Hastalık
hastalığı tabirini günlük dilde çok kullanırız. Hastalık hastaları, türlü
şikayetlerle doktor doktor gezerler, milyarlarca liralık tahlil yaptırırlar,
bedenlerinde hiçbir rahatsızlık tespit edilemez, ama sağlam olduklarına bir
türlü ikna edilemezler. Gerçekten hastalıkları bulunabilir, ancak hastadaki
belirti hastalıkla açıklanamayacak derecede şiddetlidir.
Tıpta
hastalık hastalığına hipokondriyazis, hastalık hastalarına da hipokondriyak
denir. Hipokondriyaklar sürekli hastalıklarından bahsederler, kimi görseler
hallerinden yakınırlar, ağlarlar, sızlarlar. Kimseyle tatlı tatlı sohbet
edemez, bahsi derhal hastalığa getirirler. Karınları ağrır, göğüsleri yanar,
beyinleri uyuşur, ayakları tutmaz, nefesleri daralır, bezeleri şişer. Kötümser,
kaygılıdırlar. Yapılmadık tetkik, gidilmedik doktor bırakmamışlardır. Her uzmandan
‘Sağlamsın’ güvencesini aldıkları halde, yine de vücutlarında teşhisi
konulamayan ciddi bir hastalık olduğu düşüncesinden kurtulamazlar.
Hipokondriyaklar
bir türlü durduramadıkları hastalık sohbetleriyle, çevrelerinde estirdikleri
matem havasıyla, ikide bir doktorlara hastanelere taşınmalarıyla yakınlarında
usanç yaratırlar. Sinemada, edebiyatta mizah konusu olurlar. Ama hakikaten
halleri perişandır hastalık hastalarının. Obsesif kompülsifler nasıl
saplandıkları bir takıntıdan kendilerini kurtaramıyorlarsa, hipokondriyaklar da
hastalık fikrinden kendilerini kurtaramazlar. Ölümlerinin yaklaştığını,
ölmeseler de sürüneceklerini kurup dururlar. Okuduklarından, duyduklarından,
birinin hastalandığını öğrenmelerinden, kendi vücutlarıyla ilgili
gözlemlerinden dehşete kapılırlar.
Sağlığı
konusunda evhamlı insanlar çoktur. Hipokondriyaklarda iş, sıradan bir evham
boyutunu çok aşmıştır. Hastalık dışında hemen hemen hiçbir şey düşünmez,
sağlıklarından başka hiçbir konuyu umursamazlar. İşlerine, evlerine, eşlerine,
çocuklarına, arkadaşlarına, hobilerine olan ilgilerini kaybetmişlerdir. Tek bir
hobileri kalmıştır: tıp. Ailelerinden, dostlarından çok doktorlarla beraber
olmak, doktorlarla konuşmak isterler. Doktor doktor gezenlerin yanı sıra tek
bir doktora bağlananlar da vardır. Bu doktor, hastalık hastasının hayatındaki
en önemli kişi haline gelir.
Dolayısıyla
tıp bilgileri de genellikle kuvvetlidir. Hatta doktorlara bile bilgiçlik
taslarlar. Gazetelerde sağlık köşelerinin sıkı takipçisidirler. İlaç
prospektüslerini hıfz ederler. Evleri ilaç deposu gibidir. Reçete edilen her
ilaçtan da birkaç tane almış, sonra ecza dolaplarına kaldırmışlardır. Zira
kendilerine hiçbir ilaç iyi gelmez. Bu kişilerde her türlü hap, iğne iki üç gün
sonra yan etki yapmaya başlar. ‘Bu ilaç da yaramadı,’ deyip başka bir doktor
aramaya koyulurlar.
Bir
açıdan durumları takıntı hastalarından daha kötüdür. Takıntı hastaları
psikolojik sorunları olduğunu bilirler, psikiyatriste kendi istekleriyle
giderler. Hastalık hastaları ise psikiyatriste gitmeleri önerildiğinde, bunu
beyhude bir iş olarak görürler. Çünkü problemin ‘kafalarında’ değil
bedenlerinde olduğuna inanırlar. Doktor hayatlarındaki üzüntüleri (sevgiler, iş
sorunları, korkular, hayal kırıklıkları...) sormaya çalışırsa ya duymazlıktan
gelirler ya kızarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder