İDEA a. (lat. söze.). Fels. Platon’a göre, her somut şeyin ya da soyut kavramın
genel modeli. (Her insanın zihninde doğuştan önce bulunur ve onun gerçekliği
kavramasını sağlar.) || Descartes’a göre, hayal gücünün yarattığı imgelere ve
fantezilere karşıt olarak, zihnin kavradığı her şey. || Spinoza’ya göre, bir
insan tarafından düşünülmüş olmak koşuluyla, bir şeyin tasarımı. || Leibnlz’e
göre, doğruya ulaşabilmemiz için Tanrı’nın zihnimize yerleştirdiği doğuştan
bilgi. || Kant’a göre, hiçbir deneyim nesnesine karşılık olmayan salt akil
kavramı. || Hegel’e göre, zihin ile dış gerçeklik arasındaki temel özdeşlik.
—ANSİKL. Fels. Platon’a göre Idea (eidos) aralarında çeşitlilik gösteren nesneleri
aynı şeyler kategorisi içinde toplamamızı sağlayan şeydir: atlar arasında büyük
bir çeşitlilik varsa da biz onları daha önce zihnimizde at İdeası bulunduğu
için, aynı kategori içine sokarız. Soyut kavramlar için de aynı durum
geçerlidir: “Şeylerden her birinin gerçek varlığını kendinde güzel, kendinde
iyi vb. diye adlandırırız ve bu şeyleri başlangıçta çok ve çeşitli olarak
görmemize karşın, daha sonra onları kendilerine özgü idea altında toplarız;
böyle yapmakla da ideanın birliğini kesinlemiş oluruz” (Devlet [He politeia ya
da Perl tes dlkes], 6). İdealar, örneğin güzellik ideası gibi “doğmaz ve
ölmezler, çoğalmaz ve azalmazlar” ve öncesiz-sonrasızdırlar (Şölen [To
symposion]).
Descartes’ta idea (fikir), bedensel hayal gücünün
ürettiği imgeden farklıdır: “Böylece, yalnızca hayal gücümüzde canlandırılan
imgelere, idea adını vermiyorum” (Secondes Réponses aux “Médita tions”
[Metafizik düşünceler'e itirazların ikinci cevapları], “Tanımlar”, 2). “idea
deyince, düşüncelerimizin her birinin belli bir biçimini, yani dolayımsız
algısıyla bu düşüncelerin kendisini bilip tanıdığımız biçimi anlıyorum.”
Descartes’a göre, bazı ideaların ötekilerden daha geniş bir nesnel gerçekliği
vardır. Filozof, bu gerçek nesnelliği şöyle tanımlar: “Bir ideanın nesnel
gerçekliği deyince, ideanın temsil ettiği şeyin varlığını -bu varlık ideada
bulunmak koşuluyla- anlıyorum” (Secondes Répon-sesaux “Méditations”). Böylece,
Descartes, töz ve Tanrı Ideası gibi idealara, daha geniş bir nesnel gerçeklik
tanır, ayrıca doğuştan Ideaların varlığını da kabul eder. “Bu idealardan
bazıları benimle birlikte doğmuş, bazıları bana yabancı ve dışardan gelmiş,
bazıları da benim tarafımdan yapılmış ve yaratılmış gibi geliyor bana”
(,Metafizik düşünceler [Méditations métaphysiques], 3).
Spinoza’ya göre, idea “ruh’un düşünen bir şey olması
bakımından oluşturduğu bir ruh kavramıdır” (Etika 2, “Tanımlar”). Ama
düşüncenin iç dinamizmini vurgulamak isteyen Spinoza, klasik gibi görünen bu
tanımı hemen yumuşatır. İdea, yalnızca ya da öncelikle “temsil edici” yanıyla
tanımlanamaz, düşünceyi görüntüler ara: sına koymaktan da kaçınmalıdır:
“idealar derken, gözün derinlerinde oluşanlara benzer imgeleri kastetmiyorum”
(ay. ypt., 2, 48). Özellikle, doğru idea’yı, “ideat”ı-na (yani ideası olduğu
nesneye) uygun olan şey diye tanımlamaya kalkışmak, başarısızlığa adanmış bir
girişimdir: ideayı, bizim dışımızdaki nesnesiyle karşılaştırabilmemlz için, bu
nesnenin bizim içimizde olması gerekir, oysa bu saçma bir şeydir: “Çember başka
şey, çember ideası başka bir şeydir. Çünkü çember ideası, çember gibi, bir
çevresi ve bir merkezi olan bir şey değildir” (Tractatus de intellectus
emendatione [Anlıkta yapılacak reform üstüne İnceleme], 33). Demek ki, doğru
ideayı zihin ile nesne arasındaki uygunluk olarak belirleyen klasik tanım
yetersizdir. idea bir şey ya da bir imge değil, bir edim olduğuna göre, doğru
ideanın, doğruluğun kesinliğini kendinde içermesi, yani kendisini, zorunlukla
doğru olarak kavraması gerekir. Zaten upuygun* ideanın tanımı da budur.
Böylece, “bağlaşık”! olmayan hiçbir idea var olmaz; doğru idea kavramı da ancak
ideası olduğu şeye uygun bir idea için kullanılabilir. Fakat, “doğru bir ideası
olan kimse, aynı zamanda doğru bir ideası olduğunu da bildiğine ve bildiği
şeyin doğruluğundan şüphe etmediğine” (ay ypt. 2, 42) göre, doğru idea ile
upuygun idea arasında ancak şöyle bir ayrım yapılabilir: “doğru’ sözcüğü,
yalnızca idea ile ideatı arasındaki uygunluğu belirtir”.
Bunun tersine, idea yalnızca bir dış şeyin “temsili”
değil, bir anlamda, idea edinebileceğimiz bir şeydir de: Ahmet’in ideasının
yalnızca bir nesnel özü yoktur; yalnızca Ahmet’i bir birey olarak bana temsil
eden idea olmakla kalmaz, aynı zamanda, bir biçimsel öz’ü de vardır, yani
düşüncenin bir top’idir ve bu bakımdan bir başka ideanın nesnesi olabilir,
Spinoza buna “ideanın ideası” der.
Leibniz’e göre, Idealarımızın kaynağının gerçek
açıklaması, Descartes’ın doğuştana öğretisi (buna göre, idealarımızın birçoğu
Tanrı’nın bizim benliğimize ektiği “doğruluk tohumları”dır ve böyle olduğu için
onları sonradan edinmemiz gerekmez) ile Locke’un deneyci (ampirlst) öğretisi
(buna göre, zihin bir “boş levha” gibidir ve duyumsal izlenimlerimizden
gelmeyen hiçbir şey burada yer alamaz) arasında yer alır: Leibniz, bütün
idealarımızı ruhun kendi derinliklerinden çekip çıkardığını söyler, ama bu
idealar ruhta ancak gizil biçimde bulunur.
Kant idea ile aklı ve akılsal mantık arasında ilişki
kuran ilk düşünürdür. Şöyle yazar: “idea’dan, duyular tarafından bize verilen
nesneler arasında hiçbir karşılığı bulunmayan zorunlu akılsal kavramı
anlıyorum. Aklın salt ideaları [...] aşkın idealar-dır. Bunlar, salt aklın
kavramlarıdır, çünkü her deneysel bilgiyi, koşulların mutlak bütünselliğince
belirlenmiş olarak ele alırlar. Bu kavramlar, gelişigüzel oluşturulmamışlardır;
tam tersine, aklın doğasından kaynaklanırlar ve anlığın her işleminde zorunlu
olarak kullanılırlar. Nihayet, bu kavramlar aşkındır, yani her türlü deneyin
sınırlarını aşarlar [...]. Bir idea söz konusu olduğunda, nesneyle İlgili pek
çok şey söyleriz [...], ama özne üzerine söylediğimiz pek az’dır [...], çünkü
idea, maksimumlukla İlgili bir kavram olduğundan, somut olarak hiçbir zaman
upuygun bir biçimde verilemez” (Kritik der reinen Vernunft [Salt aklın
eleştirisi], 1, 2 ,1).
Hegel’e göre, “idea upuygun kavramdır, nesnel
doğru’dur ya da doğrunun kendisidir” (Wissenschaft der Logik [Mantık bilimi],
“Kavram”, 3). Bundan ötürü, idea terimi, dış gerçekliğin karşıtı olamaz; ama
yaşam, doğru ve iyi şekilleri altında mantığın, kendi öz zorunluluğumla
kendini, kendinden başkası olarak belirlediği ve Doğa ile Tinin çifte
dışsallığında, kendini kendine özdeş olarak ortaya koyduğu en uç noktayı
belirtir Bu anlamıyla “İdea, yalnızca genel olarak hakiki varlığı, kavram ile
gerçekliğin birliğini belirtmekle kalmaz, aynı zamanda öznel kavram ile
nesnelliğin birliğini de daha iyi belirlenmiş bir biçimde dile getirir”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder