«Aydınlanma Felsefesi» nedir?
On
sekizinci yüzyılda batı ülkelerinde felsefe ve kültür alanında «Aydınlanma»
diye adlandırılan bir düşünce tarzı ortaya çıkmıştır. Bu düşünce tarzının
temeli insan aklına karşı sınırsız bir güven duyulması; her şeyin akıl
süzgecinden geçirilerek eleştirilmesi tartılıp biçilmesidir. Aydınlanma
felsefesi insan aklının bağımsız bir güç olduğunu; kendisinden başka hiçbir
şeye karşı hesap vermek durumunda bulunmadığını kendi kendine yettiğini ileri
sürer. Akla karşı duyulan bu kesin inanç toplum hayatına devlete ahlâka dine ve
insan aklını sınırlayarak boyunduruk altına almak isteyen her türlü otoriteye
karşı şiddetli bir mücadeleye girişilmesine yol açmıştır özellikle Fransa'da
büyük temsilciler yetiştirmiş olan bu düşünce tarzı; on sekizinci yüzyılın ünlü
maddeci Fransız filozoflarının ortaya çıkmasına önayak olmuştur.
Aydınlanma
felsefesi İngiltere’de özellikle din ahlâk ve siyaset konusunda otoritelerden
kurtulmuş ferdiyetçi ve liberal bir anlayışın yaygınlaşmasına yol açtı. Vahye
değil de insan aklına dayanan bir din anlayışını ilk olarak İngiliz «deist»leri
savundular. Bu din anlayışında tanrının varlığı inkâr edilmiyordu ama tanrı
dünyayı yarattıktan sonra hiç bir işe karışmayan bir çeşit evren - mimarı gibi
düşünülüyordu. Fransa'da Voltaire (1694-1778) hemen her alanda fikir
yobazlığına karşı çıkarak derin ve geniş bir etki yaptı. Diderot (1713- 1784)
maddeci bir felsefeye yöneldi ruhun ölümsüz olmadığını insan için ölümsüzlüğün
ancak daha sonraki nesillerin düşüncesinde yaşamak demek olduğunu ileri sürdü.
D'Alembert (1717-1783) deney ötesi konularla yani tanrı evrenin yapısı ve insan
ruhunun ölümsüzlüğü gibi konularla uğraşan metafiziğin hiç bir işe
yaramadığını; felsefenin görevinin bilim tarafından ortaya konan sonuçları
toparlamak ve sentezini yapmak olduğunu ileri sürdü. JJ. Rousseau (1712-1778)
insanı mutlu kılmadığını söyleyerek uygarlığı eleştirdi; tabiata dönmek ve
duygu hayatına önem vermek gerektiğini söyledi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder