27 Ocak 2019 Pazar

Bilinç

Bilinç, insan; kendi varlığını, ne durumda olduğunu, düşüncelerini, duygularını, ne yaptığını veya yapmakta olduğunu bilir. Bütün bunların farkındadır. Çevreden gelen etkileri algılar, yorumlar. Üzüldüğümüz, sevindiğimiz, düşündüğümüz zaman neler yaşadığımızı biliriz. Olaylar karşısında düşünerek isteğimiz doğrultusunda karar veririz. Bütün bu adımlar bilinçli olarak atılır.

Bilinç (şuur), herhangi bir anda insanın iç yaşantılarının ve davranışlarının farkında olabilme yetisidir. İnsanın içinde yaşadığı çevresi, yaşadıkları ve kendi varlığı ile ilgili bilgi sahibi olmasında bilincin rolü büyüktür. Bilinçli olmak düşüncelerimizden, ne yaptığımızdan, duygularımızdan haberdar olmamız anlamına gelir. İnsanın bilinç durumunda sürekli değişmeler olur. Dikkat neye yönelmişse bilinçte apaçık bilinen, farkında olunan konu odur. Dikkati çeken başka bir olay ortaya çıktığında en aydınlık nokta bu yeni konu olur. Dikkatin yönelmediği ama içinde bulunduğumuz çevreyle ilgili belli belirsiz bir farkında olma söz konusudur. Bunun yanında hiç farkında olmadığımız durumlar da vardır. Yani karanlık bir gecede farların zaman zaman aydınlattığı çevre gibi bilinç de içimize çevrilmiş bir fara benzetilebilir. Bilinç alanına giren konular açık ve nettir. Onun dışındaki her şey içinde bulunulan an için karanlıktır.

Psikolojide bilinci, deneysel olarak ilk inceleyen Wundt olmuştur. Wundt, bilincin incelenmesinde iç gözlem yönteminden yararlanmış, deneylerinde eğitilmiş denekler kullanmıştır. Bu deneklere yedirdiği (söz gelimi, çikolata) yiyeceklerin tadının birbirinden farklı hangi duyumların (tuzlu, ekşi, acı, tatlı) birleşmesi olduğunu söylemelerini ve “sıfırdan ona kadar aralıklar bulunan tabloda işaretlemelerini istemiştir. “0“ bir tadın hiç olmamasını, “5” orta düzeyde olmasını “10“ çok yüksek olmasını gösterir. İşaretlenen puanlar birleştirilerek elde edilen şekil, yiyecek maddesine ilişkin bilinçli yapının bir görünümü olarak kabul edilir. Wundt, bilincin analizini yaparken her bilinçli deneyim için ses, renk, koku, tat, dokunma gibi duyusal öğelerin yanında onunla ilgili, önemli başka öğeler de olduğunu söyler. Bu diğer öğeler, duygulardan oluşmuşlardır. Bir başka deyişle her bilinçli deneyim, bedenin dı-şındaki ve içindeki uyarılardan oluşur. Kişi, dış dünya ve iç dünyaya aynı anda tepki gösterir. Örnekte yenilen çikolata için renk, koku, tat duyumlarının yanında çikolatadan hoşlanma, şişmanlattığını düşünme gibi bazı duygular da olabilir. Wundt, bu tür duyguları da analiz ettiğinde bunların üç temel boyuta ayrılabileceğini söylemiştir. Bunlar hoş-hoş olmayan, heyecanlı-sakin, gerginlik-rahatlık boyutlarıdır. Duygulara ilişkin bu görüşleri yüzünden Wundt ve öğrencileri (özellikle Titchener) arasında önemli tartışmalar olmuştur.

Wundt’un bilinçle ilgili görüşlerine değişik yaklaşımlardan tepkiler olmuştur. İşlevselci yaklaşım, bilincin ne olduğu yerine “ne için” olduğunu, bir başka deyişle organizmanın çevresiyle uyum sağlamaya yönelik etkileşimlerinde bilincin işlevini araştırmak gerektiğini ileri sürer. 20. Yüzyılın başlarında J.B. Watson’ın çalışmalarından kaynaklanan davranışçı yaklaşımda ise bilinç, insan davranışlarının nesnel incelenmesinde bilim dışı bir kavram olarak kabul edilir. Bu nedenle davranışçıların araştırmalarında bilinç dikkate alınmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder