Platon’un “Devlet” Adlı Eseri
Platon; İ.Ö.375’ te yazdığı Devlet (Politeia) adlı yapıtında kendi “ideal devlet” tasarımını kurmuştur. Hocası Sokrates, Sokrates’in öğrencileri ve Sofistler’in tartıştırıldığı Devlet’ te konu “adalet nedir?” sorusuyla açılır ve adaletin gerçekte ne olduğunu anlayabilmek için toplumun doğuşu ve gelişmesini incelemek gerektiği fikrine varılır. İnsanların tek yaşamayı bırakıp toplu yaşamalarına yol açanın, kendilerine yeterli olmayıp, yaşamalarını ve ihtiyaçlarını giderebilmek için başkalarına gereksinim duymaları olduğu ileri sürülür. Kısaca, toplumu yaratan şeyin “işbölümü” olduğu söylenmek istenir.
Platon Devlet adlı diyaloglarında Sokrates’ı konuşturur. Amaç en iyi devleti bulmaktır. En iyi devlet ise en iyi yönetim demektir. Devletin yapısal bir kurgu olması ve bu yanıyla sadece bir tasarıdan ya da kurgudan ibaret olması en iyi devlet dediğimizde bir yönetim biçiminin ethik çerçevesinden bahsetmeyi zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla bir şekilde devletin kavramsal olarak tanımlanmaya çalışılması aslında bir yönetim biçiminin tanımlanmaya çalışılması ve dahi bir takım ethik değerlerin tanımlanmaya çalışılmasından ibarettir.
Her yönetim, bir yönetme biçimi olarak, ister devlet hayatında, ister tek tek insan hayatında, bir başkasının iyiliğini değil, yönettiği, bakımını üzerine aldığı şeyin iyiliğini gözetir.1* Her yönetim aslında der Platon, yönettiği şeyin çıkarlarını bir başka şeye tercih edemez. Ve bu yüzden de cümleyi şöyle bir soru ile bitirir; Sen devletleri yönetenlerin, gerçek yönetmenlerin, bu işi seve seve yaptıklarını mı sanıyorsun?2* Soru oldukça anlamlıdır. Çıkarın olmadığı bir yerde yönetmek ahlaklı, bilgili, yetenekli insan için bir yüktür. Zorbalıktan başka devlet düzenlerinde kimse isteyerek iş almaz üstüne.3* Platon diyaloglarda, devleti tanımlamaktansa, önce ethik bir takım değerler üzerinde durmayı anlamlı bulmuştur. Diyalogların ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı bir devlet modelinin çerçevelerini çizmekle birlikte, çizilen bu şablon dahi ahlaklı bir yönetim biçiminin bir toplumda üretilebilmesine olanak sağlayacak alt yapı kurumları üzerinedir. Devletleri zorba yapan kötü ve bilgisiz yöneticilerin kendi çıkarlarını gözetmek uğruna iktidarı ele geçirmeleridir.
Platon devletin normatif kurallarını koyarken, yani yasaları ortaya atarken kendi yasalarına ve dahi önerdiği devlet biçimine meşruiyet kazandıracak bir söylem de oluşturur. Burada ilgi çeken olay devletle ilgili en eski metinlerde dahi devletin bir meşruiyet krizi yaşayabileceği ve yönetim biçiminin kendine uygun gelen bir söylemi ya doğaçlama olarak, ya bir takım mitlere dayanarak ya da tamamen masalsı olarak üretmek zorunda olduğuna ilişkin gerçektir.
Toprağa atfedilen rahim imgesi onu hem varoluşun
olanaklı kılınması için de vazgeçilmez bir değer olarak toplumun anlam dünyası
içinde üretiyor, hem toplum hayatını paylaşan yurttaşları aynı payda altında
güçlü ve romantik bir imge bağlamında birleştiriyor. Yine toprağın,
yurttaşların ürediği rahim olarak kurgulanması, toplumun devamı için toprağın
devamını zorunlu kılıyor.
Platon her çağda her devlet biçimi uyruğunu motive
etmek, koyduğu yasalara uyulmasını sağlamak ve bir takım militarist eylemler
uğruna yurttaşlarının hayatını feda edebilmesine meşruiyet zemini oluşturmak
zorunluluğu hissetmiştir.
Platon bunu, İlerleyen cümlelerde ifade eder. Kendi kurgusu olan devlet modelinde, herhangi bir yurttaşın neden yapmak zorunda olduğu işi vazgeçmeden devam ettirmek zorunda olduğuna ilişkin devlet söylemini açıklar. “Bu toplumun birer parçası olan sizler, diyeceğim, birbirinizin kardeşisiniz. Ama sizi yaratan Tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı olarak yarattıklarının mayalarına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına demir ve tunç katmıştır”. 4* Platon insanlar arasındaki iş bölümündeki adaletsizliği bir yandan Tanrıya havale ederek devleti aşkın bir alanda tanımlıyor öte yandan da bu duruma itaat etmenin Tanrının emirlerine de itaat etmek olduğunu anlatıyor. Modern devlet biçimlerine baktığımızda buna benzer bir çok örnek görebiliriz. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu kadrosu bir yandan dini gündelik yaşamın dışına taşımaya gayret ederken ve bu bağlamda yapısal bir takım eylemler gerçekleştirirken diğer yandan da dini imgeleri devletin militarist gücüne meşruiyet kazandırması bağlamında kullanmaktan çekinmemiştir. Ordu peygamber ocağı örneğinde olduğu gibi. Böylesi bir metaforun laik Türk ordusu tarafından ısrarla kullanılması manidardır ve bizim tezimizi haklı çıkarmaktadır. Biz masalımızı söyleyelim, yayılmasını kendi kaderine bırakalım.6* Platon kendinden sonra gelecekler için yöntemi göstermiştir. Biz masalımızı söyleyelim diyerek, söylem – iktidar – halk arasındaki karmaşık ilişkinin de nasıl kendiliğindenlik gösterebileceğine işaret etmektedir.
Devletin varlığı için zorunlu olan öğeler, insan topluluğu, ülke ya da toprak bütünlüğü ve egemenliktir.5* Devletler genellikle belirli bir toprak parçasını irrasyonel bir alışkanlık olarak bir bütün gibi kabul ederler. Kendi bütünleri olarak. Devlet söylemi de bu toprak parçasını bir bütün olarak varoluşun temeline koyar. Ve militarizmin kökeninde bu bütüne duyulan aşk ve bu bütün uğruna dökülen kan vardır. Bir devlet söz konusu olduğunda toprak bütünlüğünün ismi, ülke ya da vatan olarak yeniden adlandırılır. Ad vermek sahip olmak demektir.
Platon’un tanımladığı devlette eşitlik değil toplumsal sınıflar söz konusudur.
Ama genel olarak devletin kural koyucu, militarist gücü elinde tutan, zorbalığa müsait, kendi söylemi bağlamında halkı eylemlerinin haklılığı noktasında ikna eden, yapısal bir aygıt olarak tanımlayabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder