Dil,
19. yüzyıldaki incelemelerle bilimsel bir kimlik kazanmıştır. Ferdinand de
Saussure'nin etkisiyle dilbilim, bağımsız bir kimlik kazanmanın yanında
düşüncenin de yönünü değiştirmiştir. 20.
yüzyılda ortaya çıkan Analitik Felsefe, dilbilimin "düşünceye" yaptığı etkisinin bir kanıtıdır. Dil üzerine ve dil sorunlarıyla ilgili tartışmalar modern dönemin bir ürünü değil, tartışmaların tarihi Antikite'ye kadar gider. Dil sorunlarıyla ilgili en yoğun tartışmalar, "dil ve düşünce" ilişkisi ve "dilin varlığı"na yöneliktir. J.V. Vendryes, Dil ve Düşünce kitabında bu iki sorunu birlikte ele alıyor. Vendryes'in çalışmasının gösterdiği, dil ve düşünce ilişkisinin çözümlenmesi dilin varlığına dair birşeyler bulmamıza yardımcı olabilir. Aynı zamanda yazar, dilin nasıl ortaya çıktığı sorusuna net bir cevap verilemeyeceğini, çünkü en eski dillerin bile bize dilin ortaya çıkışıyla ilgili somut bilgiler vermediğini söyler. Yazar, dilin varlığına yönelik varsayımlardan kaçınarak, dil ve düşünce ilişkisi üzerine yoğunlaşır. Vendryes, dil ve düşünce ilişkisinde dile öncelik verir:
yüzyılda ortaya çıkan Analitik Felsefe, dilbilimin "düşünceye" yaptığı etkisinin bir kanıtıdır. Dil üzerine ve dil sorunlarıyla ilgili tartışmalar modern dönemin bir ürünü değil, tartışmaların tarihi Antikite'ye kadar gider. Dil sorunlarıyla ilgili en yoğun tartışmalar, "dil ve düşünce" ilişkisi ve "dilin varlığı"na yöneliktir. J.V. Vendryes, Dil ve Düşünce kitabında bu iki sorunu birlikte ele alıyor. Vendryes'in çalışmasının gösterdiği, dil ve düşünce ilişkisinin çözümlenmesi dilin varlığına dair birşeyler bulmamıza yardımcı olabilir. Aynı zamanda yazar, dilin nasıl ortaya çıktığı sorusuna net bir cevap verilemeyeceğini, çünkü en eski dillerin bile bize dilin ortaya çıkışıyla ilgili somut bilgiler vermediğini söyler. Yazar, dilin varlığına yönelik varsayımlardan kaçınarak, dil ve düşünce ilişkisi üzerine yoğunlaşır. Vendryes, dil ve düşünce ilişkisinde dile öncelik verir:
"Düşünce,
dile dayanarak, daha doğrusu dille kaynaşarak görevini yapabilir."
Bu
alıntı, bir soruya kapı aralar: Düşünce dile dayanıyorsa, dil nasıl ortaya
çıkmıştır? Cevabı yazardan dinleyelim:
Dil,
insan gereksinimlerine göre kurduğu ve geliştirdiği toplumsal bir
kurumdur. İnsan, dili nasıl kurdu? Bu noktada yazar, " Dil
yaratılabilmesini sağlayan bir göstergeler dizgesi kurabilmek için insanın
doğal olanakları neydi? sorusunu sorar. Vendryes, soruya şöyle cevap
verir:
Duyular
ve her şeyden önce işitme ve görme organları. İki türlü dil bunun sonucu:
sözlü- sesli, yani eklemli dil ve el kol, yüz hareketlerine
dayanan görme dili. İnsanın düşüncesinin farkındalığına varabilmesini
sözlü dile bağlar Vendryes. Çeşitli hareketlerle, homurtularla vb. sesler
çıkartarak insanın düşüncesinin bilincine vardığını söyler. Vendryes, ilk
insanların ortaya çıkardığı sözlü dil, bir evrim sonucu seslerin ve
hareketlerin anlamla donatılması sonucunda "dil"in ortaya
çıktığını savunur. Dilin varlığına ilişkin; dili toplumun mu yoksa dil mi
toplumu ortaya çıkardığı sorusuna varsayımdan öteye geçemeyeceği
için çocuksu olarak cevap veren Vendryes, evrimci tarih anlayışının
varsayımlarından yararlanır. Vendryes, sözlü dilin "dil" haline
dönüşmesinde insanın doğayı tanıması ve anlamlandırmasının önemine dikkat
çeker.
"İnsan
beynindeki kelimeler nesnelerin imgeleriyle birlikte doğmuştur."
İmdi,
yazardan yapılan bu alıntılar dil ile düşünce arasında çelişik bir
durum barındırır. Yazar, düşüncenin ortaya çıkışını dile bağlar. Sözlü
dilin ortaya çıkması ve gelişmesi sayesinde düşüncenin vücut bulduğundan
bahseder. Acaba kelimelere sahip olmadan düşüncenin varlığı mümkünmüdür?
İnsan dile dayanmadan, anlamını dilde pekiştirmeden düşünce eyleminde
bulunmasının imkanı nedir? Saussure, dilbilimi göstergebilimin bir parçası
olarak görüyordu. Her şeyin göstergelerden oluştuğunu dolayısıyla
dilbilimde göstergebilimin içinde kendisine yer buluyordu. Göstergeler
(gösteren-gösterilen), anlamını nerede bulur? Sorulara cevap olarak,
anlamını dilde pekiştirmeyen hiçbir gösterge yoktur. Dolayısıyla düşünce
dil ile varlık bulur. Ancak düşüncenin dil ile varlık bulması, dilin
düşünceyi iletmeye yönelik, düşüncenin somutlaşmasını sağlayan araçsal bir
görevde olduğuna değil, dilin, valığa öz/gürlüğünü vermesi düşüncesine
dayanarak dilin düşünsel eyleme varlık kazandırdığından bahsediyorum. (
Friedrich Nietzsche, insan konuşan bir hayvandır)
Yukarıda
yapılan alıntıya başka bir yorumlama getirirsek, insanın nesneyi tanıması
ve adlandırmasının bir sonucu olarak dilin varlığa geldiğini savunur. Düşüncenin
önceliğini vurgulayan bu yaklaşım, insanın doğuştan düşünce
yetisini elinde bulundurması görüşünü savunmakla bir tutarlılık
kazanabilir. Eğer insan doğuştan düşünce yetisini elinde bulunduruyorsa,
insana düşünme yetisini veren aşkın bir varlığın kabulü elzem bir hal
alıyor. Bu da dil ile metafiziğin ilişkisini ortaya çıkarır. Yazar,
düşüncenin doğuştan geldiği teorisini sözlü dile ilişkin açıklamalarında
ortaya koyduğu evrimsel tarih anlayışı nedeniyle kabul etmez. Dolayısıyla,
dil ile düşünce arasındaki ilişkiyi açıklama noktasında net bir tavır
belirleyemez Vendryes. Bu varsayımda bulunmamın
sebebi, yazarın kendisidir:
sebebi, yazarın kendisidir:
Düşünmek
için dil gereklidir, düşünceyi ifade edebilecek bir kalıp olmayan yerde
düşünce de doğamaz. Vendryes, burada dilin önceliğine
vurgu yapar. Düşünce ile dil arasındaki ilişkiye yönelik net bir tavır
sergileyememesinin yanında Vendryes, genellikle dile öncelik tanır. Ancak
dilin ortaya çıkışına net bir cevap veremez. Konunun tıkandığı bu noktada
Vendryes, düşünceye yönelir. Düşünce ayrılıklarına dil
ayrılıkları yol açmaz; dil ayrılıklarına düşünce ayrılıkları yol
açar. İnsan dilleri etrafında düşünmez bu alıntıya göre. Diller düşünceye
göre şekil bulabilir. O zaman düşünce dillerin farklı konuşulduğu
coğrayalarda aynı veya benzer olması gerekirdi. İnsanların bu durumda
birbirlerinden çok farklı düşünmemeleri sonucu çıkar. Ancak durum bunun
tam tersi. Toplumların düşünsel eylemlerini dilleri belirler. Dilin sahip
olduğu zenginlik düşüncenin derinliğini ortaya çıkarır. Vendryes, bu
durumu aslında çok açık bir şekilde ortaya koyar:
Bağımlıyım
dile ben, çünkü onun bana sunduğu kelimelerle
konuşabilirim. Vendryes, dilin varlığına ilişkin sorunun çözülemezliğini
kabul eder ancak bu sorun üzerine düşünmeye devam eder. İçinden çıkamadığı
dilin varlığına ilişkin sorun onu, dil ile düşünce arasındaki bağlantının
nasıl olduğu noktasında paradoksal bir çizgiye yönlendirir. Dil ile
düşünce, birbirine kaynaşmış ve biri olmadan diğerinin olamayacağı aşikar
olan iki kelime. Hangisinin bir diğerine varlık kazandırdığı bugüne kadar
kesin bir şekilde çözümlenemedi. Bu noktada bizi çözüme kutsal kitaplar
götürür. Ya dilin Tanrı tarafından insana bahşedildiği kabul edilecek ya
da insanın bir melekesi olarak düşünme yeteneğiyle dünyaya geldiği. Her
iki durumda da insan, bu soruna cevap bulmak istiyorsa Tanrı'ya
yönelmelidir. Bu noktada Düşünce'nin metafizik ile mümkün olduğu açık bir
şekilde ortaya çıkıyor. Metafizikten yoksun bir düşünce insanı, içinden
çıkamadığı ve çelişkiye düşmekten kurtulamadığı bir yola sürükler.
*
J.V. Vendryes'in Dil ve Düşünce kitabının değerlendirmesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder