19 Haziran 2020 Cuma

Kaliforniya Sendromu

Kaliforniya Sendromu

Üç ana belirtisi var: Zevke düşkünlük, benmerkezcilik, yalnızlık...
Bu belirtileri mutsuzluk izliyor. Psikiyatri uzmanları bu sorunun adını 'Kaliforniya Sendromu' koymuş; çünkü Kaliforniya, eğlencenin, zevkin ve paranın dorukta olduğu bir bölge. Ve tam bir kısır döngü yaşanıyor. Mutsuzluğunu unutmak isteyenler daha fazla eğlenceye yöneliyor. Daha çok eğlence ve seksle; üretmeyen, tüketen, yardım etmeyen, sadece kendine harcayan, parasal hedefleri kutsallaştıran, toplumsal hedefleri önemsemeyen bir anlayış hastalık gibi yaygınlaşıyor, sosyal bir kanser gibi hızla artıyor. Dünyada bu durum, giderek daha çok insanı pençesine alırken, Türkiye'de de bu sendrom yaygınlaşmaya başlamış görünüyor. Psikiyatr Dr. Nevzat Tarhan, 'Kaliforniya Sendromu'nu şöyle tanımlıyor:

"Bu sendromu yaşayan kişiler, 'Başkası açlıktan ölse bana ne' düşüncesiyle kendisi dışındaki kişiler hakkında kaygı hissetmemeye başlıyor. Kendine hayran olma, ego fetişizmi de denilebilecek şekilde narsistik eğilimler taşıyor. 'Bana zevk veren şeyler iyidir, zevk vermeyen şeyler kötüdür' şeklinde iyi-doğru değerlerinde değişme yaşanıyor. Somut zevk ve eğlenceleri yaşamın amacı olarak görüyor. Bu kişiler, başarılı iseler çevrelerinde sahte dostlar bulunuyor. Erkekseler başarıyı, kadınlarsa güzelliği kaybettiklerinde, dostları yanlarından uzaklaşıyor. Yukarıdaki üç özelliği mutsuzluk izliyor. Mutsuzluğu telafi etmek için daha çok eğlenceye, sekse yöneliyorlar. Sonuç olarak yukarıda da sözünü ettiğimiz insan tipi çıkıyor ortaya. Sadece kendisi için harcama yapan, paraya tapan, sorumluluklarını göz ardı eden Kaliforniya Sendromlu insanlar. Dünyada büyük metropollerde yaşanan bu soruna artık Türkiye'de de büyük şehirlerin lüks semtlerinde rastlanmaya başlandı. Etiler, Bağdat Caddesi buna örnek gösterilebilir. Kaliforniya Sendromu'nun, depresyonun artışında önemli bir altyapı oluşturduğu da düşünülüyor. Özellikle 1990 sonrası kuşaklarda çocuklar, para, cinsellik ve uyuşturucu ile erken tanıştılar. Yeterli zihni ve ruhsal gelişimi tamamlamadan, ergenliği erken bitirdiler ama olgunlaşamadılar."

‘Ben ön planda olacağım'

Psikolog Alanur Özalp de Türkiye'de yaşanan ve toplumu etkisi altına alan bencilik, mutsuzluk, olmayacak hayaller peşinde koşma gibi sorunların Kaliforniya Sendromu olarak açıklanabileceğini belirtiyor ve "Kaliforniya çok zengin bir bölge. İnsanlar belirli bir zenginlikten sonra her şeye doymuş olduğundan, yeni arayışlara giriyor ve bir şekilde kendilerine uçuk alternatifler yaratıyorlar. Hatta öyle ki, 'bu kadarı da olmaz' denilen alternatifler devreye giriyor bazen. Ben bunun bizdeki yansımasını şöyle düşünüyorum. Bizde işler o kadar güllük gülistanlık değil. Bu nedenle insanların iki şekilde eğlenceye düşkünlükleri gelişiyor. Birincisi paraları bolsa eğleniyorlar, ikincisi ise hiç paraları olmadığı zaman eğlenceye ciddi şekilde düşkün oluyorlar. Hani, 'Ağlanacak halimize güleriz, çalar oynarız' gibi bir durum yaşanıyor. Hatta ekonomik krizin çok yoğun olduğu dönemlerde insanların çok daha fazla çalıp oynadıklarını, işyerinden uzaklaştıklarını, 'ölümlü dünyada, biz bu zamanı gülüp geçirelim' dediklerini görüyoruz."  Özalp'in tespitlerine göre, hayatın kıyısında yaşayan insanlar, diğerlerinin sıkıntı çekmesi gerektiğini düşünüyor. Kendi deneyimlerinden başkasının yararlanmasını engellemek istiyorlar. Bütün bunlardan sonra yalnızlık, büyük şehrin getirdiği bir kaçınılmaz son oluyor.  Yalnızlığın ve mutsuzluğun büyük kentlerin kaçınılmaz sorunu olduğunu belirten Özalp, şunları söylüyor: "Londra'dan bir psikiyatri uzmanıyla konuştuğumda, 'Londra'nın en büyük problemi yalnızlık, İstanbul için de durum böyle mi?' diye sordu bana. Bu gerçekten de tüm metropollerin sorunu, çünkü vakitlerinin büyük çoğunluğunu yolda geçiriyor insanlar ve bir süre sonra izole oluyorlar. Kıskançlıklar giriyor yaşamın içine, prim yapmak öne çıkıyor. 'Ben daha fazla olacağım' her alanda ön plana çıkıyor. Hırslar hayatın parçası haline geliyor. Özellikle kadın erkek ilişkilerinde çok büyük bir yalnızlık yaşanıyor."

Dünyaya kendi ekseninden bakan insanlar

Klinik Psikolog Erdinç Öztürk, Türkiye açısından bakınca, durumun gerçekten ilginç olduğunu, çünkü Kaliforniya gibi zengin bir kitlenin yaşadığı, lüks yaşamların Türkiye'nin büyük kentlerinde yoğun olmadığını, aksine yoksulluğun ağır bastığını belirtiyor ve "Belki de tam da bu nedenle insanlar daha da bencilleşiyor ve dünyaya kendi ekseninden bakan, ilişkilerine kendi amaçları doğrultusunda yön vermeye çabalayan, küçük çıkarların somut hedefler haline getirildiği durumlar giderek yoğunlaşıyor. Türk toplumuna bakıldığında; durum böyle ve son zamanlarda yoğun olarak izlenen TV programlarının yapısı da gözetlemeciliğin ne kadar çok olduğunu gösteriyor. Sanatçıların, sıradan insanların özel yaşamları kameralarla izleniyor. Halktan seçilmiş insanların kahraman hale getirilmesi, bir açıdan bakılınca, ulaşılamayacak hayallerin o insanlar aracılığıyla yerine konmasına neden oluyor. Bu sistemin en önemlisi tanımı 'gündüz rüyası' olabilir" diyor.

Temelinde varoluş kaygısı var

Klinik terapist Rebia Erdoğan ise bu sendromun yaygın ve sinsi giden bir toplumsal depresyon ve bu depresyonun dibinde de varoluş kaygısının olduğuna dikkat çekiyor. Erdoğan'a göre, varoluş kaygısının içinde de beklentilerin gerçekçi olmayışı var. Yani kişilerin, yetişkinlikte, yaşamla baş etme aşamasına geldiklerinde, kendilerine atfedilen ve toplumsal olarak kendilerinden bekleneni, kendi kapasite ve sınırları içinde değerlendirmekten çok, onlara atfedilenler üzerinden gerçekleştirme çabası içine girmeleri, durumu zorlaştırıyor. Erdoğan, "O zaman da hayal kırıklığına uğrama, öfke geliştirme, geri çekilme gibi durumlar yaşanıyor. Daha ilerisinde ise depresyona bağlı örüntüler içinde, durumla baş edememenin suçunu da kendi içlerinde aramıyorlar ve suçu dış dünyaya, yani ötekine atfetme çabası ve ötekiyle yarışa girme durumu gelişiyor. Kendisinin kıymetinin bilinmediği, anlaşılamadığı, başkasının onun önüne geçip, kendini engellediği, haset, suçluluk gibi örüntülere neden oluyor. Bunun sonucunda kendini oyalayacak şeyler arıyor. Eğlence, düşünmeden keyif almaya çabalama, ben merkezcilik böyle giriyor devreye. Mesela televizyonları izleme, oradaki röntgencilik, kontrol, öfke boşaltma ve bu öfkenin içinde de ayrıca kendini yaşama, kolay yoldan kendini yaşama güdüsü var. Bir tür savunma mekanizması" diyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder