Aziz
Thomas Aquinas’ın 1260’larda kaleme aldığı sanılan De Regimine
Principum adlı eserindeki bu metin, hükümdarlara tavsiyelerde bulunan
çok sayıdaki Orta Çağ risalesinin tipik bir örneğidir. Kıbrıs Kralı’na
yazılmış olan metinde, yönetimin gerekliliğini ve monarşinin üstünlüğünü
anlattıktan sonra Aziz Thomas Aquinas, hükümdarın görevleri konusunu ele
alır.
(…)
(…)
Düşünülmesi
gereken bir sonraki nokta kralın görevleri ve hangi niteliklere sahip
olması gerektiğidir. Sanat ile ilişkili şeyler, doğa ile ilişkili şeylerin
taklidiyse (akla uygun hareket etmek için gerekli kuralları doğadan
alırız), krallık görevinin yapısını öğrenmek için kullanılabilecek en iyi
yol doğadaki düzeni incelemektir. Doğadaki şeyler hem genel hem de
özel bir yönetime tabidir. Genel olanı, her şeyi kapsayan
Tanrı’nın yönetimidir ve O’nun basireti bunların hepsini yönetir. Özel
yönetim ise insana mahsustur ve ilahi yönetime çok benzer. Çünkü insan
mikrokozmos olarak adlandırılmıştır. Her iki yönetim de biçimsel açıdan
benzerlik taşır; nasıl ki maddi yaratıklar ve tüm ruhani güçler ilahi
yönetime tabiyse, insan gövdesinin tüm parçaları ve ruhun tüm güçleri de
akıl tarafından yönetilir. Bu yüzden karşılaştırmalı olarak bakarsak Dünya
için Tanrı neyse insan için akıl odur. Ancak insan, doğası gereği
kalabalıklarla yaşayan sosyal bir hayvandır ve yukarıda da işaret edildiği
gibi ilahi yönetim ile arasındaki benzerlik sadece insanın kendi kendisini
akılla yönetmesini değil bir insanın aklıyla çok sayıda insanı yönetmesini
de kapsar. Kralın görevlerini oluşturan şeylerin ilki budur. (...)
Bu
yüzden kral üstlendiği görevin bu olduğunu bilmelidir, Tanrı Dünya için
neyse ve ruh gövde için neyse kral da krallık için odur. Bunu ciddi
biçimde düşündüğünde, tefekkürle Tanrı konumuna getirildiğini anlar ve
krallığına adalet getirmek için içinde coşkulu bir adalet ateşi yanar;
ayrıca insanların kendi hükmüne tabi olduğunu düşününce yumuşak ve
şefkatli bir nezakete kavuşur. (...)
Bir
şehir veya krallık kurmak için Dünya’nın yaratılışı, bunu yönetmek için de
ilahi yönetimin Dünya’yı nasıl yönettiği örnek alınabilir. Ama buna
geçmeden önce yönetmenin, doğru amaca ulaşmak için, yönetilen şeylere
uygun bir yolda riyaset demek olduğunu anlamalıyız. Bir gemi,
yetenekli bir kaptan tarafından zarar görmeden ve doğruca limanına
ulaşırsa bu gemi için yönetilmiştir diyebiliriz. Yani bir şey kendi amacı
(örneğin geminin limana gidişi) dışında bir amaca yönlendiriliyorsa
yöneticinin görevi sadece o şeyinzarar görmesini engellemek değil aynı zamanda
onu amacına ulaştırmaktır. (...)
Ancak
insanın ölümlü hayatı sona erdiğinde onun için harici bir iyilik
mevcuttur, yani ölümden sonra Tanrı’nın hükmü altındaki nihai ve mutlak
mutluluk; çünkü Havari şöyle demiştir: “Bu bedende yaşadıkça Tanrı’dan
uzaktayız” (2. Korintliler, 5:6). Hz. İsa’nın kanı ile kendisi için nihai
mutluluğun satın alındığı ve bunu elde etmek için Kutsal Ruh’un
ciddiyetine nail olan Hıristiyan, onu ebedi kurtuluş limanına
yönlendirecek farklı ve ruhani bir ihtimama ihtiyaç duyar; bu ihtimam Hz.
İsa’nın Kilisesi’nin sadık rahipleri tarafından sağlanır. İnsanın amacı
için oluşturulan bu hüküm, bir bütün olarak toplumun amacı için de
oluşturulmalıdır. Bu yüzden insanın nihai amacı kendi içinde mevcut olan
bir iyilik ise yönetilecek kalabalıkların amacı da bu kalabalık için
böylesi iyilikleri elde etmek ve korumak olmalıdır. Bir bireyin veya
kalabalıkların nihai amacı maddi bir amaç, yani gövdenin hayatı ve sağlığı
olsaydı, yönetmek bir doktorun görevi olurdu. Nihai amaç bereketli bir
zenginlik olsaydı, toplumun yönetiminde son sözü iktisat bilgisi söylerdi.
Kalabalıkların istediği, gerçeğe ilişkin iyi ve doğru bilgi olsaydı kralın
bir öğretmen olması gerekirdi. Ama bir araya gelen bu insanların amacı
erdemli yaşamaktır. Çünkü iyi yaşamak için bir araya gelerek bir grup oluşturan
insanlar, bir insanın tek başına yapamayacağı bir şeyi yapar ve iyi yaşam,
erdemli yaşam demektir. Bu yüzden insanların bir araya gelme amacı erdemli
bir hayattır. Bunun delili, sadece iyi yaşamak için birbirlerine karşılıklı
olarak yardım edenlerin, birleşmiş bir topluluğun gerçek bir parçasını
oluşturabilmesidir. Eğer insanlar sadece yaşamak için bir araya gelseydi,
hayvanlar ve köleler de bir sivil topluluk oluşturmuş olurdu.
Veya insanlar sadece zenginleşmek için bir araya gelseydi, birbiriyle
ticaret yapan herkes tek bir şehre ait olurdu. Ancak görüyoruz ki ancak
iyi yaşamak için aynı kanun ve aynı yönetimle yönetilenler bir topluluk
oluşturuyor. Yine de erdemli yaşayan insanlar, daha da yüksek bir
amaca yönlendirilir; bu da yukarıda söylediğimiz gibi, Tanrı’nın hükmünde
yaşamaktır. Toplumun da birey ile aynı amaca sahip olması gerektiğinden,
bir araya gelen bir topluluğun nihai amacı erdemli bir yaşam değil,
erdemli bir yaşam sürerek Tanrı’nın hükmüne girmektir. Eğer bu amaca insan
doğasının gücüyle erişmek mümkün olsaydı, insanları böyle yönlendirmek
kralın görevlerine dahil olurdu. Elbette burada insan ilişkilerinin
yönetimi için üstün bir güç verilmiş kişiye kral denebileceğini kabul
ediyoruz. Bir yönetimin takdir ettiği amaç ne kadar yüksekse, yönetim de o
kadar muazzam olmalıdır. Görüyoruz ki nihai amacı gerçekleştirmesi gereken
kişi kimse, bu amaca yönelik şeyleri yapanları da her zaman o yönetir.
Örneğin işi geminin seyrini yönetmek olan kaptan, gemi inşa edenlere seyre
uygun olabilmesi için ne tür bir gemi inşa etmeleri gerektiğini söyler;
şehrin hükümdarı ise silahların kullanımını yönettiğinden, demirciye nasıl
silahlar üreteceğini söyler. Ancak bir kişi insani güçle değil ilahi güçle
nihai amacına, yani Tanrı’nın hükmünde yaşamaya, Havari’nin kelimeleriyle
söylersek: “Tanrı’nın armağanı Hz. İsa’da sonsuz yaşam”a (Romalılar, 6:23)
ulaşacağından, onu bu nihai amaca ulaştırmak için liderlik etmek insani
yönetime değil ilahi yönetime düşer. Sonuç olarak bu türden bir yönetim
sadece bir insan değil bir Tanrı gerektirir; bu kişi, insanları Tanrı’nın
çocukları haline getirerek onlara cennetin görkemini bahşeden Efendimiz
Hz. İsa Mesih’tir. Bu O’na teslim edilecek yönetimdir ve o
“krallık yıkılmayacaktır” (Daniel, 6:26). Kutsal İrade onu sadece Rahip
değil Kral olarak da adlandırır. Yeremya ise şöyle der: “Bu kral bilgece
egemenlik sürecek” (Yeremya, 23:5). Böylece O’ndan asil bir ruhbanlık
türemiştir ve dahası, Hz. İsa’ya inanan herkes O’nun dininin üyesi olduğu
sürece kral ve rahip olarak adlandırılacaktır. Böylece ruhani şeyleri
dünyevi şeylerden ayırmak için bu krallığın vekâleti dünyevi krallara
değil rahiplere verilmiştir; ama hepsinden çok Aziz Petrus’un halefi olan
başrahibe yani Hz. İsa’nın Vekili olan Roma’daki Papa’ya. Hıristiyanları
yöneten tüm krallar Efendimiz Hz. İsa Mesih’e tabi oldukları gibi, ona da
tabidir. Ara amaçların yerine getirilmesiyle ilgilenen herkes, nihai
amaçla ilgilenen kişiye tabidir ve onun hükmüyle yönetilir. (...)
Açıkça
bellidir ki kralın ruhban sınıfı tarafından yürütülen ilahi yönetime tabi
olması gibi, tüm insani görevler de krala tabi olmalı ve onun tarafından
yönetilmelidir. Bir şeyin amacına bağlı olan başka bir şeyi yapma
görevinin teslim edildiği her kişi, çalışmasının bu amaca uygun olup
olmadığını görmek durumundadır; bu yüzden örneğin silah üreticisi kılıcı
savaşmaya uygun biçimlendirmelidir, inşaatçı bir ev yaparken bu
evi yaşamaya uygun tasarlamalıdır. Bugün yaşadığımız erdemli hayatın amacı
cennetin mutlak mutluluğu olduğuna göre, kralın görevi de topluluğun
yaşamını cennetin mutluluğuna ulaşmaya uygun hale getirecek biçimde, yani
cennetin mutluluğuna götürecek şeyleri emrederek ve tersini yasaklayarak
iyileştirmektir. (...) Bu yüzden Tanrı’nın kanunuyla eğitilmiş olan kralın
ilk işi, kendisine tabi topluluğun iyi yaşamasını sağlayacak vasıtaları
bulmak olmalıdır.
Bu
işin üç aşaması vardır; birincisi ve en önemlisi kendisine tabi olan
topluluk için erdemli bir yaşam oluşturmak, ikincisi bu hayatı
oluşturduktan sonra korumak ve üçüncüsü korurken giderek
mükemmelleştirmektir. Bir bireyin iyi bir yaşam sürmesi için iki şey
gereklidir. Bunlardan ilki ve en önemlisi, erdemli yaşamaktır (çünkü erdem
insanın iyi yaşamasını sağlar); tali ve yardımcı konumda olan ikincisi
ise, erdemli bir hayat sürmek için gerekli maddi şeylerin yeterliliğidir.
İnsanın birliği doğa tarafından sağlanır; barış olarak adlandırdığımız,
topluluğun birliği ise hükümdarın çabalarıyla sağlanır. Bu yüzden bir
topluluğun erdemli yaşaması için üç şey gereklidir. İlki bu topluluğun
barış içinde birleşmesidir. İkincisi barış bağıyla bağlı bu toplululuğun
iyi şeyler yapacak biçimde yönlendirilmesidir. Bir insanın topluluğun
diğer üyeleriyle birleşmeden iyi bir şey yapamayacağı kabul edilirse,
barış içinde birleşmemiş bir insan topluluğu kendi içinde savaştığından
erdemli bir eylemde bulunamaz. Üçüncüsü ise düzgün bir yaşam sürebilmek
için gerekli şeylerin kralın çabalarıyla tedarikidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder