PANENTEİZM (Çift kutuplu Kamu-Tanrıcılık ya
da Diyalektik Tanrıcılık)
İngiliz
düşünürü White Head’e göre, Tanrı’nın her türlü değişmenin ötesinde
değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir
niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin
bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin
olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise
Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle
Tanrı’nın evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan)
olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı’da içkin olduğunu söylemek,
Tanrı-Evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın
göstergesidir. Süreç
felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head’le başlayan bu akıma
Panenteizm ya da Diyalektik teizm denir. Panenteizme göre Tanrı, hem
değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir. Hem zamanın içinde, hem
dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda hem tikel hem tümel,
hem neden hem sonuçtur. Hartshorne Tanrı’nın bir soyut bir de somut
iki yüzü olduğunu söyler. Soyut niteliğiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez,
erişilmez ve değişmezdir. Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir. Tanrı bu
iki niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klâsik Teizmdeki gibi
değildir. Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir yetkinliktir. Buradaki
yetkinlik değişir, ancak bu değişme tanrısal bir değişmedir. Yani
yetkinliğe doğru değil, yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu tanımla
Panenteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır.
Özet olarak;
Panteizm ile Panenteizm arasında önemli bir fark vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Panenteizimde ise, her şey Tanrı’dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı’ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül den geçmektir. Philip Clayton, fikirlerin beyinde ve davranışlarımızda değişimlere neden olduğunu söyleyerek,
zihinsel olayların nöron örnekleri üzerindeki etkilerde yukarıdan-aşağıya nedenselliği savunur. O, sinirbilim tarafından kavranıldığı gibi, zihinsel olayların fiziksel olaylara bağımlı olduğunu tamamen kabul eder. Clayton, zihin-beden ilişkisini, panenteizm olarak adlandırdığı Tanrı-alem ilişkisinin bir benzetmesi olarak kullanır. Panteizm Tanrı-alem özdeşliğini, teizm ise aşkın Tanrı-alem ayrılığını savunurken, panenteizm, daha çok Tanrı’nın alemde, alemin ise Tanrı’da olduğunu iddia eder. Bu görüş, içkinlikle aşkınlık arasında bir dengeyi temsil etmektedir. “Benim savunduğum panenteizme göre, bedenimiz üzerindeki hareketimize benzer bir biçimde, Tanrı da alemin herhangi bir yerinde hareket edebilir. Aynı zamanda Tanrı alemden aşkındır ve fiziksel alem yok olduktan sonra da varolacaktır.” Panenteizm, Tanrı’yı alemden ayırmak için uzaysal metaforlar kullanır, fakat Clayton, uzaysal ayrımın değil, zorunlu varoluşla yetkin varlık arasındaki karşıtlığın önemli olduğu üzerinde ısrar eder. Panenteizme daha yakın olan bir benzetme, alemin Tanrı’nın bedeni olarak görülmesidir. Grace Jantzen; Kitab-ı Mukaddes, çağdaş psikoloji ve felsefeye dayanarak psikosomatik bir birlik şeklindeki bütüncül bir insan anlayışını savunarak klasik zihin-beden ikiliğini reddeder. Jantzen’e göre, cisimsiz ruh şeklindeki klasik Tanrı anlayışı, ebedi biçimlerin geçici maddenin bir alt alanıyla çatıştığını, Tanrı’nın ise değişmez olduğu için maddi olamayacağını savunan Hıristiyan Platonizmi’nin bir ürünüdür. Fakat Tertullian gibi çok az kilise papazı, Stoisizm panteizmini ve determinizmi reddetmesine rağmen Tanrı’nın tecessüm ettiği şeklindeki Stoik iddiayı kabul etmiştir.
Panteizm ile Panenteizm arasında önemli bir fark vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Panenteizimde ise, her şey Tanrı’dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı’ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül den geçmektir. Philip Clayton, fikirlerin beyinde ve davranışlarımızda değişimlere neden olduğunu söyleyerek,
zihinsel olayların nöron örnekleri üzerindeki etkilerde yukarıdan-aşağıya nedenselliği savunur. O, sinirbilim tarafından kavranıldığı gibi, zihinsel olayların fiziksel olaylara bağımlı olduğunu tamamen kabul eder. Clayton, zihin-beden ilişkisini, panenteizm olarak adlandırdığı Tanrı-alem ilişkisinin bir benzetmesi olarak kullanır. Panteizm Tanrı-alem özdeşliğini, teizm ise aşkın Tanrı-alem ayrılığını savunurken, panenteizm, daha çok Tanrı’nın alemde, alemin ise Tanrı’da olduğunu iddia eder. Bu görüş, içkinlikle aşkınlık arasında bir dengeyi temsil etmektedir. “Benim savunduğum panenteizme göre, bedenimiz üzerindeki hareketimize benzer bir biçimde, Tanrı da alemin herhangi bir yerinde hareket edebilir. Aynı zamanda Tanrı alemden aşkındır ve fiziksel alem yok olduktan sonra da varolacaktır.” Panenteizm, Tanrı’yı alemden ayırmak için uzaysal metaforlar kullanır, fakat Clayton, uzaysal ayrımın değil, zorunlu varoluşla yetkin varlık arasındaki karşıtlığın önemli olduğu üzerinde ısrar eder. Panenteizme daha yakın olan bir benzetme, alemin Tanrı’nın bedeni olarak görülmesidir. Grace Jantzen; Kitab-ı Mukaddes, çağdaş psikoloji ve felsefeye dayanarak psikosomatik bir birlik şeklindeki bütüncül bir insan anlayışını savunarak klasik zihin-beden ikiliğini reddeder. Jantzen’e göre, cisimsiz ruh şeklindeki klasik Tanrı anlayışı, ebedi biçimlerin geçici maddenin bir alt alanıyla çatıştığını, Tanrı’nın ise değişmez olduğu için maddi olamayacağını savunan Hıristiyan Platonizmi’nin bir ürünüdür. Fakat Tertullian gibi çok az kilise papazı, Stoisizm panteizmini ve determinizmi reddetmesine rağmen Tanrı’nın tecessüm ettiği şeklindeki Stoik iddiayı kabul etmiştir.
Jantzen,
Tanrı’yla insanlar arasında önemli farklılıklar olduğunu kabul etse de,
bunun cisimsizlik bağlamında değil, Tanrı’nın yetkin tecessümü olarak
ifade edilmesinin daha uygun olacağını iddia eder. Biz, düşüncelerimizin,
duygularımızın ve bedenimizdeki birçok olayın farkındayız; fakat, farkında
olmadığımız olaylar da vardır (mesela, iç organlarımızın hareketi). Tanrı
ise, evrendeki tüm olayların doğrudan ve aracısız bilgisine sahiptir. Her
yerde bulunması hasebiyle Tanrı, bizim yaptığımız gibi sınırlı bir açıdan
değil, tüm açılardan algılamaktadır. Bu yüzden Tanrı, sinirsel bir
sistemin benzetmesine ihtiyaç duymaz. Tanrı, insan bedeninin birçok
sınırlamalarından münezzeh olmasına rağmen, herhangi bir bedenin varlığı
sınırlamaları gerekli kılar. Fakat Jantzen, Tanrı söz konusu olduğunda,
bunların ihtiyari kendini-sınırlamalar olduğunu iddia eder. Tanrı
şimdiki evreni yok edip yerine farklı bir şey inşa edebilir; bu alem
olmadan da Tanrı varolabilir, fakat herhangi bir alem olmadan yapamaz.
Tanrı, ihtiyari olarak tüm yaratıklara yeteri kadar bağımsızlık ve
özerklik vermiştir. Bu noktada Jantzen, Tanrı’yla alemin “tek gerçeklik”
olduğunu söylemekle kendilerinden ayrılmasına rağmen, daha önce
tartıştığımız Tanrı’nın kendi-sınırlamasını savunanlara benzemektedir.
Whitehead’e
göre Tanrı, alemdeki olaylardan etkilenir. Süreç felsefesinin temel
kateforileri (zamansallık, etkileşim ve karşılıklı ilişki) Tanrı’ya da
uygulanmaktadır. İlahi tecrübenin alemden bir şeyler alarak ve ona katkıda
bulunarak değişmesi anlamında Tanrı zamansaldır. Tanrı’nın amaçları ve
karakteri ebedidir, fakat olaylarla ilgili bilgisi, olayların ortaya
çıkışıyla değişir. Tanrı, verilerin bir parçası olmak suretiyle
yaratıkları etkiler.Tanrı aleme karşı son derece duyarlıdır. Yaratıcı
olarak Tanrı, kutsal metnin rasyonel ilke ve ilahi Söz anlamındaki logos
kavramıyla özdeşleştirilebilecek düzen ve yeniliğin ilk kaynağıdır.
Duyarlı olarak Tanrı, zamansal ve alemden etkilenmiş durumdadır. Süreç
görüşü, belirli ilahi inisiyatiflere müsaade etmektedir. Eğer Tanrı her bir
yeni varlığa özel imkanlar sağlıyorsa, bir olay tam olarak değil, fakat
belli ölçüde Tanrı’nın bir fiili olabilir.
Cobb ve Griffin’e göre, insanlık alanında Tanrı, varolan kültürel
gelenekler dahil olmak üzere geçmişe dayanmakta ve her zaman birey ve
toplulukların özgür karşılıklarına bağımlı olmaktadır. Tanrı herkesi
eşit ölçüde sever, fakat bu sevgi bir birey veya topluluğa nazaran
diğerinde daha kesin olarak açığa vurulabilir. Bana
kalırsa, Tanrı’nın alemde bulunmasına dair süreççi anlayışın en yakın
karşılığını kutsal metnin Ruh telakkisinde bulabiliriz. Süreç
düşüncesinin bir diğer temel özelliği, varlıklar arasındaki ekolojik
bağıntıyı kabul etmesidir. Ruh-beden ayrımı ve insanla insan-olmayan
arasında kesin bir ayrım söz konusu değildir. Farklı
insan karakterlerinin bulunmasına rağmen, insanlığın da diğer varlıklar
gibi yaşamın bir parçası olmasından dolayı insan-merkezcilikten
kaçınılmıştır. Süreç teizmi, insan zafiyetini ve geçmişten alınan
biyolojik ve sosyal yapıların empoze ettiği sınırlamaları kabul etmesinin yanı
sıra, Tanrı’nın amaçlarına katkıda bulunma sorumluluğumuzu ciddi bir
biçimde desteklemektedir. Biz, tamamlanmamış bir evren ve
Tanrı’nın sürekli çalışmasına iştirak ederiz. Tanrı bize, özgürlük, adalet
ve sevgiyi hatırlatmaktadır. Zaman, tarih ve doğa onaylanmak durumundadır,
çünkü bunlar Tanrı’nın amaçlarının daha ileri götürülmesi için
vardır. “Eril” ve “Dişil” Nitelikler. Klasik Tanrı anlayışında, büyük
ölçüde kültürümüzün “eril” olarak düşündüğü güç, rasyonellik, bağımsızlık ve duyarsızlık gibi değerler ağırlıktaydı.
Süreççi düşünürler ise tersine, Tanrı’ya, kültürümüzün “dişil” olarak
gördüğü terbiye, duyarlılık, etkileşim ve sorumluluk gibi
değerler atfeder. Deizmin aksine, süreç düşüncesi, olağanüstü
derinlik ve açıklıkla özel şartlar altında Tanrı’nın amaçlarını açığa vuran
fiiller dahil, alemde Tanrı’nın sürekli fail olduğu görüşünü
savunmaktadır. Böyle bir yaklaşım, hem mutlakçı saldırganlığının hem de
rölativist belirsizliğin bir alternatifi olarak, dünya dinleri arasında
bir diyalog kurulmasını teşvik edebilir. Biz, belirli bir topluluk içinde
kökleştiğimizi kabul etmeli, fakat bunun yanında da diğer toplulukların
tecrübelerine açık olabilmeliyiz. Neticede, bilimsel ve dini
anlayışları bir araya getiren Diyalog ve entegrasyonun, Çatışma ve Bağımsızlıktan
daha ikna edici yöntemler olduğuna inanıyorum. Monarşik Tanrı modelinin
temsil ettiği sorunlara karşın, çağdaş bilimdeki spesifik
görüşlerin kullanımının, Tanrı’nın enformasyon iletici ve öz-oluşumcu bir
sürecin düzenleyicisi ve hamisi şeklinde algılanmasına yeni imkanlar
yaratmasını heyecan verici buluyorum.
Tanrı’nın
kendisini sınırladığı yönündeki görüşlere
sempati duyuyorum. Kuantum belirsizliklerinin belirleyicisi ve
yukarıdan-aşağıya neden şeklindeki Tanrı anlayışlarının sistematik
gelişimlerini de takdir ediyorum. Tüm modeller sınırlı ve kısmidir ve
hiçbirisi gerçekliğin tam ve uygun bir resmini çizemez. Âlem değişiktir ve
bu değişik görünümleri bir model diğerine göre daha iyi temsil edebilir.
Tanrı’yla şahıslar arasındaki ilişki, yıldız ve kaya gibi şahıslaşmamış
nesnelerle arasındaki ilişkiden farklıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder