Platon’un
İdealar Kuramı üzerine neler inşa edebildiğini görmeden önce, idea kelimesinin
Platon için ne ifade ettiğini anlamalıyız. İdealar yalnızca nesnelerin düşünsel
karşılıkları değildir. Nesnelerin olduğu kadar, nesnesel karşılığı bulunmayan,
“adalet, eşitlik, güzellik” gibi soyut kavramların da, kendi ideaları vardır.
Ve idealar evreninde, idealar, en üstlerinde Platon’un Tanrı ile
özdeşleştirdiği “İyi İdeası”nın da bulunduğu bir sıra düzeni içindedirler.
Somut nesnelerin olduğu kadar soyut kavramların da ideaları olduğunu düşünerek,
fizikî ve sanal evreni ayrı ayrı inceleyecek olursak; sanal evrende ki formlar
hakkında bilgilerimizin tam ve kesin olduğunu, oysa fizikî evrende bulunan
nesneler hakkında ise ancak bir kanı, yaklaşık bir bilgi sahibi olabildiğimizi
görürüz. Çünkü fizikî evrende algıladığımız hiç bir nesnenin, zihnimizde
canlandırdığımıza tıpa tıp uyduğunu iddia edemeyiz. Fizikî evreni algılamamız
sürekli yuvarlamalara mahkumdur. Bu iddiayı daha iyi açıklayabilmek için şu
misaller verilebilir : Dünyada 1 metre uzunluğu ölçtüğümüz milyonlarca belki
milyarlarca 1 metrelik cetveller olabilir ama aslı Paris’te Luvr müzesinde özel
şartlarda koruma altındadır. Diğerleri ona çok yaklaşık uzunlukta olabilirler
ama mutlak eşitliklerini kimse iddia edemez. Algılamalarımızda ki yuvarlamalara
Felsefe dünyasından bir başka ünlü örnek : Heraklitosun “Bir nehrin aynı
sularından iki defa asla geçemeyiz, ama biz hep aynı nehri geçtiğimizi
zannederiz”, sözüdür.
Platon,
anlatmaya çalıştığımız bu İdealar Kuramı üzerine, mantıktan metafiziğe,
matematikten sanata ve nihayet teolojiden ideal toplum düzenine uzanan, günlük
hayatı tüm boyutlarında tarif eden sistemler inşa etmiştir. Bunlara da kısaca
değinilmesi bu kuramın ne işe yaradığını bilmek açısından gereklidir.
İdealar
Kuramının mantığı ilgilendiren yönü, genel sözcüklerin anlamıyla ilgilidir.
Misal olarak “kedi” sözcüğünü ele alalım : Dünya da “kedi” tarifimize uyan bir
çok hayvan olduğunu hepimiz kabul ederiz. Aslında bu sözcükle neyi
kastediyoruz? Doğrusu, her özel kediden ayrı bir şeyi… Bir hayvan, tüm kedilere
özgü olan genel yapıyı taşıdığı için kedidir ama “kedi” sözcüğünün anlattığı
şey herhangi bir kedi değil “evrensel”, yani “tümel” kedidir. İşte bu sanal
kedi herhangi bir kedi doğduğunda doğmaz, ölünce de ölmez, uzayda veya zamanda
bir yer kaplamaz. İşte İdealar Kuramının mantığı ilgilendiren yönü budur. Bu
bölümün kanıtları daima güçlü ve geçerlidir, ama öğretinin metafizik bölümünden
de tümüyle bağımsızdır.
Platon
öğretisinin metafiziği ilgilendiren bölümüne göre “kedi sözcüğü” belirli ideal
bir kediyi, Tanrının yarattığı tek bir kediyi dile getirir. Çevremizde
gördüğümüz canlı olan kediler ideal kediyle ortak bir yapıya sahiptirler, fakat
az ya da çok eksiktir bu ortaklıkları. Bu türden çok kedi vardır ama sadece
ideal kedi gerçektir, tek tek kedilerse görüntüsel.
Platon’a
göre, ruh gözü ile idealar evreninde gördüklerimizin somut nesnelere
uygulanışından Matematik ve Geometri ilimleri oluşur. Gerçek olan sadece
İdealar evreni olduğundan, bu ilimlerin de ancak bu ortamda varlığından söz
edilebilir. Mesela daireye sadece bir noktada değen teğet çizgisinden ancak
böyle bir kabul altında söz edilebilir. Ona göre sayılar dizisi idealar
evreninin ilk basamağıdır. Şayet matematiği idealar evreninde yok farz edersek
geriye ne sayma ne ölçme kalır. Platon’un sayılar konusundaki görüşlerinde,
Pisagorcuların etkili olduğunu, öğrencisi Aristo’nun yazılarından biliyoruz.
Fizikî
dünyanın, idealar evreninin sadece kötü bir kopyası olduğunu iddia eden bir
algılayış biçiminde, resim, heykel gibi görsel sanatlara fazla önem verilmesini
beklemek herhalde yanlış olur. Bu tür sanatlar, Platon için gerçeğin kötü bir
kopyası olan dünyanın, daha da kötü başka kopyalarını üretme çabaları olarak
tanımlanır. Buna paralel olarak edebiyat ve müzik gibi sanatlarda, sanatsal
amaçlı değil toplumsal eğitimin bir parçası olarak, yani sadece bir araç olarak
anlam ifade ederler.
Başta
da işaret ettiğimiz gibi, bütün bu felsefi çabalar, aslında zihinlerde bir
ideal devlet anlayışını oluşturmak adına yapılmaktadır. Bu sebeple Platon’un
siyaset felsefesi konusundaki fikirleri, tüm eserlerine yayılmıştır. Düşünceye
başlangıç noktası hepsinde aynıdır : İki türlü evren, iki türlü bilgi olduğuna
göre yapılacak şey, nesneler evrenindeki her şeyi, özellikle toplumsal
kurumları, olabildiğince idealar evrenine benzetmeye çalışmaktır. Devlet isimli
diyalogunda belirttiğine göre insanların toplu yaşamalarına yol açan, bir başka
deyişle toplumu yaratan neden, insanların kendi kendilerine yeterli olmayıp, yaşamak
için başka insanlara olan gereksinmeleridir. Örneğin çiftçi kunduracının
yaptıklarına kunduracı çiftçinin yetiştirdiklerine muhtaçtır. Kısacası, toplumu
yaratan şeyin bu iş bölümü olduğu söylenir. Bu iş bölümünden yola çıkılarak
sınıflı toplumun yapısı oluşturulmaya çalışılır. Platon zihinsel güçleri yerine
bedenî güçleri ile çalışanları, “besleyiciler sınıfı”na sokar. Bu sınıf
yalnızca üretim işleriyle uğraşmalı askerlik, yöneticilik gibi beceremeyeceği
işlerle uğraşmaya kalkmamalıdır. Doğuştan yürekli, güçlü ve çevik olanlarsa,
askerler, yani “koruyucular sınıfı”nı oluşturacaklardır. Böylece Platon’un
Devlet isimli eserinde taslağını çizdiği “ideal devlet”in iki ana sınıfı ortaya
çıkmış olur. “Yöneticiler”, koruyucular sınıfı içinden seçilip yetiştirilen
belirli sayıda insan olacağı için onların sınıftan çok bir grup, bir kadro
olacakları söylenebilir. Böylece besleyiciler sınıfı, koruyucular sınıfı,
yönetici kadro olarak üçlü bir yapı oluşur. Platon ideal devlette, toplum
yöneticilerine, toplum yararına olan bazı “yararlı yalanlar” söyleme hakkı da
tanır. Bu yalanlardan biri, halkın böyle tabakalı bir toplum düzenine karşı
çıkmasını önlemek için anlatılabilecek olan “metaller mitosu”dur. Platon,
yöneticilerin, halkı şu mitosa inandırmalarını ister :
“Bu
toplumun birer parçası olan sizler birbirinizin kardeşisiniz. Ama sizi yaratan
tanrı, aranızda önder (yönetici) olarak yarattıklarının mayasına altın
katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı (koruyucu) olarak
yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçilerin ve öteki işçilerin (besleyicilerin)
mayasına da demir ve tunç katmıştır. Aranızda bir hamur (maya) birliği olduğuna
göre, sizden doğan çocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir.
”Böylece
Platon, işbölümüne, doğuştan kalıtımsal farklılıklara dayandırdığı sınıflı
toplumu, akıllıdan akıllı, güçlüden güçlü çocukların doğacağını söylediği bir
“ırk öğretisi”nin yardımıyla, sınıflar arasında pek küçük bir geçişkenliğin
bulunacağı bir yarı kast toplumu biçimine sokmaktadır. Halka, “mayasında demir ya
da tunç karışık olanların önderlik edeceği gün kentin yok olacağını tanrı
buyurmuştur” denecektir.
Bu
şekilde, genel çizgiler içersinde sizlere aktarmaya çalıştığım Platon’un ideal
devlet anlayışının, aslında sınıfların iç yapılarında yurttaşların evlilik
hayatlarına kadar giren çok detaylı bir kurallar içeren bir sistem olduğunu
unutmamalıyız.
Platon
bu devlet anlayışı ile günümüzde çok kullanmakta olduğumuz bir başka sözcüğe de
babalık etmiştir : Ütopya. Platon’un “Devlet” adlı eserinde anlattığı, ama sonraları
gerçekleşmesinin imkansızlığını kendisinin de anladığı bu devlet sistemine,
yunanca “hiç bir yerde olmayan” anlamında : Ütopya denilmiştir. Platon, ileri
yaşlarında kaleme aldığı “Nomoi/Yasalar” adlı eserinde ise, “Politea/Devlet”
yapıtındaki sosyalist toplumu az da olsa üretim araçlarının paylaşımı konusunda
liberalleştirmiştir. Ayrıca, yöneticilerin keyfî kararlarının yasalardan üstün
olmaması için, hukukun üstünlüğü prensibini getirmiştir. Fakat bu son eserinde
bile, yine de derinliğine bir dinsel duygu egemendir. Sokrat’tan da önce
yaşamış olan Protogoras “insan her şeyin ölçüsüdür” derken Platon “Yasalar”da,
“her şeyin ölçüsü insan değil, Tanrı’dır” demektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder