Atomcu Görüş
Eski Yunan’da
Atomculuğu ortaya atan ilk kişi Leukippos’tur. İlkçağ kaynakları, bir varlık
bilim kuramı olarak bu öğretiyi büyük ölçüde Leukippos’un geliştirdiği
konusunda, genellikle görüş birliği içindedir.Buna rağmen Atomculuğu sistematik
olarak ortaya ilk koyan kişi olarak Demokritos kabul edilir. Bu kurama göre
atomlar öncesiz ve sonrasızdır. Demokritos evrenin işleyişini mekanist bir
şekilde atomların hareketleriyle açıklar. Aristoteles ise, Demokritos’u,
teleolojik yaklaşımı tamamen dışlayıp evreni doğal bir zorunluluk ile
açıkladığı için eleştirir.
Eski Yunan’da Atomculuğu ortaya atan ilk kişi
Leukippos’tur. İlkçağ kaynakları, bir varlık bilim kuramı olarak bu öğretiyi
büyük ölçüde Leukippos’un geliştirdiği konusunda, genellikle görüş birliği
içindedir. Buna rağmen Atomculuğu sistematik olarak ortaya ilk koyan kişi
olarak Demokritos kabul edilir. Bu kurama göre atomlar öncesiz ve sonrasızdır.
Demokritos evrenin işleyişini mekanist bir şekilde atomların hareketleriyle
açıklar. Aristoteles ise, Demokritos’u, teleolojik yaklaşımı tamamen dışlayıp
evreni doğal bir zorunluluk ile açıkladığı için eleştirir. Aristo’nun
Demokritos’u eleştirdiği bu husus; “teleoloji”nin dışlanıp dışlanmaması
meselesi Evrim Teorisi üzerine yapılan tartışmaların da can damarını
oluşturacaktır.
Atomcu Kuram’ı savunan Demokritos, onun takipçisi Epikuros ve onlardan çok daha açık şekilde ateist-materyalizmi savunmuş olan Lucretius evrende bilinçli bir tasarımın varlığını reddetmişlerdir. Her olguyu doğal zorunlulukla açıklayan bu yaklaşımda; her şeyin, bir bilincin müdahalesi olmadan oluştuğu söylenir. Birçok kişinin bu tarz oluşumu tesadüfi oluşum diye nitelemesinin sebebi, doğal zorunluluğu red için değildir, sadece oluşumun arkasında bir bilincin olmadığını vurgulamak içindir. Çünkü evrenin ve canlıların, atomların hareketleri sonucunda oluştuğunu savunan bu yaklaşım, her oluşun mekanik bir tarzda, sebep-sonuç ilişkileri içerisinde oluştuğunu kabul eder. Bu yaklaşımda sebep-sonuç ilişkilerinin dışında bir tesadüf olamaz. Fakat bu yaklaşımda bulunanlardan, “evrenin tesadüfen oluştuğunu” söyleyenler, “tesadüf” kelimesini “bilinçli bir tasarımın karşıtı”, “bilincin yönlendirmediği bir zorunluluk” anlamında kullanmaktadırlar. (Bu çalışmamızda “tesadüf” kavramı bu anlamda kullanılacaktır.)
İşte Eski Yunan’ın atomcularının ve onların takipçilerinin teizm ile en büyük uyuşmazlığı bu noktadadır. Teizm, mekanist bir evren görüşünü kabul edebilir -teistler arasında bu konuda tartışma olsa da- fakat evrenin bilinçli bir tasarımın ürünü olmadığını ve bu anlamdaki teleolojinin reddini kabul edemez. Tezimizin ilerleyen sayfalarında göreceğimiz gibi, teleolojinin (ereksel nedenlerin) kabul edilip edilmemesi ve mekanizm teleoloji tartışması, Evrim Teorisi ile ilgili tartışmaların da odak noktasında yer alacaktır. Böylece Aristoteles’in Demokrites’le Atomcu Kuram bağlamında yaptığı tartışma, 2000 yıldan daha uzun bir zaman diliminden sonra, tarihin yeni oyuncuları tarafından yepyeni bir içerik merkezinde tekrarlanacaktır.
Teistik dinlerin evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğunu kabul etmelerine karşın Eski Yunan’da ezeli, ebedi ve durağan bir Evren tasarımı hakimdi. Evrende var olan değişiklikler bile döngüsel bir mantıkla açıklanıyor ve kuramlarında her şey aslına rücu ediyordu. Örneğin Atomcu Kuram’a göre canlılar ve her şey atomların etkileşimi ile var oluyordu, daha sonra her şey aslına, yani atomlara dönüşüyordu. Atomlar öncesiz ve sonrasızlıklarıyla her şeyin nihai açıklamasıydılar. Bu ontoloji, Tanrı’nın merkezde olduğunu ve Evren’i yoktan yaratıp bir gün yok edeceğini söyleyen teist dinlerin ontolojisinden tamamen farklıdır.
Bir teist, Atomcu Kuram’a benzer şekilde mekanistik yaklaşımla Evreni açıklayabilir. Hem teist evrimciler, hem de ateist evrimciler olduğu gibi, teist bir Atomcu Kuram’a inananlar da olabilir. Fakat bir teist, atomların öncesiz ve sonrasızlığını, evrende teleolojik bir oluşum olmadığını, atomların herşeyin nihai açıklaması olduğunu kabul edemez. Tanrı merkezli ontoloji nihai açıklamayı Tanrı’da bulur, teist için evrenin oluşumu muhakkak teleolojiktir, çünkü Tanrı’nın zihnindeki plan işlemektedir.
Ne her Atomcu Kuram’a inanan ateisttir, ne de her ateist evrimci olmak zorundadır. Tarihin ünlü ateistlerinde, günümüzün Evrim Teorisi’nin izlerini arayarak, onları bu teorinin öncüsü, ilham kaynağı olarak görmek kanımızca yanlış bir yaklaşımdır. Demokritos ve Epikuros’un en ünlü takipçisi ve onlardan çok daha açık bir şekilde ateizmi savunan Lucretius’u da evrimci olarak görmek doğru değildir. Lucretius “Şeylerin Doğasına Dair” isimli şiirinde şöyle demektedir:
“Her şeyin kendine has gelişim süreci vardır;
Herbiri birbirinden farklı yanlarını muhafaza etmelidir,
Bu Doğa’nın geri döndürülemez kanunudur.”
Lucretius evrimsel süreçle tesadüfi bir oluşumu değil, çok eski çağlarda tesadüfi bir şekilde “kendiliğinden oluşumu” savunmuştur. Görüldüğü gibi ateizm için önemli olan bilinçli bir gücün karışmadığı bir oluşumu kabul etmektir. Bu “kendiliğinden oluşumu” evrimci bir süreç olarak tarif etmeyenler de olmuştur. Ateizm ile Evrim Teorisi’ni ilişkilendirmeye çalışan bazı araştırmacılar, Eski Yunan’a kadar geri gitmiş ve o dönemin ateistlerinin kullandığı bir kaç cümle ile Evrim Teorisi arasında zorlamaya varacak ölçüde bir bağ kurulmaya çalışılmıştır. Lucretius gibi bazı felsefeciler türlerin yok olması gibi bazı olgulara dikkat çekmişlerdir, ama bunu türlerin birbirinden evrimleştiğini söyleyen Evrim Teorisi’nin doğal seleksiyonu ile karıştırmamak gerekir. Eğer bunlar birbirine karıştırılırsa, tarihteki binlerce kişinin, Evrim Teorisi’ni önceden sezinlediği söylenebilir.
Evrim Teorisi’nin doğru olup olmadığı antik dönemin bir tartışması değildir. Fakat teleolojik bir yaklaşımın doğru olup olmadığı ve evrenin bilinçli bir tasarımın ürünü olup olmadığı, o dönemden beri süren bir tartışmadır ve Evrim Teorisi ile bu tartışma daha sonra doruk noktasına ulaşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder