Bilinç, insan;
kendi varlığını, ne durumda olduğunu, düşüncelerini, duygularını, ne yaptığını
veya yapmakta olduğunu bilir. Bütün bunların farkındadır. Çevreden gelen
etkileri algılar, yorumlar. Üzüldüğümüz, sevindiğimiz, düşündüğümüz zaman neler
yaşadığımızı biliriz. Olaylar karşısında düşünerek isteğimiz doğrultusunda karar
veririz. Bütün bu adımlar bilinçli olarak atılır.
Bilinç (şuur), herhangi bir anda insanın iç yaşantılarının ve
davranışlarının farkında olabilme yetisidir. İnsanın
içinde yaşadığı çevresi, yaşadıkları ve kendi varlığı ile ilgili bilgi sahibi
olmasında bilincin rolü büyüktür. Bilinçli olmak düşüncelerimizden, ne
yaptığımızdan, duygularımızdan haberdar olmamız anlamına gelir. İnsanın bilinç durumunda sürekli değişmeler olur. Dikkat
neye yönelmişse bilinçte apaçık bilinen, farkında olunan konu odur. Dikkati
çeken başka bir olay ortaya çıktığında en aydınlık nokta bu yeni konu olur.
Dikkatin yönelmediği ama içinde bulunduğumuz çevreyle ilgili belli belirsiz bir
farkında olma söz konusudur. Bunun yanında hiç farkında olmadığımız durumlar da
vardır. Yani karanlık bir gecede farların zaman zaman aydınlattığı çevre gibi
bilinç de içimize çevrilmiş bir fara benzetilebilir. Bilinç alanına giren
konular açık ve nettir. Onun dışındaki her şey içinde bulunulan an için
karanlıktır.
Psikolojide
bilinci, deneysel olarak ilk inceleyen Wundt
olmuştur. Wundt, bilincin incelenmesinde iç gözlem yönteminden yararlanmış,
deneylerinde eğitilmiş denekler kullanmıştır. Bu deneklere yedirdiği (söz gelimi,
çikolata) yiyeceklerin tadının birbirinden farklı hangi duyumların (tuzlu,
ekşi, acı, tatlı) birleşmesi olduğunu söylemelerini ve “sıfırdan ona kadar
aralıklar bulunan tabloda işaretlemelerini istemiştir. “0“ bir tadın hiç
olmamasını, “5” orta düzeyde olmasını “10“ çok yüksek olmasını gösterir. İşaretlenen
puanlar birleştirilerek
elde edilen şekil, yiyecek maddesine ilişkin bilinçli
yapının bir görünümü olarak kabul edilir. Wundt, bilincin analizini yaparken
her bilinçli deneyim için ses, renk, koku, tat, dokunma gibi duyusal öğelerin
yanında onunla ilgili, önemli başka öğeler de olduğunu söyler. Bu diğer öğeler,
duygulardan oluşmuşlardır. Bir başka deyişle her bilinçli deneyim, bedenin dı-şındaki
ve içindeki uyarılardan oluşur. Kişi, dış dünya ve iç dünyaya aynı anda tepki
gösterir. Örnekte yenilen çikolata için renk, koku, tat duyumlarının yanında
çikolatadan hoşlanma, şişmanlattığını düşünme gibi bazı duygular da olabilir.
Wundt, bu tür duyguları da analiz ettiğinde bunların üç temel boyuta
ayrılabileceğini söylemiştir. Bunlar hoş-hoş olmayan, heyecanlı-sakin, gerginlik-rahatlık
boyutlarıdır. Duygulara ilişkin bu görüşleri yüzünden Wundt ve öğrencileri
(özellikle Titchener) arasında önemli tartışmalar olmuştur.
Wundt’un
bilinçle ilgili görüşlerine değişik yaklaşımlardan tepkiler olmuştur.
İşlevselci yaklaşım, bilincin ne olduğu yerine “ne için” olduğunu, bir başka
deyişle organizmanın çevresiyle uyum sağlamaya yönelik etkileşimlerinde
bilincin işlevini araştırmak gerektiğini ileri sürer. 20. Yüzyılın başlarında
J.B. Watson’ın çalışmalarından kaynaklanan davranışçı yaklaşımda ise bilinç,
insan davranışlarının nesnel incelenmesinde bilim dışı bir kavram olarak kabul
edilir. Bu nedenle davranışçıların araştırmalarında bilinç dikkate alınmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder