26 Temmuz 2020 Pazar

İdea

İdea
İDEA a. (lat. söze.). Fels. Platon’a göre, her somut şeyin ya da soyut kavramın genel modeli. (Her insanın zihninde doğuştan önce bulunur ve onun gerçekliği kavramasını sağlar.) || Descartes’a göre, hayal gücünün yarattığı imgelere ve fantezilere karşıt olarak, zihnin kavradığı her şey. || Spinoza’ya göre, bir insan tarafından düşünülmüş olmak koşuluyla, bir şeyin tasarımı. || Leibnlz’e göre, doğruya ulaşabilmemiz için Tanrı’nın zihnimize yerleştirdiği doğuştan bilgi. || Kant’a göre, hiçbir deneyim nesnesine karşılık olmayan salt akil kavramı. || Hegel’e göre, zihin ile dış gerçeklik arasındaki temel özdeşlik. —ANSİKL. Fels. Platon’a göre Idea (eidos) aralarında çeşitlilik gösteren nesneleri aynı şeyler kategorisi içinde toplamamızı sağlayan şeydir: atlar arasında büyük bir çeşitlilik varsa da biz onları daha önce zihnimizde at İdeası bulunduğu için, aynı kategori içine sokarız. Soyut kavramlar için de aynı durum geçerlidir: “Şeylerden her birinin gerçek varlığını kendinde güzel, kendinde iyi vb. diye adlandırırız ve bu şeyleri başlangıçta çok ve çeşitli olarak görmemize karşın, daha sonra onları kendilerine özgü idea altında toplarız; böyle yapmakla da ideanın birliğini kesinlemiş oluruz” (Devlet [He politeia ya da Perl tes dlkes], 6). İdealar, örneğin güzellik ideası gibi “doğmaz ve ölmezler, çoğalmaz ve azalmazlar” ve öncesiz-sonrasızdırlar (Şölen [To symposion]).
Descartes’ta idea (fikir), bedensel hayal gücünün ürettiği imgeden farklıdır: “Böylece, yalnızca hayal gücümüzde canlandırılan imgelere, idea adını vermiyorum” (Secondes Réponses aux “Médita tions” [Metafizik düşünceler'e itirazların ikinci cevapları], “Tanımlar”, 2). “idea deyince, düşüncelerimizin her birinin belli bir biçimini, yani dolayımsız algısıyla bu düşüncelerin kendisini bilip tanıdığımız biçimi anlıyorum.” Descartes’a göre, bazı ideaların ötekilerden daha geniş bir nesnel gerçekliği vardır. Filozof, bu gerçek nesnelliği şöyle tanımlar: “Bir ideanın nesnel gerçekliği deyince, ideanın temsil ettiği şeyin varlığını -bu varlık ideada bulunmak koşuluyla- anlıyorum” (Secondes Répon-sesaux “Méditations”). Böylece, Descartes, töz ve Tanrı Ideası gibi idealara, daha geniş bir nesnel gerçeklik tanır, ayrıca doğuştan Ideaların varlığını da kabul eder. “Bu idealardan bazıları benimle birlikte doğmuş, bazıları bana yabancı ve dışardan gelmiş, bazıları da benim tarafımdan yapılmış ve yaratılmış gibi geliyor bana” (,Metafizik düşünceler [Méditations métaphysiques], 3).

Spinoza’ya göre, idea “ruh’un düşünen bir şey olması bakımından oluşturduğu bir ruh kavramıdır” (Etika 2, “Tanımlar”). Ama düşüncenin iç dinamizmini vurgulamak isteyen Spinoza, klasik gibi görünen bu tanımı hemen yumuşatır. İdea, yalnızca ya da öncelikle “temsil edici” yanıyla tanımlanamaz, düşünceyi görüntüler ara: sına koymaktan da kaçınmalıdır: “idealar derken, gözün derinlerinde oluşanlara benzer imgeleri kastetmiyorum” (ay. ypt., 2, 48). Özellikle, doğru idea’yı, “ideat”ı-na (yani ideası olduğu nesneye) uygun olan şey diye tanımlamaya kalkışmak, başarısızlığa adanmış bir girişimdir: ideayı, bizim dışımızdaki nesnesiyle karşılaştırabilmemlz için, bu nesnenin bizim içimizde olması gerekir, oysa bu saçma bir şeydir: “Çember başka şey, çember ideası başka bir şeydir. Çünkü çember ideası, çember gibi, bir çevresi ve bir merkezi olan bir şey değildir” (Tractatus de intellectus emendatione [Anlıkta yapılacak reform üstüne İnceleme], 33). Demek ki, doğru ideayı zihin ile nesne arasındaki uygunluk olarak belirleyen klasik tanım yetersizdir. idea bir şey ya da bir imge değil, bir edim olduğuna göre, doğru ideanın, doğruluğun kesinliğini kendinde içermesi, yani kendisini, zorunlukla doğru olarak kavraması gerekir. Zaten upuygun* ideanın tanımı da budur. Böylece, “bağlaşık”! olmayan hiçbir idea var olmaz; doğru idea kavramı da ancak ideası olduğu şeye uygun bir idea için kullanılabilir. Fakat, “doğru bir ideası olan kimse, aynı zamanda doğru bir ideası olduğunu da bildiğine ve bildiği şeyin doğruluğundan şüphe etmediğine” (ay ypt. 2, 42) göre, doğru idea ile upuygun idea arasında ancak şöyle bir ayrım yapılabilir: “doğru’ sözcüğü, yalnızca idea ile ideatı arasındaki uygunluğu belirtir”.
Bunun tersine, idea yalnızca bir dış şeyin “temsili” değil, bir anlamda, idea edinebileceğimiz bir şeydir de: Ahmet’in ideasının yalnızca bir nesnel özü yoktur; yalnızca Ahmet’i bir birey olarak bana temsil eden idea olmakla kalmaz, aynı zamanda, bir biçimsel öz’ü de vardır, yani düşüncenin bir top’idir ve bu bakımdan bir başka ideanın nesnesi olabilir, Spinoza buna “ideanın ideası” der.

Leibniz’e göre, Idealarımızın kaynağının gerçek açıklaması, Descartes’ın doğuştana öğretisi (buna göre, idealarımızın birçoğu Tanrı’nın bizim benliğimize ektiği “doğruluk tohumları”dır ve böyle olduğu için onları sonradan edinmemiz gerekmez) ile Locke’un deneyci (ampirlst) öğretisi (buna göre, zihin bir “boş levha” gibidir ve duyumsal izlenimlerimizden gelmeyen hiçbir şey burada yer alamaz) arasında yer alır: Leibniz, bütün idealarımızı ruhun kendi derinliklerinden çekip çıkardığını söyler, ama bu idealar ruhta ancak gizil biçimde bulunur.
Kant idea ile aklı ve akılsal mantık arasında ilişki kuran ilk düşünürdür. Şöyle yazar: “idea’dan, duyular tarafından bize verilen nesneler arasında hiçbir karşılığı bulunmayan zorunlu akılsal kavramı anlıyorum. Aklın salt ideaları [...] aşkın idealar-dır. Bunlar, salt aklın kavramlarıdır, çünkü her deneysel bilgiyi, koşulların mutlak bütünselliğince belirlenmiş olarak ele alırlar. Bu kavramlar, gelişigüzel oluşturulmamışlardır; tam tersine, aklın doğasından kaynaklanırlar ve anlığın her işleminde zorunlu olarak kullanılırlar. Nihayet, bu kavramlar aşkındır, yani her türlü deneyin sınırlarını aşarlar [...]. Bir idea söz konusu olduğunda, nesneyle İlgili pek çok şey söyleriz [...], ama özne üzerine söylediğimiz pek az’dır [...], çünkü idea, maksimumlukla İlgili bir kavram olduğundan, somut olarak hiçbir zaman upuygun bir biçimde verilemez” (Kritik der reinen Vernunft [Salt aklın eleştirisi], 1, 2 ,1).

Hegel’e göre, “idea upuygun kavramdır, nesnel doğru’dur ya da doğrunun kendisidir” (Wissenschaft der Logik [Mantık bilimi], “Kavram”, 3). Bundan ötürü, idea terimi, dış gerçekliğin karşıtı olamaz; ama yaşam, doğru ve iyi şekilleri altında mantığın, kendi öz zorunluluğumla kendini, kendinden başkası olarak belirlediği ve Doğa ile Tinin çifte dışsallığında, kendini kendine özdeş olarak ortaya koyduğu en uç noktayı belirtir Bu anlamıyla “İdea, yalnızca genel olarak hakiki varlığı, kavram ile gerçekliğin birliğini belirtmekle kalmaz, aynı zamanda öznel kavram ile nesnelliğin birliğini de daha iyi belirlenmiş bir biçimde dile getirir”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder