da
"nazizm"dir. Nasyonal sosyalizm, Alman ırkçılığı, Yahudi düşmanlığı,
lider (führer)in mutlak egemenliği, antikomünizm, savaşın yüceltilmesi ve
şiddet öğeleri üzerine kurulmuştur.
Nasyonal
sosyalizmin ilkelerini belirleyen ve iktidara gelmesi için mücadelesini
yürüten Adolf Hitler'dir. Bu nedenle nasyonal sosyalist hareketin başarısı,
Hitler'in kişiliğine bağlı olarak dalgalanmalar göstermiştir. Hitler orta
halli bir devlet memuru ailenin çocuğu olarak 1889 yılında Alman-ya-Avusturya
sınırında küçük bir kasaba olan Braunauam Inn'de doğdu. Babası gibi memur olmak
istemeyen Hitler, onbeş yaşındayken ressamlık öğrenimi görmek üzere Viyana'ya
gitti. Viyana'da yoksul ve sıkıntılı günler geçiren Hitler, ressamlık öğreniminden
vazgeçerek mimarlık öğrenimi görmek istediyse de, eğitimini tamamlama imkanı
bulamadı. Hitler'in Viyana'da yaşadığı bu sıkıntılı günler Ve Almanların kendi
ülkelerindeki onur kinci durumları, nasyonalist sosyalist ideolojinin
gelişmesine kaynaklık etmiştir. Kendisi bir Alman olarak açlık ve yoksulluk
çekerken, Alman olmayanlar, özellikle de Yahudiler lüks ve bolluk içinde
yaşıyorlardı. Viyana gibi, Almanları onurlandıran muhteşem şehirde, aşın
zenginlik ve sefaletin bir arada yaşandığı, eşitsizlik ve haksızlıklar üzerine
kurulu bir düzen hüküm sürüyordu. Bu durumdan kurtulmanın yollarını arayan
Hitler, Önceleri sosyalist ve sosyal demokrat düşüncelere ilgi duyarak işçi
hareketlerine katıldı. Ne var ki, bu çevreler, Hitler'in yürekten inandığı,
vatan, millet, ahlak, hukuk ve din gibi kavramları, kapitalist düzenin ve burjuva
ideolojisinin öğelerinden sayarak inkâr ediyorlardı. Ayrıca bu hareketler,
bilerek ya da bilmeyerek Yahudilerin amaçlarına hizmet ediyordu. Çünkü
Marksizm, bütün insanların Yahudilerin denetimine geçirilmesi için icad
edilen bir ideolojiydi. Demokrasi ise sağladığı özgürlük ve hoşgörü ortamıyla,
Marksizmin gelişmesine yataklık eden bir üreme alanı görevi yapıyordu. Marksizmin
kökünün kazınması ve Yahudilerin dünya egemenliğinin önlenebilmesi için, Alman
Irkı'nın üstün değerleriyle donatılan, gerektiğinde sertlik ve şiddetten
kaçınmayan bir siyasal hareket başlatılmalıydı. Avusturya'daki mevcut
partilerden, Pan Germanist Parti, kitlelerden çok burjuva sınıfına dayandığı
ve ihtilalci olmadığı, Sosyal Hıristiyan Parti ise ırkçılıktan çok din
kurallarına önem verdiği ve Yahudi düşmanlığı yapmadığı için böyle bir hareketi
başlatmaya uygun değildi. Hitlere göre Alman toplumunun sorunlarını ancak, sosyalizmin
toplumsal ilkeleri ile milliyetçiliği birleştiren, ama sınıf mücadelesini reddeden,
güçlü bir liderin önderliğinde örgütlenen nasyonal sosyalist hareketler
çözümleyebilirdi.
Hitler
1919'da Münih'e giderek yıllardan beri tasarladığı siyasal hareketi başlattı.
Hareketin kısa sürede sesini duyurabilmesi için, geniş kitlelerin katılımını
gerekli görerek, Alman İşçi Partisi'ne giren Hitler, mücadelesini orada
başlattı. Kısa sürede parti içinde etkili bir konuma gelerek, partinin örgüt
yapısını tamamen değiştiren Hitler, adını da Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi
olarak değiştirdi. Kendisine gamalı haç'ı sembol olarak seçen parti, yirmi beş
ilkeden oluşan bir program yayınladı. Nasyonal sosyalistler ilk dönemlerinde
daha çok komünistlere ve Yahudilere karşı yürüttükleri şiddet ve saldırı
hareketleri ile dikkati çektiler. İktidarı kısa yoldan ele geçirebilmek için
1923'de Musolini'nin Roma yürüyüşüne benzer bir yürüyüş düzenlediler. Ama
başarısız oldular, Hitler kurmaylarıyla birlikte tutuklanarak hapse
gönderildi, partileri de kapatıldı. Hitler, mahkumiyet günlerini geçirdiği
Landsberg Kalesi'nde hayatını, görüşlerini ve mücadelesini anlattığı Mein Kamp
(Kavgam) adlı kitabını kaleme aldı. Hapisten çıkınca daha güçlü ve düzenli bir
mücadele yürüten Naziler, 1933'de iktidara geldiler ve parti programında yer
alan düşüncelerini yürürlüğe koydular.
Nasyonal
sosyalistlerin hareket noktasını oluşturan en temel kavram Alman ırkçılığıdır.
Irk kavramını biyolojik anlamıyla benimseyen nasyonal sosyalistlere göre, Devlet
adı verilen siyasal toplulukları, etnik bakımdan aynı ırka mensup olan
insanlar oluşturur. Irklar insanlar arasında fiziki farklılık yaratmakla
kalmaz, entelektüel ve manevi değerlere de kaynaklık eder. Bu değerlerin
yaratılmasına katkıları bakımdan üstün ırklar ile aşağı ırklar arasında eşitlik
yoktur. Üstün ırkların kültür üretme ve uygarlık kurma yeteneği vardır. Tüm
uygarlıkları üstün ırklar kurmuşlardır. Uygarlığın devam edebilmesi için,
üstün ırkların korunması ve aşağı ırklarla birleşmelerinin engellenmesi gerekir.
Irklar arasında yapılan derecelendirmenin en üstünde, ırkların en safı ve en
fazla korunmuşu olan kuzey aryan ırkları, en altında da insanlığın ve uygarlığın
düşmanı olan Yahudiler yer alır. Kuzey aryan ırkları içerisinde en saf ve temiz
kalanı ise Almanlardır. Alman halkı führerinin önderliğinde ve ona tam bağlılık
içerisinde kuzey aryan ırklarını koruyarak, aşağı ırklarla birleşip bozulmasını
önleyecektir. Almanya'da Naziler iktidara gelince, çıkardıkları yasalarla, tüm
resmi makamlara Alman kanı taşıdığını kabul ettikleri kendi adamlarını
getirdiler. Uygulanan şiddet ve yıldırma hareketleriyle, kamu kesiminde ve
serbest meslek mensupları arasında yer alan komünistler ve Yahudiler
temizlendi. Sadece Alman kanı taşıyanlara vatandaşlık hakkı tanındı. Alman kanı
taşımak için önceleri en az iki kuşak ileriden Alman olma şartı aranırken,
daha sonraki yıllarda aryan ırkının Özelliklerinin belirlenmesi konusunda
fikir ayrılıkları ortaya çıkınca, bu uygulamadan vazgeçilerek, aryanların de
diğer ırklarla karışabileceği kabul edildi. Ancak bu karışma çok sınırlı
kalmıştı. Üstelik üstün ırk olduğu için, karışmada aryanlar kendi özelliklerini
koruyabilmişlerdi. Almanlar içerisinde diğer ırklarla hiç karışmamış olan
sınırlı sayıda seçkinler de vardı. Bunlar, tanrının seçerek yarattığı saf arî
ırka mensup olanlardı. Devleti yönetmek, saf ve üstün olan bu kimselerin hakkı
olarak görülmüştür.
Nasyonal
sosyalistlere göre, devleti oluşturan insanlar arasında aynı kanı taşımanın
verdiği yakınlaşmadan kaynaklanan bir topluluk (cemaat) ruhu vardır. Aynı ırkın
parçalarını oluşturan bu insanları bir araya toplayan şey, kişisel çıkarlar ve
yasalardan çok, taşıdıkları kan bağıdır. Kişiler kendi yararlarına bir hak
talebinde bulunmazlar, ırkın çıkarlarını esas alan hukuki düzenlemelerin
sağladığı imkanlarla yetinirler. Her türlü gelişmenin temel koşulu, ırkın
yükselmesi ve korunması olduğundan, özel ve kişisel çıkarlara hizmet eden
örgütlenmelere izin verilmez. Bu yönleriyle Nazizm ile İtalyan faşizmi arasında
bir benzerlik kurulabilir. Ancak faşistler devleti yücelterek, onun üstünde
bir kurum ve çıkar tanımadıkları halde, Naziler ırkı en yüksek yere
koymuşlar, devleti ise ırkın yükseltilmesinin aracı olarak görmüşlerdir. Hitler'e
göre devlet "muhteva" değil "kalıp"tır. Muhteva ırktır,
önemli olan muhtevanın korunmasıdır. Kalıp ancak muhtevayı koruduğu sürece
değerli olacağından, devlet de ırkı koruduğu ve geliştirdiği sürece Önem
taşır.
Nasyonal
sosyalizmde siyasal iktidarın kaynağı, tek ve tartışmasız sahibi führer'dir.
Führer'in bu tekelci iktidarı, tüm devlet organlarını ve onların
faaliyetlerini kapsar. Halkın yolgöstericisi olan führer, bu misyonunu kendi
kişiliğine bağlı olarak aslen kazanmıştır. Ona bu yetkileri bir başka kişi, ya
da organ vermemiştir. Führer halkın ruhunu temsil eder. Bu nedenle ona uyanlar
gerçekte kendi iradelerine uymuş olurlar. Hitler bunu halka karşı yapmış
olduğu konuşmalarda "ben hepinizdeyim, hepiniz bendesiniz" diye
ifade etmiştir. Führer, halkını dilediği gibi yönetir. Gerekli gördüğünde halkın
oyuna da başvurabilir. Ancak halkın oyuna başvurulması, führerin görüşlerinin
halk tarafından benimsenmiş olmasından başka anlam taşımaz. Bu kuralın bir
sonucu olarak parlamentonun bir yasayı görüşmesi de führenin iradesinin
onaylanmasından başka bir şey değildir. Halkın, parlamentonun ve diğer devlet
organlarının führere karşı sadece yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülük onun
emirlerine itaat edilmesi ve iradesinin tartışmasız yerine getirilmesi şeklinde
kendisini gösterir. Führer hem parlamentoyu, hem de hükümeti denetleyen tek
yetkilidir. Dolayısı ile parlamenter sistemde olduğu gibi, parlamentonun hükümeti
siyasi yönden denetleme yetkisi bulunmamaktadır. Nasyonal sosyalizm, siyasal
hayatla plüralizmi ve devlet organlarının kuvvetler ayrılığı esasına göre
örgütlenmesini reddeder. Führer devletin, hükümetin, parlamentonun ve kamusal
görevleri yöneten tüm kurum ve kuruluşların başıdır.
Alman
ırkının yüceltilmesi, Yahudilerin ve komünistlerin yok edilmesi düşünceleri
savaşı ve şiddet hareketlerini ön plana çıkarmıştır. Nazilere göre savaş,
milletlerin hayatını düzenleyen biyolojik bir zorunluluktur. İnsanlığın yüz
karası olan aşağı ırklar savaşla yok edilir, üstün ırkların korunması ve
gelişmesi savaşla sağlanır, uygarlıklar savaşların verdiği dinamizm olmasa
kurulamaz. Savaş halkın içindeki iktidar ve kudret duygusunu alevlendirir,
genel çıkarlar uğruna kişisel ve özel çıkarların terke-dilmesini öğretir.
Alman ruhuna bağlı kuvvetli bir dünya devletinin kurulması, Almanya'nın
düşmanlarıyla savaşarak onları yenmesine bağlıdır.
Hitlere
göre, güçlünün rolü kendinden zayıflan yenerek denetimi altına almaktır.
Kuvvetliler içinde bile üstünlüğü elinde tutacak olan en kuvvetlilerdir,
öyleyse Almanlar her bakımdan en üstün olmalı ve tüm düşmanlarını yenerek boyunduruğu
altına almalıdır. Hitler bu görüşleriyle ırklar arasında doğal seleksiyonu kabul
eden bir tür "Sosyal Darvinizm"i savunmuştur. Naziler iktidara
geldiklerinde, Almanların denetiminde bulunan mevcut toprakların, halkın
ihtiyacının karşılanmasına yetmeyeceğini, kalabalık nüfusları ile ülkelerinin
genişliği arasında bir ters orantı bulunduğunu öne sürerek, topraklarını genişletmek
için komşu devletlere saldırdılar. Naziler bu saldırılarının Avrupa uygarlığının
Yahudilere ve komünistlere karşı korunmasına yönelik bir önlem olduğunu da öne
sürmüşlerdir. Çünkü Yahudilere olduğu kadar, komünizme de karşı olmuşlar, daha
iktidara gelmeden önce sol hareketlere karşı şiddete başvurmuşlardır. Nazilerin
iktidara geldiği yıllarda ileri derecede sanayileşmiş olan Almanya'da radikal
sol hareketler oldukça güçlüydü.
Sosyal
demokratlar bile biçimsel olarak Marksizmi benimsiyorlar, ayrıca komünistler
de oldukça etkili oluyorlardı. Komünistlere karşı acımasız bir mücadele yürüten
Naziler, iktidara geldiklerinde sol örgütleri dağıttılar, komünist liderleri
ve sol hareketlerin aktif üyelerini toplama kamplarına gönderdiler, Almanya’da
nazı rejiminin kurulması beklenmedik bir anda, aniden ortaya çıkan bir olgu değildir.
Alman toplumunun kültüründe, ırkın ve devletin önemini, ırkın ve devletin
çıkarları uğruna güç ve şiddete başvurmanın meşruiyetini savunan düşüncelerin
tarihsel kökleri vardır. Hegel'in mutlak düşünce kabul ettiği devlete duyduğu
hayranlık, Herder ve Treitsche gibi düşünürlerin romantik milliyetçiliği,
Alman felsefe ekollerinin benimsediği tarihselci yöntem, bu alanda önemli
birikimler sağlamıştır. Bu birikimlerin etkisiyle Cermen ırkının geleceği
için yöneticilerine koşulsuz itaat eden, üniforma, yetki ve şiddetten hoşlanan
bir kitle oluşmuştur.
Almanların
Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmeleri de Nazilerin iktidarı için uygun olan
psikolojik ortamı hazırlamıştır. 1871'de Bismark'ın Fransa'yı yenerek Alman
imparatorluğumu ilan etmesinin üzerinden henüz yarım yüzyıl geçmeden
girdikleri savaşta büyük bir yenilgiye uğradılar. I919'da imzalanan Versay Antlaşması
ile Almanlar sömürgelerini ve topraklarından bir kısmını kaybetmekle
kalmayıp, savaşı başlatmakla suçlanarak tazminat ödemeye mahkum edildiler. Bu
yenilgi Alman halkının onurunu tamir edilmez biçimde zedeledi. Üstelik 1929-30
yıllarında yaşanan büyük ekonomik kriz, savaşın henüz kapanmayan yaralarına
yenilerini ekledi. Ortaya İlk çıktığı günden beri Versay Antlaşması'nın öcünün
alınacağını söyleyen Hitler'in, ekonomik krizden çıkmak için önermiş olduğu
çözümler de, o günün koşullarında çekici geldi. Zaten Alman halkı kendisini
içinde bulunduğu koşullardan kısa sürede çekip çıkaracak bir kurtarıcı
arıyordu.
Tüm
bu avantajları iyi değerlendiren Naziler, 1932 seçimlerinde çoğunluğu
sağlayamamakla beraber, en fazla oyu aldıkları için hükümeti ele geçirdiler. 30
Ocak 1933'de Cumhurbaşkanı Hindenburg, Hitler'i başbakan atadı. İktidara gelen
Naziler kısa süre içerisinde tüm muhalefet partileri, sendikaları ve karşıt
görüşleri savunan toplumsal örgütleri kapattılar. Yahudileri ve radikal sol
hareketlerin Önde gelenlerini ya öldürdüler, ya da toplama kamplarına gönderdiler.
Yeniden güçlü Almanya'yı kurarak ari ırkın üstünlüklerini insanlığa
gösterebilmek için, tüm komşularına savaş açtılar. Güçlü ve disiplinli orduları,
son model silahlarıyla güçlük çekmeden, neredeyse kıta Avrupası'nın tamamını
kontrollerine aldılar. Ama karşılarında Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik
Devletleri ve İngiltere'nin birleşik kuvvetlerini bulunca, savaşı başlatmakla
doğru bir şey yapmadıklarını anladılar. Fakat dönülmez noktaya gelinmişti; ya
yenecekler, ya da bu uğurda öleceklerdi. Sonuç bekledikleri gibi olmadı, savaşı
kaybettiler. Dünyayı fethetmeye, Alman ırkının onurunu kurtarmaya çıkmışlardı.
Ellerinde bulunanı da yolda yitirdiler, Almanya sadece harabe olmakla
kalmayıp, ikiye bölünmekten de kurtulamadı.
Şükrü KARATEPE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder