Max Weber,
Çağdaş
yaşamın kaderini belirleyen gücün “kapitalizm” olduğunu iddia
ediyor. Kapitalizmin “en fazla para kazanma ve kar elde etme güdüsü” ile
bir alakası olmadığını, bu anlayışın insanın doğasında insanlık tarihi
kadar eskiden bulunduğunu savunuyor. Kapitalizmin “her tür ve her
koşuldaki insanlar” için yeryüzünün yadsınmaz bir gerçeği olduğunu, ancak
bu gerçeğin nesnel olanağının bir biçimde sağlanmış olmasının önemini
vurguluyor. Kapitalizmin sınırsız kazanma açlığı ile aynı şey olmadığı
gibi kapitalizmin ruhunda da sınırsız kazanma açlığının bulunmadığını,
kapitalizmin, olsa olsa bu us dışı güdülerin dizginlenmesi, en azından
ussal olarak dengelenmesi olarak tanımlanabileceğini belirten Weber,
kapitalizmi “Kapitalist bir ekonomik eylemi şu şekilde anlayabiliriz;
değiş tokuş fırsatlarının kullanımından kazanç bekleme üzerine kurulu,
yani barışçıl kazanç fırsatları üzerine kurulu bir sistemdir” şeklinde
tanımlıyor. Burjuva kültürünün batıda kapitalizmden önce geliştiğini, buna
karşın batıya özgü çağdaş kapitalizmin teknik olanaklarının gelişmesi ile
kapitalizmin büyük ölçüde bir güç olarak kendisini hissettirdiği gerçeğine
vurgu yapıyor.
Weber, sermaye sahiplerinin, işverenlerin, işçi
sınıfının eğitim görmüş yüksek tabakasında yer alanlar ile iş kollarında
yüksek eğitim görmüş personellerin tümünün aslında Protestan özelliklere
sahip olduğunu anımsatıyor. Kapitalist sistemde ekonomik işleve
katılmanın, sermaye sahibi olmayı, iyi eğitim görmüş olmayı, duruma göre
de her iki özelliğe de sahip olmayı gerektirdiğini, Protestanların 16.
yüzyılda Protestanlığı kabul etmeleri ve imparatorluğun zengin doğal kaynaklarından
faydalanmış olmaları sonucu ekonomik sürece katılabildiklerini de yazarın
anlatımından öğreniyoruz. Weber, reformun getirdiği tüm yeniliklerin
yüzeysel olduğunu, aradaki farkın biçimsel bir otoritenin, yaşamın
gözlemlenebilir tüm alanlarda etkili, sonsuz derece güçlü, bütün yaşam
biçimine etkisi olan bir otoriteye yerini vermesi olarak özetliyor.
Protestanlar
ile Katoliklerin yaşamları ile yaşam anlayışlarını karşılaştırıyor.
Katoliklerin para hırslarının olmadığını, yaşam felsefelerinin “ya iyi
yiyin ya da rahat uyuyun” olduğunu; buna karşın Protestanların çok
iyi yemeyi tercih ettiklerini anımsatıyor. “Dindarlıkta, ticarette ve
özgürlükte” eski Protestanlık ruhu ile çağdaş kapitalist kültürün
yakınlaşmasını mercek altına alıyor. Weber, asketizm ile ilgili “Asketizmi
eski ahite uygun olarak ‘uygun iş’ anlayışının ahlaki değerlendirilmesi de
tam bir analoji içinde kalarak, zenginlik peşinde koşmayı reddedilmesi
gereken, fakat mesleki uğraşının ürünü olarak zenginliğe ulaşmayı tanrının
kutsaması olarak görmekle kalmamış, ayrıca daha da önemlisi, durup
dinlenmeden sürekli, sistematik dünyevi meslek öğretisinin dini
değerlendirilmesinin Asketizme ulaştıracak en yüksek araç olması ve bunun
aynı zamanda insanın yeniden doğmasının ve gerçek inancının en emin ve
açık ispatı olması, bizim burada kapitalizmin ‘ruhu’
olarak adlandırdığımız yaşam biçiminin yayılmasının en büyük manivelası
olmuştur” değerlendirmesinde bulunmuştur.
Özetle Max Weber, kapitalizmin
kökeninin Protestanlığın Kalvinist mezhebinin “yaptığın işin en iyisini
yap, dünyevi zevklere dalma” öğretisinde yattığını, bu öğretinin
çalışmayı, iş bölümünü ve üretim maksizimasyonunu teşvik
ettiğini, dolayısıyla sermaye birikimini sağlayarak zenginliğe yol
açtığını, zenginliğin ise Kalvinist ahlakı ortadan kaldırarak sonu gelmez
bir tüketim zincirini oluşturduğunu iddia eder.
Ahmet İhsan Kaya
Kaynak:http://www.kritize.net
Kaynak:http://www.kritize.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder