Dharma; evrenin değişmez kanunlarına ve adaletine
verilen addır. Başka bir deyişle orta yoldur. Evrenin ve insanların bir
dharması vardır. İnsanın kendi dharmasına “Svadharma” denir. Olması
gereken orta yoldan sapmalar olunca dharmadan uzaklaşılır ve bu bazı
olumsuzluklara neden olur. Dharma’nın dışına çıkınca karmalar oluşur.
Karmik yasa; etki-tepki yani nedensellik
yasasıdır. Doğada fiziksel etki-tepki prensipleri nasıl geçerliyse, insan
da doğanın bir parçası olduğundan; bu kural insanoğlu için de geçerlidir.
İnsanlar da doğal düzene tabidir. Günümüz insanının en büyük yanılgısı,
kendisini doğadan ayrı görmesi, onun yasalarına karşı gelmesi ve tüm
doğanın insanlığın hizmetinde yönetilebilen bir şey olduğunu düşünmesidir.
Bunun böyle olmadığı, en basit bir örnekle yaşanan doğal felaketlerle
görülebilir. İnsanlık bu düşüncesinden dolayı doğayla adeta savaşarak,
kendi yaşadığı yerin sonunu hazırlamaktadır. Karmayı anlamak için,
düşüncelerin somut şeyler olduğunun farkına varmamız gerekir. İlk evren
maddeden değil, kozmik şuurdan oluşmuştur. Madde, düşünce gücüne
insanların fark ettiğinden daha fazla karşılık verir. Çünkü irade gücü
enerjiyi yönetir, enerji de karşılığında maddeye tesir eder. Madde
gerçekten enerjidir. İrade ne kadar güçlü olursa,
enerjinin kuvveti o kadar büyük olur ve sonuç olarak enerjinin maddesel olaylar üzerindeki etkisi de o oranda büyük olur. Bir eylem, eylemin arkasındaki enerji tipine ve gücüne tam olarak karşılık veren bir tepkiyi evrenden davet eder. Enerji , manyetik bir alan oluşturur. Bu manyetik alan, eylemin sonuçlarını kendine çeker.
enerjinin kuvveti o kadar büyük olur ve sonuç olarak enerjinin maddesel olaylar üzerindeki etkisi de o oranda büyük olur. Bir eylem, eylemin arkasındaki enerji tipine ve gücüne tam olarak karşılık veren bir tepkiyi evrenden davet eder. Enerji , manyetik bir alan oluşturur. Bu manyetik alan, eylemin sonuçlarını kendine çeker.
Ego şuuru, bir kişinin hareketlerinin,kendisi için
kişisel sonuçları olacağını garantiler. Eğer çabuk sonuçlar almak için bir
düşünceye veya eyleme neden olan irade gücü yeteri kadar güçlü değilse
ya da hamlesi birbirine zıt diğer enerjiler tarafından engellenirse, bu sonuçlar gecikebilir. Bununla birlikte er ya da geç bedenin olsun, düşüncenin olsun ya da arzunun olsun; hareketin son tepkimesini biçmesi gerekir. Bu, kendini tamamlayan bir çember gibidir. Zaman unsurundan dolayı tepkileri alması gecikebilir. Birey, bir takım güçler yayar, bu güçler evrende bazı direnç katmanlarına çarparak bireye geri yansır. Bazıları çevrenin etkisiyle geciktirilir, bazıları diğer kuvvetlerle karışır ve etkisizleşir veya bir şekilde yönünü değiştirir; fakat sonuçta öyle ya da böyle bireye ulaşır. İnsan sadece karmanın belirlediğini yaşamaz; sürekli kendisi de karma oluşturduğundan; geleceğinin büyük kısmının henüz şekillenmediği ve belli olmadığı söylenebilir. İnsanlar nadiren kendi hareketlerinin kötü olduğunu düşünürler. Yaptıkları ne olursa olsun, onlara iyi niyetli gibi görünür. Eğer diğerlerine ve böylece varlıklarının daha derin seviyesinde uyumsuzluk yaratırlarsa; bu uyumsuzluk dalgaları uyumsuzluk şeklinde kendilerine geri dönecektir. Her hareket, her düşünce karşılığında oluşan ödüllerini biçer. İnsanın acı çekmesi, Tanrı’nın insanoğluna olan öfkesinin işareti ya da Tanrı’nın insanlar için önceden hazırladığı bir senaryo değildir. Acının, insanoğlunun ilahi yasa yani dharma hakkındaki bilgisizliğinin bir işareti olduğunu söylemek daha doğru olur. Yasa, işleyişinde sonsuza dek şaşmaz. Eğer mutsuz isek; bu sadece mutsuzluk ektiğimiz anlamına gelir. Başka kimse bizim için mutsuzluk yaratmaz. Elbette ekmekle biçmek arasında bir boşluk vardır ve bu boşluk nedeniyle başka birinin sorumlu olduğunu düşünürüz ya da başımıza gelenlerin nedenini bir türlü anlayamayız. Bu boşluk bizi yanıltır. Geçmişte kendimizin ne yaptığımız hakkında hiç bir fikrimiz yoktur ve aniden birşey biçmemiz gerektiğinde ve bunu nereden geldiğinin anlayamadığımızda doğal olarak dışarıda bir neden aramaya başlarız. Eğer bir neden bulamazsak bir şey icat ederiz. Fakat tüm karma teorisi budur yani ne ekersek onu biçeriz.
ya da hamlesi birbirine zıt diğer enerjiler tarafından engellenirse, bu sonuçlar gecikebilir. Bununla birlikte er ya da geç bedenin olsun, düşüncenin olsun ya da arzunun olsun; hareketin son tepkimesini biçmesi gerekir. Bu, kendini tamamlayan bir çember gibidir. Zaman unsurundan dolayı tepkileri alması gecikebilir. Birey, bir takım güçler yayar, bu güçler evrende bazı direnç katmanlarına çarparak bireye geri yansır. Bazıları çevrenin etkisiyle geciktirilir, bazıları diğer kuvvetlerle karışır ve etkisizleşir veya bir şekilde yönünü değiştirir; fakat sonuçta öyle ya da böyle bireye ulaşır. İnsan sadece karmanın belirlediğini yaşamaz; sürekli kendisi de karma oluşturduğundan; geleceğinin büyük kısmının henüz şekillenmediği ve belli olmadığı söylenebilir. İnsanlar nadiren kendi hareketlerinin kötü olduğunu düşünürler. Yaptıkları ne olursa olsun, onlara iyi niyetli gibi görünür. Eğer diğerlerine ve böylece varlıklarının daha derin seviyesinde uyumsuzluk yaratırlarsa; bu uyumsuzluk dalgaları uyumsuzluk şeklinde kendilerine geri dönecektir. Her hareket, her düşünce karşılığında oluşan ödüllerini biçer. İnsanın acı çekmesi, Tanrı’nın insanoğluna olan öfkesinin işareti ya da Tanrı’nın insanlar için önceden hazırladığı bir senaryo değildir. Acının, insanoğlunun ilahi yasa yani dharma hakkındaki bilgisizliğinin bir işareti olduğunu söylemek daha doğru olur. Yasa, işleyişinde sonsuza dek şaşmaz. Eğer mutsuz isek; bu sadece mutsuzluk ektiğimiz anlamına gelir. Başka kimse bizim için mutsuzluk yaratmaz. Elbette ekmekle biçmek arasında bir boşluk vardır ve bu boşluk nedeniyle başka birinin sorumlu olduğunu düşünürüz ya da başımıza gelenlerin nedenini bir türlü anlayamayız. Bu boşluk bizi yanıltır. Geçmişte kendimizin ne yaptığımız hakkında hiç bir fikrimiz yoktur ve aniden birşey biçmemiz gerektiğinde ve bunu nereden geldiğinin anlayamadığımızda doğal olarak dışarıda bir neden aramaya başlarız. Eğer bir neden bulamazsak bir şey icat ederiz. Fakat tüm karma teorisi budur yani ne ekersek onu biçeriz.
Yaşamımızın
tüm sorumluluğunu üzerimize almamız gerekir. Başlangıçta “Bu cehennemin
nedeni benim” düşüncesini kabul etmek zordur. Fakat bu kabul edilirse çok
geçmeden bu değişim kapılarını açmaya başlar ve kendi cehennemimizi
yaratabiliyorsak, cennetimizi de yaratabileceğimizin farkına varırız.
Sorumluluk özgürlük getirir, yaratıcılık getirir. Her ne isek
bunu kendimizin yarattığını gördüğümüz an, tüm dış nedenlerden ve
şartlardan kurtulmaya başlarız. Bireysel karmalar olduğu gibi
toplumsal karmalar da vardır. Fiziksel ya da zihinsel olsun, bir birey ya
da bir grup, bir millet ya da milletler grubu tarafından yapılmış olsun,
karma eylemdir. Bir bireyin kitle karmasından etkilenip etkilenmemesi
kendisinin bireysel karma gücüne bağlıdır. Örneğin düşen bir uçakta
ölenlerin hepsinin ölmelerini gerektiren karmaların olması gerekmez. Bu
felakette sadece çoğunluğun karması, yaşayacak azınlıktan daha güçlü olmuş
olabilir. Öte yandan yaşamak için yeteri kadar güçlü karması olanlar, ya
düşme anında ya da ilk etapta bu uçağa binmekten
alıkonarak kurtulabilirler. Ulus karması, insanların bir bütün olarak
kozmik yasalarla uyum sağlama derecesine bağlıdır.
Karma, ceza kavramıyla çoğu kez
karıştırılmaktadır. Karma ceza değil, sadece harekettir. Hareket birçok
şekillerde olabilir. Doğuştan, iyi, kötü, ya da iyiyle kötü arasında geçiş
olarak hizmet veren nötr hareket olabilir. Evrenin kendisi Hindu
kitaplarına göre üç niteliğin bir karışımıdır; iyi, harekete geçirici ve
kötü. Sattwa guna denilen iyi nitelik, şuuru Tanrı’daki kaynağına doğru
yükseltir. Harekete geçirici, rajas veya raja guna, mutlaka harekete geçirici
olmasa da insanları ego yararına olan harekete doğru iter. Kötü günaha ise
tamas denir. Kötüdür çünkü anlayışı karartır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder