15 Haziran 2020 Pazartesi

Ana Hatlarıyla Sosyoloji

Ana Hatlarıyla Sosyoloji
Okul, iş ve arkadaş çevremden edindiğim izlenim; sosyoloji ilminin toplum tarafından yeterince tanınmadığıdır. Hâlbuki sosyoloji ilmi son derece önemli bir ilim dalıdır ve bu nedenle de öğrenilmesi gerekir. İşte bu yazının amacı Sosyoloji ilmini ana hatlarıyla bu bölümü okuyan ve okumak isteyen öğrencilere tanıtmaktır. Sosyoloji ilmi tanıtılırken; önce sosyoloji tarif edilecek, Sosyoloji ilmine önemli katkısı bulunan düşünürlerin, düşüncelerine kısaca göz atılacak, ana sosyoloji teorileri (yapısal fonksiyonalizm, çatışmacılık, sembolik etkileşimcilik) kısaca tanıtılacak, Sosyoloji ilminin konularına ve araştırma sahalarına değinilecek, Sosyolojik düşünme örneği verilecek, son olarak ise Sosyolojinin amaçları ve sosyoloji öğrenmenin kazandırdıkları anlatılacaktır.

Sosyolojinin tarifi: Sosyolojinin birçok tarifi bulunmaktadır, bu tarifleri şöyle gözden geçirebiliriz.
Sosyoloji, insan cemiyetlerini ve bu cemiyetlerde meydana gelen çeşitli olayları araştıran bir ilimdir.
Sosyoloji, sosyal olayların pozitif ilimidir.
Sosyoloji, sosyetelerin (cemiyetlerin) ve burada cereyan eden din, hukuk, sanat, ekonomi gibi sosyal olgularının ilmidir.
Sosyoloji, normatif olmayan (değer hükmü koyucu olmayan) ve deneye dayalı olan bir sosyal olaylar ilmidir.
Sorokin’e göre sosyoloji, “Her kategoriden sosyal olayların genel karakterlerini inceleyen, onları birleştiren, münasebetlerin ve bağıntıların ilmidir.”
Giddes’e göre sosyoloji, “Toplumu, grupları, toplumsal ilişkileri ve kurumları sistematik olarak inceleyen bir bilim dalıdır"
Görüldüğü gibi sosyolojinin çeşitli tarifleri bulunmaktadır, fakat bu tariflerden daha çok ihata edici, en yeni, ayırt edici olanları Sorokin ve Giddens’e ait olanlardır. 

Sosyoloji ilmine katkısı bulunan düşünürler ve bunların düşünceleri: Sosyoloji ilmine katkısı bulunan birçok düşünür bulunmaktadır, fakat onların hepsini burada tanıtmak bu yazının boyutlarını aşacağından önemli gördüklerimizi tanıtmak istiyorum. 
Saint-Simon: Saint Simon’un önemi Sosyoloji ilminin kurucusu olmasından kaynaklanır. Endüstri toplumu kavramını ilk ortaya atan sosyologdur. Ahlak ve felsefenin insan ve toplum konularını kendi açılarından yani bağlı kaldıkları evrensel ve edebi öğretiler açısından inceleme ve değerlendirmelerine karşı koyan Saint Simon toplumsal gerçeği kendi özel dinamizminden itibaren açıklamak gerekir düşüncesini oluşturdu ve savundu. Sait-Simon, sosyalizmin olduğu kadar kapitalizminde ideloğu olarak görülebilir; onu hem pozitivizmin ve teknokratizmin hem de enternasyonalizmin öncüsü olarak
sayabiliriz. Onun düşüncesindeki temel özellik, derebeyleri, soylular ve rahipler gibi asalak sınıflara karşı toplumda üretici, endüstriyel sınıfların egemenliğinin kurulması isteğidir.
Aguste Comte: Comte evrimci bir düşünürdür. Tarihi bir ilerleme süreci olarak görür ve dolayısıyla iyimserdir. Onun üç hal kanunu olarak anılan evrim kuramına göre toplumlar; teolojik aşama, metafizik aşama, pozitivist aşama olmak üzere üç aşamadan geçerler. Onun sosyoloji yaşadığı dönemin bir yorumudur. Bugün dünyada Comte’un fikirleri sosyologlar arasında fazla taraftar bulamamaktadır. Comte’un sosyolojiye katkılarını şu şekilde özetlemek mümkündür.
(1) Sosyolojinin isim babasıdır.
(2) Toplumun felsefi, dini, ahlaki yorumuna karşı, bilimi öne çıkarmıştır.
(3) Yapı ve süreç olarak, insani sistemin doğasını vurgulamıştır.
Emile Durkheim: Durkheim, ilk sosyoloji profesörüdür. Sosyolojinin bağımsız bir disiplin olarak kurulmasında son derece önemli bir yeri vardır. Durkheim, sosyolojiye bilimsel statüsünü kazandırmaya çalışmıştır. Ona göre sosyoloji psikolojiden farklı olarak, bireysel bilinçle değil, “kolektif bilinç” ile ilgilidir. O’na göre kolektif (ortak) bilinç bir toplumun ortalama üyelerinin ortak inanç ve duygularıdır. “Toplumsal İşbölümü” onun doktora tezidir. Bireylerin bir toplumu nasıl oluşturduğunu anlamaya çalışır. Toplumsal varlığın olmazsa olmazı uzlaşma nasıl gerçekleşmektedir? Bir diğer ifade ile toplumu bir arada tutan ana unsurlar nelerdir? Durkheim bu soruların cevabını arar. Durkheim’in sosyolojiye bir başka önemli katkısı intihar
çalışmasıdır. Ayrıca Durkheim’in din ve yöntem konusundaki görüşleri halen en çok tartışılan konular arasındadır.
Max Weber: Max Weber hala en etkili sosyologlardan birisidir. Son derece verimli bir yazardır; ancak bir o kadar karmaşıktır. O sosyolojinin, toplumsal yaşamın önemli yüzleri arasındaki nedensel ilişkileri anlaması gerektiğini vurgulamıştır. Örneğin “Din ekonomik değişmeyi nasıl etkiler?”, “Bürokrasi bir toplumu nasıl biçimlendiriyor?” gibi. Weber, sosyolojinin değerden bağımsız olması konusunda ısrarlı olmuştur. Yani sosyoloji toplumun ne olması gerektiğini değil, ne olduğunu incelemelidir. Weber, ayrıca geliştirdiği ideal tip bürokrasi kuramı ve kapitalizmin kişilik tipini ortaya koymaya amaçlayan Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu çalışmaları ile hala sosyal teorinin en önemli referanslarından biri olmaya devam etmektedir.
İbn Haldun: İbnı Haldun’nu ünlü kılan hiç şüphesiz ki abidevi eseri Mukaddimedir. O bu yapıtını dünya tarihine bir giriş olarak yazmıştır. Kitap tarih felsefesi ve sosyoloji alanında yazılmış özgün bir eser olarak bilim ve düşünce tarihinde müstesna bir yere sahiptir. İbnı Haldun tarihi ve tarihsel olayları, sosyal bilimin temeli olarak görmüş ve bu şekilde ilk kez batı sosyolojisinden çok erken bir dönemde, deneysel ve teorik sosyolojinin temellerini atmıştır. O, ortaya attığı düşünceleri sürekli olarak tarihi olayların tanıklığına başvurarak, düşünsel bir kurgu olmaktan çıkarmaya çalışmıştır. Üstelik bunu yaparken uzun vadeli bir perspektif kullanarak, tarihsel olayların ayrıntılarına boğulmamıştır. Bu bakımdan o, tarihçi ve sosyolog kişiliğini Mukaddimede gerçek bir senteze ulaştırmıştır. Mukaddimeyi isteyen tarih kitabı olarak, isteyende sosyoloji kitabı olarak okuyabilir.

Ana sosyoloji teorileri:
Sembolik Etkileşim Teorisi: Sembolik etkileşimciler, “şeylere atfettiğimiz anlamlar” olan sembolleri, toplumsal yaşamın temeli olarak görürler. Onlara göre, anlamlar, bireyler arasındaki etkileşimin sonucunda oluşurlar. Toplum, bu etkileşimin bir ürünü olarak görülür. Sembolik etkileşimcilik şu üç önermeye dayanır:
(I) İnsanlar şeylere karşı, şeylerin kendilerinde ifade ettiği anlamlara göre tavır alırlar.
(II) Bu anlamlar, birinin muhataplarıyla olan etkileşiminden çıkarsanır.
(III) Bu anlamlar yorumsal bir süreçte değişime uğrar.
Sembolik etkileşim şeklinde bir örnek bir olayı Polama şöyle analiz eder; Bazıları için yılan, iğrenç bir sürüngen, doğa bilimciler
için ise doğanın dengesindeki esas halkalardan biridir. Bir insanın bahçesinde gördüğü zararsız bir yılanı düşünmeksizin öldürmesi ya da doğanın güzelliğinden büyülenmişçesine seyretmesi, o kişinin bu nesneye atfettiği anlama bağlıdır. Bireyin iradesinin aşırı önemsenmesi ve sistematik bir çerçeveye sahip olmadığı gerekçesiyle sembolik etkileşim teorisi geçmişte eleştiriye uğramıştır.
Yapısal-Fonksiyonalist Teori: Yapısal fonksiyonalist teoride, toplumlar birer bütündür ve birbiriyle ilişkili parçalardan meydana gelen sistemlerdir. Her parçanın anlamı, yalnızca sistem içinde özel bir işlevi yerine getirdiği bütünle ilişkisi içinde ortaya çıkar.
Bu teori, daha çok mikro düzeyde analiz yapan sembolik etkileşimcilerden farklı olarak, sosyolojinin odak noktasını makro analize çevirmiştir. Fonksiyonalist teori, yapı ve düzen kavramlarına vurgu yapar ve toplumu kendi içinde birbiriyle bağlantılı bir sistem olarak görür.  
Çatışma teorisi: Yapısal fonksiyonel modelin istikrar ve uzlaşma gibi vurgularına karşılık, çatışmacı sosyologlar, toplumsal dünyayı sürekli bir mücadele alanı olarak görürler. Çatışmacı perspektife göre toplusal davranış, en iyi birbiri ile yarışan gruplar arasındaki gerilim ve çatışma açısından anlaşılabilir. Çatışmalar şiddet gerektirmez. İşgücü müzakerelerinden, dini gruplara kadar çatışmalar her yerde bulunabilir.
Sosyoloji ilminin konuları ve araştırma sahaları: Kısa olarak sosyolojinin konusu, sosyal bünye ve sosyal değişmedir. Sosyoloji çok geniş bir sahaya sahip ilim dalıdır. Bir yazarın ifadesiyle “bugün güneşin altındaki her şeyin sosyolojisi vardır” Bu geniş ilgi sahasına rağmen sosyoloji ilminin inceleme sahalarını şöyle sıralayabiliriz:
Sosyal yapıların incelenmesi (Sosyal Morfoloji): Grubu meydana getiren birimlerin birbirine göre durumları, coğrafi çevreye göre durumları, bir arada görünüşü, o grubun maddi yapısını oluşturur. Bu maddi yapının incelenmesine sosyal morfoloji denir ve sosyal şekil bilgisi demektir.
Sosyal fonksiyonların incelenmesi (Sosyal Fizyoloji): Sosyolojinin bu kolu, cemiyetin birer organı durumunda bulunan sosyal kurumların işleyişini inceler. Aile, dil, din, ahlak, hukuk, gelenek, eğitim, siyaset, ekonomi gibi sosyal kurumların doğuş, gelişme ve fonksiyonlarını inceler.
Sosyal problemlerin incelenmesi: Sosyal problemler bütün huzursuzluk halleridir. Değişmenin büyüklüğüne ve hızına göre sosyal problemler artar. Cemiyet, çözüme ulaşma yolları arar. İntibaksızlığın ferdi veya kolektif olduğu malumdur. Ferdi intibaksızlık psikolojiyi ilgilendirir. Fakat makineleşme ile işsizliğin artması, fiyat hadiselerinden doğan ekonomik problemler ve benzeri çeşitli olaylar sosyolojinin inceleme alanına girer. Çağdaş sosyolojinin bilhassa bu gibi problemlerin çözümüne yönelmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Sosyal Olaylarla Çeşitli Dinamikler Arasındaki Münasebetlerin İncelenmesi:
Sosyal olaylar arasında ve onlarla çeşitli dinamikler arasında ilgi ve bağıntı vardır. Enflasyon ile suç arasında, savaş ile sefalet, barış ile refah arasında ilgileşim vardır. İlgileşim çeşitli şekillerde olabilir. Yeni sosyolojinin burada dikkat ettiği nokta ircacı ve doktiriner teşebbüse kaçınılmamasıdır.
Sosyolojik düşünme örneği: Athoyn GİDDENS’ten bir örneği aktaralım. Sıradan bir şeyi, bir fincan kahve içmeyi ele alalım. Hiçte ilginç görünmeyen böylesi bir davranış biçimi hakkında, sosyolojik bir bakış açısıyla söyleyecek ne bulabiliriz? Pek çok şey Öncelikle, beyin üzerinde uyarıcı bir etkisi olan kafein içeren kahve, keyif verici bir maddedir. Pek çok kişi kahveyi, sağladığı “fazladan uyanıklık” için içer. İş yerindeki uzun günler ve ders çalışmakla geçen geceler kahve molalarıyla daha çekilir hale gelir. Kahve alışkanlık yaratan bir maddedir, ne ki batı kültüründe kahve tiryakileri birçok insan tarafından uyarıcı kullananlar dize görülmezler. Alkol gibi kahvede toplumun kabul ettiği bir uyarıcıdır, oysa örneğin marihuana böyle kabul gören madde değildir. Yine de marihuana, hatta kokain kullanımını hoş gören, ancak hem kahve hem de alkole soğuk bakan toplumlar vardır. Sosyologlar niye böyle karşıtlıklar olduğuyla ilgilenirler.
İkincisi, bir fincan kahve içen biri, dünyanın bütününe yayılan karmaşık bir toplumsal ve ekonomik ilişkiler kümesi içerisinde yer almaktadır. Kahve, gezegenimizin en zengin ve en yoksul bölgelerindeki insanları birbirine bağlayan bir üründür, zengin ülkelerde büyük miktarlarda tüketilir, ancak esas olarak yoksul ülkelerde üretilir. Kahve, petrolden sonra uluslar arası ticaretteki en değerli maldır; pek çok ülke için, dış ticaretten elde edilecek en yüksek kazancı sağlar. Kahvenin üretimi, taşınması ve dağıtımı, kahveyi içen kişiden binlerce kilometre uzaktaki insanlar arasındaki sürekli etkileşimleri gerektirir. Böylesi küresel etkileşimlerin incelenmesi, yaşamlarımızın pek çok yönünün artık dünya ölçeğindeki toplumsal etkenler ve iletişimler tarafından etkilenmesi yüzünden, sosyolojinin önemli bir ödevidir.
Üçüncüsü, bir fincan kahve yudumlamak, bütün bir geçmiş toplumsal ve ekonomik gelişme süreçlerini varsayar. Şimdilerde Batı beslenme biçiminin çok bilinen diğer kalemleriyle –çay, muz, patates ve beyaz şeker gibi- birlikte kahve ancak 1800’lerin sonlarından başlayarak çokça tüketilir hale gelmiştir. Kahvenin kökeni Ortadoğu olsa da, kitlesel tüketimi, yaklaşık yüzeli yıl kadar önce, Batının sömürgeci yayılma döneminde başlamaktadır. Batı ülkelerinde bizim içtiğimiz kahvenin neredeyse hepsi, Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmiş bölgelerden (Güney Amerika ve Afrika) gelmektedir; kahve hiçbir biçimde, Batı beslenme biçiminin doğal bir parçası değildir.
Dördüncüsü, kahve küreselleşme, uluslar arası ticaret, insan hakları ve çevrenin yok edilmesi hakkındaki çağdaş tartışmaların merkezinde yer alan bir üründür. Kahve, yaygınlaştıkça “markalaşmış” ve siyasallaşmıştır. Tüketicilerin hangi çeşit kahveyi içecekleri ve kahveyi nereden satın alacakları konusundaki seçimleri, yaşam biçimi tercihleri haline gelmiştir. İnsanlar yalnızca organik kahve, doğal yollardan kafeinsizleştirilmiş kahve ya da “adil bir biçimde alınıp satılan” (gelişmekte olan ülkelerdeki küçük kahve üreticilerine piyasa fiyatının tamamını ödemek üzere geliştirilen mekanizmalar yoluyla) kahve içmeyi tercih edebilirler. Starbucks gibi, “şirketleşmiş” kahve zincirleri yerine “bağımsız” kahvecileri desteklemeyi tercih edebilirler. Kahve içenler, insan hakları ve çevre sicilleri kötü olan ülkelerden gelen kahveyi boykot etmeye
karar verebilirler. Sosyologlar küreselleşmenin, insanların gezegenin uzak köşelerinde ortaya çıkan sorunlar hakkında bilinçlenmelerini nasıl artırdığını ve onları yeni ortaya çıkan bilgileri kendi yaşamlarında kullanmaya nasıl yönelttiğini anlamaya çalışırlar.

Sosyolojinin amacı ve sosyoloji öğrenmenin gerekleri:
Sosyolojinin amacı, toplumu ya da toplumsal ilişkileri bilimsel olarak incelemek, kalıplaşmış düzenliliklerden hareketle bu konulardaki toplumsal kurallara ve yasalara ulaşmaktır.
Sosyoloji öğrenmenin gerekleri;
(1) İyi Sosyoloji eğitimi almış birey, toplumsal hayat hakkında eleştirel düşünmeyi/sorgulamayı öğrenir.
(2) Sosyolojik hayal gücü insanlara günlük bakışın ötesine geçiş imkânı sağlar. Toplumsal ve kültürel ilişkiler hakkında farkındalığımızı artırır. Duygularımızı keskinleştirip, gözlerimizin daha çok açılmasına yardımcı olur. Daha önce görmediğimiz insanlık durumlarını keşfedebiliriz.
(3) Sosyolojik düşünmek baskıcı bir dünyayı esnekleştirir. Bize dünyanın şimdi olduğundan farklı bir dünya olabileceğini gösterir.
(4) Sosyolojik düşünme sanatını öğrenen insan daha az maniple edilebilir.
(5) Sosyoloji, çevremizdeki insanları, onların hasletlerini, düşlerini, kaygılarını ve acılarını daha iyi anlamamızı sağlar. Empati yeteneğini güçlendirir. Öteki toplumlar ve gruplar hakkında bilgimizi artırır. Korku ve zıtlaşma yerine, hoş görüyü teşvik eder. Özgürlüğümüze katkıda bulunur. ( Sosyoloji, bu sebeple sık sık politik ihanetle suçlanır.)
(6) Sosyolojik düşünmek, sosyal değişmeyi teşvik eder. Sistemin işleyişi hakkında ne kadar bilgiye sahip olursak, onu değiştirebilecek gücümüz o kadar çok olur.
(7) Sosyolojik perspektif, hem sınırlarımız hem de imkânlarımız hakkında farkındalığımızı artırır. İçinde yaşadığımız toplumun işleyiş kalıplarını anlamamızı sağlar.
(8) Sosyoloji, insan eylemlerini geniş çaplı oluşumların öğeleri olarak görme alışkanlığı kazandırır.
(9) Sosyolojik hayal gücü, tarihsel dönemlere ve bu dönemlerin olgularına çok sayıdaki insanın meslekleri ve iç yaşamları açısından bakabilme yeteneğini kazandırır.
(10) Sosyoloji, bugüne kadar tartışmasız doğru kabul edilen inançları eleştirme, kesin olduğu iddia edilen görüşleri çözümleme ve sorgulama alışkanlığı kazandırır.
(11) Sosyoloji sosyal bilimlerin bir şemsiyesidir. Bu şemsiye altında yer alabilecek tarih, hukuk, coğrafya, psikoloji, iktisat gibi
sosyal ilimlerin açık ve seçik olarak gelişebilmeleri, bu bilimlerin sosyoloji ile sıkı ilişki kurabilmelerine bağlıdır.
Kaynaklar :
Doğan ERGUN 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı Gerçek Yayınevi
Prof.Dr. Gönül İÇLİ Sosyolojiye Giriş Anı yayıncılık
Anthoyn GİDDENS Sosyoloji Ayraç Yayınevi
Sosyolojiye Giriş Martı Kitap Yayınevi
Stephan COLE Sosyolojik Düşünme Yöntemi Sosyoloji Bilimine Giriş Vadi Yayınları
Zygmunt BAUMAN Sosyolojik Düşünmek Ayrıntı Yayınları
Veysel BOZKURT Değişen Dünyada Sosyoloji Temeller Kavramlar Kurumlar Alfa Kitapevi
Prof.Dr. Mustafa E.Erkal SOSYOLOJİ (TOPLUMBİLİM) Der Yayınları



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder