Davranışçı (Bihevyorizm) Yaklaşım
Davranışçı
yaklaşımın öncüleri; John B. Watson (1878-1958), Ivan Pavlov (1849-1936),
Burrhus Frederic Skinner (1904-1990) ve Edward Thorndike (i874-1949)dir. Bu
yaklaşım 1913-1950’li yılları arasında psikolojide etkin olmuştur.
Davranışçı yaklaşım, uyarıcı (U) - tepki (T) psikolojisi olarak da bilinir. Davranışçılar, biyolojik ve bilişsel süreçlerle dışarıdan gözlenmedikleri için ilgilenmezler. Çünkü bunlar öznel yaşantılardır. Oysa organizmanın dışarıdan gözlenen davranışları; neler yaptığı, ne tür bir eylemde bulunduğu nesnel olarak gözlenebilir ve ölçülebilir. Bu nedenle iç gözlem yöntemi onlar için özneldir ve bilimsel bir nitelik taşımaz. Ancak gözlenebilen davranışlar bilimsel olarak incelenebilir ve böylece psikoloji de doğa bilimleri gibi saygın bir bilim dalı olur.
Ek Bilgi:
Psikoloji
gözlenebilir ve davranışlar içinde oluştuğu çevre koşullarıyla açıklanır. Bu
tanımı yapan ve davranışçılığın kurucusu kabul edilen John Watson, çevreye verdiği
önem nedeniyle içe bakış yöntemini yani yapısalcılığı reddetmiştir.
Zihnin
doğuştan boş bir levha olduğunu ve her şeyin çevrenin etkisiyle şekillendiğini
savunan (J. Locke) Watson, davranışı uyaran ve tepki ikilisi içerisinde
incelemiş ve öğrenme sürecini de ödüllendirme koşuluna bağlamıştır.
Bana rastgele bir bebek verin, soyu, yetenekleri,
eğilimleri, becelerileri ne olursa olsun, ondan istediğim şeyi yaratırım. Bir
doktor, avukat ,tüccar , bilgin, hırsız ya da bir katil… John Watson.
Buradan
da anlaşılabileceği gibi Watson bir bireyi istediği gibi yoğurabileceğini çünkü
her şeyin çevreye bağlı olduğunu belirtmiştir ve bilişsel süreçlerle
ilgilenmenin yanlış olacağını savunmuştur.
Ek Bilgi:
Zihnin ne olduğu ya da ne için olduğu tartışmalarına
tepki olarak doğmuştur. Davranışçılığa göre psikoloji, zihin yerine
organizmanın doğrudan gözlemlenebilen ve ölçülebilen davranışlarını
incelemelidir. Çünkü davranışçı ekol psikolojiyi, uyarıcı davranış (U – D)
ilişkisi çerçevesinde ele alır. Buna göre, insanın içinde yaşadığı koşullar
davranışlarını belirler.
Davranışçı psikologlar zihni inceleyen iç gözlemi
reddederler. Temsilcileri I. Pavlov, J. Watson ve B.F. Skinner dir.
Ek Bilgi:
İnsan zihninin işleyiş biçimini incelemek ilk başlarda
psikolojinin temel konusu olarak kabul edilmiştir .başlangıçta felsefenin yoğun
etkisi altında olan psikoloji bireyin düşünme ve anlama yetenekleri üzerinde
çalışmayı ön plana almıştır .içebakış yöntemini kullanan o devrin psikologları
düşüncenin yapısını anlamaya çalışıyordu .psikologların çoğunun felsefe eğitimi
almış olması ve psikolojik araştırma becerilerinin olması içe bakış yönteminin
düzensiz bir şekilde kullanılmasına yol açtı.
Araştırmalarda elde edilen güvenilir olmaktan uzak ve
ne anlama geldiği belirsiz veriler psikologlar arasında ciddiye alınmaya
başlandı. Bu yüzden Amerikalı psikolog James b. Watson 1920’lerde zihinde olup
biten düşünce ve duygularla hiç ilgilenmeden bireyin gözlenebilen
davranışlarını incelemeyi amaçlayan davranışsal yaklaşımı önerdi.
Davranışsal yaklaşım,bireyin gözlenebilen ve
dolayısıyla, ölçülebilen davranışlarını incelemeyi psikolojinin tek bilimsel
yöntemi olarak savunur. Bu görüşe göre içebakış düşünce ve duygu gibi, deneğin
kendisinden başka kimsenin gözlemesine olanak vermeyen bir olgu içerdiğinden
özneldi. Davranışsal yöntem ise herkesin gözleyebildiği bir olgu içerdiğinden
nesneldi. Bilimsel yöntemin nesnelliği fizik, kimya, biyoloji gibi diğer bilim
dallarında oldukça yerleşmiş bir özellik olduğundan davranışsal yöntemin nesnel
olma özelliği onun bilimsel yöntemle eş anlamlı imiş gibi algılanmasına yol
açtı.
Davranışsal yaklaşım (U-D) psikolojisi olarak da
bilinir. Uyarıcının cinsi, şiddeti ve tekrarı ile davranışın türü, kuvveti ve
frekansı arasındaki ilişkiyi inceler. Ayrıca, davranışı pekiştiren ödüllendirme
koşullarını da ele alır. Harvard Üniversitesi profesörlerinden B.F Skinner, bu
konudaki çalışmasıyla ün yapmıştır. Uyarıcı –davranış psikolojisi organizmanın
içinde olup biten biyolojik veya bilişsel süreçlerle ilgilenmesi amacı
çevredeki uyarıcı koşullarla ortaya çıkan davranış arasındaki ilişkiyi
incelemektir. Organizmanın içindeki süreçlerle ilgilenmediği için bu yaklaşıma
“boş organizma” yöntemi adını verenler de olmuştur. Öğrenme süreci, çevredeki
ödüllendirme koşullarıyla açıklanır. U-D yaklaşımı gazete haberi olarak verilen
Mehmetşah Demirtaş’ın karısını ve iki çocuğunu öldürmesini, onun içinde
yaşadığı çevrenin ödüllendirme koşullarında arar. Mehmetşah belirli bir
toplumda yetişmiş ve belirli ödüllendirmelerle koşullandırılmıştır. Karısını ve
çocuklarını öldürmek onun içinde bulunduğu koşullar yönünden en ödüllendirici
davranıştır. Cezaevindeki dedikodu Mehmetşah’a karısının ne yaptığını bildiren
kişi veya kişilerin gözünde küçük düşmek bir erkek olarak yaşamının sonuna
kadar namusu lekeli olarak onursuzca yaşamak seçeneklerinin yanında karısını
öldürerek namusunu temizlemek Mehmetşah Demirtaş’ın içinde bulunduğu koşullar
içinde en ödüllendirici öğrenilmiş davranışlardır.
Basitleştirerek özetlemeye çalıştığımız U-D
psikolojisi, psikoloji biliminin gelişiminde önemli bir basamağı oluşturur. Bir
bilim olarak üniversitelerde ve sosyal yaşamda psikolojinin yaygın olduğu
Amerika Birleşik Devletleri’nde U-D yaklaşımı 1930-1960 yılları arasında en
belirgin yaklaşım olmuş ve birçok araştırmanın temelini oluşturmuştur. Daha
sonraki yıllarda ise Avrupa’da daha kuramsal ve bilişsel süreçlere ağırlık
veren psikolojik yaklaşımların gelişmesiyle, etkisi zayıflamıştır. Günümüzde
psikologlar bilişsel süreçleri hesaba katmadan yalnızca nesnel çevre
koşullarıyla U-D yaklaşımı içinde, bireyin davranışlarının açıklamanın
olanaksız olduğunu düşünürler.
Bu yöntemin insana uygulanması bilinç sorununu yeniden
ortaya çıkarmayacak mıydı? Bilinci bir yana olanaklı mıydı? Davranışçı devrim denen
şeyin yaratıcısı A.B.D’li Watson’un ilkin hayvan ruhbilimiyle uğraşmış olması
bu bakımdan ilginçtir. Watson’a göre ruhbilim insanların nesnel olarak
gözlenebilir davranışlarının incelenmesidir ve davranış kavramı da U-Y
(uyarı-yanıt) çifti kavramına indirgenmektedir. Ne tür olursa olsun bir
davranış belli bir anda çevreden gelen uyarılar topluluğu olan U’ ya gösterilen
tepkiler (kaslara ya da salgı bezlerine ilişkin) topluluğundan, yani Y’ tan
başka şey değildir. Düşünce bile dilsel “davranıştan” belirtik ya da örtük
“gırtlak-dudak” tepkilerinden başka bir şey değildir. U ve Y, öznenin dışındaki
gözlemleyici tarafından saptanabilir ve burada içebakış hiçbir zaman işe
karışmaz; ruhbilimcinin görevi de davranışın genel yasalarını saptamak,
uyarılar bilinince tepkileri önceden kestirmek ve tepkilerden, bunları doğuran
uyarılara yönelmektir.
Davranışçılığın başarısı sıkı bir olguculuk yani
nesnel olarak gözlenebilen olgulardan ve bunların yasalarından başka şeyi göz
önünde tutmayan bir yöntem olarak ortaya çıkmasından ileri gelir. Ama
davranışçılık her davranışın eninde sonunda koşullu reflekse
indirgenebileceğini yani ruhsal olanın, organik olanın bir üst yapısından başka
şey olmadığını ileri sürerek, metafiziksel hava taşıyan bir kurama düşmekten
kaçınamamıştır.
Uyarı- yanıt:
Watson’ un göz önünde tuttuğu dar anlamda davranış
kavramı bilince başvurmayı bir yana bırakır. Bu görüş açısına göre bilinç çok
öznel olduğu için bilimsel inceleme konusu edilemez. Bir insanın ya da herhangi
bir canlının davranışı her zaman uyarı ve yanıt terimleri içinde dile
getirilebilir. Uyarı terimi dış ortamda (ışık ya da ses dalgaları; koku
duyusunu etkileyen parçacıklar; şoklar; asitlerin ve elektrik akımlarının
etkileri vb.) ya da iç ortamdan (kasların hareketi ve salgı bezlerinin
salgıları) gelen bütün uyarmaları belirtir. Yanıt da çeşitli kasların yaptığı hareketlerin,
uyarı etkisiyle kendini gösteren her çeşit salgıyı dile getiren bir terimdir.
Uyarı- yanıt ilişkisi rasgele bir ilişki değildir ve bir uyarılmanın
gerçekleşmesine yöneliktir. Davranış ruhbiliminin amacı belli bir uyarılar
topluluğu ile bunlara verilen yanıtlar arasındaki değişmez ilişkilerin
saptanması ve bu terimlerden biri bilinince öbürünün önceden kestirilmesi ya da
ortaya çıkarılmasıdır. Watson psikanalizdeki içe bastırma gibi uzun vadeli
yanıtları ve uyarı ile yanıt arasında yer alan sinirsel süreçleri bir yana
bırakmıştır. Ona göre yanıtın (Y), durumun (D) bir işlevi ( İ) olduğu Y= İ(D)
söylenebilir. Yani yanıt belirli bir biçimde gösterilen bir tepkidir.
İnsan kahvaltı eder bisiklete biner konuşur utanır
güler ve ağlar .tüm bunlar davranış biçimleridir ;bir organizmanın gözlenebilir
gözlene bilir etkinlikleridir .davranışçı yaklaşım sayesinde bir psikolog içsel
fonksiyonlarını yerine davranışlarına bakar inceleyebilir. Davranışın
psikolojininsek inceleme konusu olduğu yolundaki görüş bu yüzyılın başında
Amerikalı psikolog John B. Watson tarafından ortaya atılmıştır. Bu tarihten
önce psikoloji zihinsel deneyimleri incelenmesi olarak tanımlanıyor ve
psikolojiyle ilgi veriler geniş oranda içe bakış biçimindeki kişisel
gözlemlerden oluşuyordu.
İçe bakış kişinin kendi algı ve duygularını dikkatlice
inceleyip kaydetmesi anlamına gelmektedir. İçebakış bir uyaranın (örneğin
,çakan bir ışık)yol açtığı anlık duygusal izlenimlerin kaydedilmesinden
duygusal deneyimlerin (örneğin, psikoterapi sırasında) uzun süreli
araştırılmasına uzanan geniş bir yelpazeye sahiptir. Tanımlanan bu iki tür
içebakış her ne kadar bir birine benzemiyor gibi görünse de bunları diğer
bilimsel alanlardaki gözlemlerden ayıran özel bir ortak nitelikleri vardır.
Doğal bilimlerle ilgili bir gözlemi nitelikli herhangi bir bilim adamı
tekrarlaya bilirken içebakış yöntemiyle elde eden bir gözlemi yalnızca bir
gözlemci bildirebilir.
Watson içebakışın gereksiz bir yaklaşım olduğunu
düşünüyordu. Ona göre psikoloji bir bilim olacaksa verilerinin gözlemlenebilir
ve ölçülebilir olması gerekiyordu. İçebakış yöntemiyle kişinin algı ve
duygularını yalnızca kendi gözlemleye bilir oysa bir kimsenin davranışları
başkalarınca gözlemlenebilmektedir. Watson psikolojinin yalnızca insanlarının ne
yaptıklarını davranışlarını inceleyerek nesnel bir haline getirilmesinin mümkün
olabileceği görüşü savunmuştur.
Watson’un konumu sonradan davranışçılık adını
aldı;davranışçılık 20.yy’ın ilkyarısında psikolojinin yönüne
belirlemiştir,ondan doğan uyaran davranım psikolojiside özellikle Harvat
psikologlarından B.F.Skiner’in çalışmaları sayesinde etkisini hala
sürdürmektedir. Uyaran davranan psikoloji(ya da kısaca S-R psikolojisi )
davranışsal karşılıkları açığa çıkaran uyaranların bu karşılıklara neden olan ödül
ve cezalar ile ödül ve ceza örüntülerini değiştirilmesi ile elde edilen
davranış değişiklerini inceler.
S-R psikolojisi organizma içerisinde ola gelenleri
dikkate almaz. Bu nedenle kimi zaman S-R psikolojisine kara kutu yaklaşma adı
verilmiştir. Kutunun içindeki sinir sisteminin etkinlikleri yok sayılır ya da
göz ardı edilir. S-R psikologları psikoloji bilimin kutunun içinde neler
olduğunu merak etmeksizin doğrudan kutunun içine girenlerle oradan çıkanlarla
tem ellendirebileceğini savunurlar. Böylece öğrenilmiş davranışın nasıl
değiştiği gözlemlenerek –örneğin hangi ödül ve ceza örüntülerinin en az hata
ile en hızlı öğrenmeyi sağladığına bakılarak bir öğrenme kuramı
geliştirilebilir. Yararlı olması için kuramın öğrenmenin sinir sisteminde
oluşturduğu değişikleri belirlemesine gerek yoktur. Bilimde ve mühendislikte
mekanik sistemlerin böyle bir yaklaşımla incelenmesine girdi çıktı analizi adı
verilmektedir. Tam bir S-R yaklaşımında bireyin bilinçli deneyimleri dikkate
alınmaz. Bilinçli deneyimler yalnızca bunu yaşayan kişinin farkında olduğu
olaylardır. Zorlu bir problemi çözdünüz sırada zihninizden geçen düşüncelerin
farkında olabilirsiniz. Öfke korku ya da heyecanın nasıl bir duygu olduğunu
bilirsiniz. Bir gözlemci eylemlerinizden hangi duyguları yaşamakta olduğumuzu
çıkarabilir. Ancak bilinçlilik süreci duygunun o anda farkında olma yalnızca
size aittir. Bir psikolog kişinin bilinç deneyimleri hakkında söylediklerini
kaydede dilebilir ve bu nesnel bilgiden yola çıkarak kişinin zihinsel
etkinlikleri hakkında çıkarsamalarda bulunabilir. Ama S-R psikologları
genellikle uyaran ve davranım arasında gerçekleşen zihinsel süreçleri inceleme
yoluna gitmezler.
Günümüzde pek az psikolog kendisini katı bir
davranışçı olarak tanımlayacaktır. Yine de psikolojide bir çok çağdaş
gelişmenin kaynağını davranışçıların çalışmaları oluşturmuştur.
NÖROLOJİ
Her davranışın temelinde son derece karmaşık sinirsel
süreçler yer alır. Beyinde oluşan sinirsel süreçler belirli bir düzen izleyerek
kaslara geçer ve gözlene bilen davranışlar halinde dışa yansır. İnsan beyni 13
milyarı aşkın sinir sistemi hücresi ve bağlantılardan oluşur. Bu karmaşık
düzenin nasıl çalıştığını ayrıntılarıyla bilebilmek yoğun araştırma gerektirir.
Normal insan beyni üzerine deneysel araştırma
yapmak,okuyucunun kolayca tahmin edebileceği nedenlerden dolayı, ahlaki ve
yasal yönlerden mümkün değildir. Bu yüzden beynin işleyişiyle ilgili
bilgilerimiz, hayvanlar üzerinde yapılan deneysel araştırma bulgularına olduğu
kadar, trafik kazalarından sonra yapılan beyin ameliyatlarından yapılan
gözlemlere dayanır. Örneğin ,trafik kazası sonucu beynin belirli bölgesi
yaralanmış kişinin hatırlamayla ilgili sorunları , bellekle beyin bölgesi
arsında ilişki olduğunu düşündürür .
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar, beynin
işleyişiyle bireyin davranışı ve yaşantısı arasında bir ilişki olduğunu
kanıtlamıştır. Örneğin, beyne yerleştirilen elektrotların uyarılmasıyla
hayvanlarda ,kızgınlık ve korku belirten davranışlar ortaya çıkmıştır. Aynı
biçimde insan beyninin belirli bölgelerinin elektrikle uyarılmasıyla hoş ve hoş
olmayan izlenimlerin ortaya çıktığı gözlenmiştir .beyin ameliyatı süresince
beynin belirli bölgelerinin elektrikle uyarılması geçmişteki olayların son
derece ayrıntılı ve açık bir biçimde hatırlanmasına yol açmıştır.bu yaklaşımı
uygulayan bir psikolog, girişte gazete haberi olarak verdiğimiz davranış
nörobiyojik süreçler çerçevesi içinde incelediği zaman Mehmetşah Demirtaş
davranışını beyin değişik bölgelerinin işleviyle açıklamaya çalışır. İlerde
daha ayrıntılı olarak tartışacağımız gibi beynin değişik bölgelerinin işleviyle
açıklamaya çalışır. İlerde daha ayrıntılı olarak tartışacağımız gibi ,beynin
değişik bölgelerinin işlevleriyle açıklamaya çalışır. İlerde daha ayrıntılı
olarak tartışacağımız gibi, beynin değişik bölgeleri birbirinden farklı
işlevler görürler. Bu işlevlerden biri beyin kabuğuyla ilgilidir. Korteks
olarak adlandırılan beyin kabuğu, çoğu kere saldırgan eğilimlerin sınırlama ve
ket vurma gibi bir işlev görür. Beyin kabuğu, entelektüel faaliyet içinde
bulunan eğitilmiş kişilerde daha çok gelişir ve bu nedenle, yüksek eğitim
görmüş kişilerde saldırgan davranış daha azdır.
Davranışı nörobiyolojik süreçlerle açıklayanlar,
kişinin salgı bezlerinin çalışmasını, kanın kimyasal yapısını ve bireyin beslenme
düzeyinin de açıklamalarına temel etken olarak alırlar. Bu şekilde düşünen
psikologlara göre çevrede olan değişiklikler, örneğin havanın basıncındaki,
ısısındaki, veya nemindeki değişiklikler, vücuttaki nörokimyasal değişiklikler
kendini gösterir. Bizim bahar yorgunluğu dediğimiz ruh halinin altında iklimle
ilgili faktörler yatar.
İnsan beyninin son derece karmaşık bir işleyiş düzeni
olması ve araştırmaların deneysel olarak yapılamaması, davranışın nörobiyolojik
temeller üzerindeki bilgimizin oldukça sınırlı kalmasına yol açar. Buna
karşılık bireyin davranışını, davranışın içinde oluştuğu çevre koşullarıyla
açıklamaya çalışan psikologlar davranışsal yaklaşım geliştirirler. Böylece
deneysel yöntemin rahatlıkla kullanılabileceği bir yaklaşım olanağı doğar.
donuşumkonagı.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder