Sümer’de İnanna, Babil’de İştar, Mısır’da Hathor,
Asur’da Astarte… Hepsi aynı güçlü, büyüleyici ve gizemli kadının farklı adları.
“Yeryüzü’nün Hanımı” yalnızca bir “mit” olabilir mi?
İnanna’dan Hathor’a yitik uygarlıkların gizemli tanrıça figürleri
İnanna’dan Hathor’a yitik uygarlıkların gizemli tanrıça figürleri
Bugün
var olan durum ne olursa olsun, dünya üzerinde erkeklerin egemenliğinin hiç de
“vazgeçilmez” sayılmadığı bir dönemin yaşandığına ilişkin yadsınamaz kanıtlar
yüz yılı aşkın bir süredir önümüzde duruyor. Arkeoloji ve antropolojinin
yirminci yüzyılda edindiği bilgilerle iyice aydınlanan “şematik” anaerkil
toplum döneminden söz etmiyoruz. İnsan uygarlığının bu gezegen üzerinde
biçimlendiği ilk ve bilinmez dönemdeki kadın figürlerinin çarpıcı ve silinmez
izleri, daha başka, daha yoğun bir “kadın ağırlığı”nın altını çiziyor. O denli
çok ama ne yazık ki o denli muğlak veriler var ki elimizde, binlerce yıl
öncesinde bu denli güçlü izler bırakan bir “feminen varlık” nasıl olup da
semavi dinlerin egemenliğiyle birlikte (ve sistematik çabalarla) unutturulmaya
çalışılmış, çözemiyoruz. Bilinen ilk uygarlık izlerine rastladığımız Yakın
Doğu’nun hemen her yerinde, başka isimlerle ama şüphe götürmez biçimde aynı
kişilikle son derece güçlü, çekici ve bilge bir kadın çıkıyor karşımıza. O,
bütün inanç sistemlerinin esinlendiği eski Mezopotamya, Anadolu, Mısır ve Hint
metinlerinde izine rastlanan, belki de “yitik uygarlık” ve “yitik bilgi”nin
anahtarı durumundaki bir kadın figürü: İnanna.
Eski
Sümer metinlerinde İnanna, 5000 yıl öncesinin insanları üzerindeki sarsılmaz
etkisiyle çıkıyor karşımıza. Verimliliğin, cazibenin, güzelliğin olduğu kadar;
savaşın, gücün ve bilgeliğin de simgesi. Sümer kadınları (ki Samuel Noah
Kramer’in çevirdiği metinlerden anladığımıza göre bugünün kadınının sahip
olduğu haklardan fazlasını ellerinde bulunduruyorlarmış) yalınızca dualarını
değil sevgilerini ve bağlılıklarını da sunmuşlar hep İnanna’ya. Başları
sıkıştığında, ondan yardım istemişler; mutluyken onun şerefine içmişler.
Yalnızca kadınlar değil, erkekler de İnanna’ya çok büyük saygı göstermiş. Bildiklerinin
çoğunu, ondan (ve büyük tanrı Enki’den) öğrenmişler. Ama, hata yaptıklarında da
onun şerrinden korkmuşlar. Bütün sevecenliğine rağmen İnanna, yeri geldiğinde
yanlışları cezalandırmakta da tereddüt etmiyormuş çünkü.
Bölük
pörçük Mezopotamya çivi yazısı tabletlerin Babil dönemine ait olanlarında
İnanna, bu sefer İştar adıyla çıkıyor karşımıza. Ama onunla ilgili aktarılan
bilgilerde ve ona yapılan göndermelerde değişen bir şey yok. İnanna, Sümer
metinlerindeki “hükmedici” grubun, yani Anunnaki’lerin, Enki ile birlikte
insanlara en yakın olanı ve en sevecen davrananı. Bu sevecenlik, erkekler söz
konusu olduğunda “çapkınlık” görünümüne de bürünebiliyor, çünkü İnanna bu
yönüyle de ünlü. Beğendiğinde ve arzuladığında, ölümlülerle de ilişkiye girebiliyor,
aşk yaşıyabiliyor. Ara ara, cinsel cazibesini amcası Enki ve Büyük Tanrı Anu’ya
karşı da kullandığına ilişkin anlatılar var tabletlerde. Babil’de, İştar adıyla
sözü edilenlerde de değişen bir şey yok.
Anadolu’ya geldiğimizde, iki büyük gelenekle karşılaşıyoruz: Bunlardan birincisi, Hitit ya da Hatti bilgi birikimi. Bu yüzyılın başına dek yalnızca Tevrat’ta sözü edilen hayali bir toplum olduğu düşünülürdü Hititlerin. Mısır’la olan ilişkilerini açığa çıkaran Kadeş Antlaşması metni bile arkeologlara “güçlü ve büyük” bir Hitit Devleti’nin varolmuş olabileceğini düşündürmemişti. Ama Hattuşaş’ta yapılan yoğun çalışmalar sonucunda (bunların bir bölümünde ne yazık ki bilinçsizce teknikler kullanılmış ve arkeolojik buluntulara zarar verilmiştir) efsanevi Hititler binlerce yılın bulutları arasından sıyrılıp beliriverdiler. Bir süre sonra da yazıları çözüldüğünde, Hint-Avrupa kökenli oldukları ortaya çıktı ve bilgi birikimleri masaya yatırıldı. Epey yol alınmış olmasına karşın bu ilginç insanların çıkış noktaları ve uzak geçmişlerine ilişkin verilerimiz hala çok eksik. Ama onların kültünde de yine 12′lik bir panteon ve yine güçlü bir kadın tanrıça var. Bütün özellikleriyle, İnanna ve İştar’la örtüşen; aşağı yukarı benzeri “mit”lerde aynı biçimde sözü edilen bir tanrıça bu.
Anadolu’ya geldiğimizde, iki büyük gelenekle karşılaşıyoruz: Bunlardan birincisi, Hitit ya da Hatti bilgi birikimi. Bu yüzyılın başına dek yalnızca Tevrat’ta sözü edilen hayali bir toplum olduğu düşünülürdü Hititlerin. Mısır’la olan ilişkilerini açığa çıkaran Kadeş Antlaşması metni bile arkeologlara “güçlü ve büyük” bir Hitit Devleti’nin varolmuş olabileceğini düşündürmemişti. Ama Hattuşaş’ta yapılan yoğun çalışmalar sonucunda (bunların bir bölümünde ne yazık ki bilinçsizce teknikler kullanılmış ve arkeolojik buluntulara zarar verilmiştir) efsanevi Hititler binlerce yılın bulutları arasından sıyrılıp beliriverdiler. Bir süre sonra da yazıları çözüldüğünde, Hint-Avrupa kökenli oldukları ortaya çıktı ve bilgi birikimleri masaya yatırıldı. Epey yol alınmış olmasına karşın bu ilginç insanların çıkış noktaları ve uzak geçmişlerine ilişkin verilerimiz hala çok eksik. Ama onların kültünde de yine 12′lik bir panteon ve yine güçlü bir kadın tanrıça var. Bütün özellikleriyle, İnanna ve İştar’la örtüşen; aşağı yukarı benzeri “mit”lerde aynı biçimde sözü edilen bir tanrıça bu.
Bir
diğer Anadolu kültü, net olarak kökeni bilinememekle birlikte Frigya ve Galat
buluntularında ortaya çıkan ve yine Mezopotamya panteonuyla, anlatılarla
bağlantılı olduğu şüphe götürmeyen farklı isme sahip bir güçlü kadına
yönlendiriyor bizi: Kybele. Anadolu’ya 4000 yıl önce gelip yerleştikleri
varsayılan ve Hititlerden sonra Orta Anadolu’da etkinleşen Galatlar, bilinen
Kelt kollarından biri. Göç yolları ve çıkış noktaları çok net olarak
bilinememekle birlikte, Anadolu’da sağlam bir inanç/kültür birikimi
oluşturduklarına tanık oluyoruz. Onların “Güçlü ve Güzel Hanım”ı Kybele ise,
bildiğiniz üzere İnanna/İştar mitinin bire bir aynısı denebilir. Yine İ.Ö
3000′lere ama bu kez Eski Mısır’a dönüyoruz. Bilindiği gibi, İ.Ö 2. binyılın
ortalarından itibaren Mısır yıldız dininde ve bilgeliğinde, güçlerinin bir
bölümünden feragat etmiş izlenimi veren ve yetkesini eşi Osiris’le birlikte
kullanan bir tanrıçaya, İsis’e rastlarız. Aşağı yukarı bu “panteon dengesi”
Mısır’da “Hiksoslar Devri” olarak bilinen işgalin kırılmasından sonra
belirginleşir, yani İ.Ö 1700 dolaylarında. Bu dönemde Thebes prensleri yönetimi
ellerine geçirmiş; Heliopolis, Giza ve Dendera kültleri revizyona uğramıştır.
İsis, son derece güçlü ve etkin bir figür olmasına karşın bu dönem Mısır panteonundaki
görünümüyle Mezopotamya ve Anadolu’nun İnanna/İştar/Kybele kültlerindeki güçlü,
pervasız, çapkın ama sevecen ve yardımsever kadın figürüne çok fazla benzemez.
Deyiş yerindeyse, onda İnanna’nın “serseri cazibesi” yoktur; daha çok “durmuş
oturmuş bir Mısır hanımefendisi” gibidir. Burada bir farklılaşma mı söz konusu
acaba, yoksa işin altında başka bir iş mi var?
Sorunun
yanıtı, bir başka Mısır feminen figüründe çıkıyor ortaya. Üstelik bu, bilinen
en eski tanrıça neredeyse. İzlerine Sina yarımadasının hanedanlar öncesi
kültlerinde, eski Baalbek buluntularında ve Mısır’ın en eski yerleşim
yerlerindeki ayrıntılarda rastlanıyor. Bu kadın, tanrıça Hathor. Mısır’ın soru
işaretleriyle dolu geçmişinde en çarpıcı göürünümlerden biri olarak
rastlaşıyoruz Hathor’la. Aşkın, güzelliğin, şarabın ve cinselliğin simgesi
olarak beliriyor. Ama aynı zamanda, Yukarı Mısır’ın kimbilir hangi uzak geçmişe
ait en eski kentlerinden Dendera’nın da “Yüce Hanım”ı o. Üstelik, aşk ve
şarabın simgesi olduğu kadar, savaşın ve gücün de simgesi. Yetki ve forsundan
asla vazgeçmiyor, yeri geldiğinde Ra’ya bile başkaldırıyor – hatta, tıpkı
İnanna’da gördüğümüz gibi, cinsel cazibesini Ra’nın üzerinde kullanmaktan
çekinmediğini ortaya koyan hikayeler var Mısır mitlerinde. Birçok belgeye göre,
“Ra’nın gözü” olarak adlandırılıyor. Yani, ülkenin bütünü üzerinde dolaşıyor ve
güvenliği sağlıyor, Ra’nın yardımcılığını yapıyor. Tıpkı, Mezopotamya’yı
millerce gökyüzünde dolaşarak kateden ve Enlil ile Enki’nin temsilciliğini
üstlenen İnanna/İştar gibi. Ne var ki, İ.Ö 1600′lerden sonra Hathor’un ve ona
ait izlerin bir biçimde silinmeye ya da “asimile edilmeye” çalışıldığına tanık
oluyoruz Mısır’da. İsis figürü baskın çıkıyor, Hathor geri plana atılıyor. Bir
tek istisnası var bunun, o da Mısır’ın söz konusu dönemindeki tek kadın firavun
olan güçlü ve güzel Hatşepsut. Bu ilginç ve karizmatik kadın, Hathor kültüne
sahip çıkmaya çalışıyor yönetimi süresince.
Elimizde,
ilginç ve epey gizemli bir düğüm var: Bütün Eski Yakın Doğu kaynaklarında
belirgin biçimde vurgulanan güçlü bir kadın figürünün, aşağı yukarı İ.Ö
1500′lerden itibaren “yokedilmeye” çalışıldığını görüyoruz. İnanna, İştar,
Kybele ya da Hathor, simgelerini Venüs’te buluyorlar ilginç bir biçimde ve bu
simge, onların bilinen bazı niteliklerinin eklektik biçimde toparlanmasıyla,
Batılıların uygarlığın merkezi gibi görme eğiliminde oldukları Eski Yunan’a
taşınıyor. Bilinen Antik Çağ bilgeliğinin, bilgi erozyonuna uğramasından sonra
yeniden doğrulmaya çalıştığı yer olan Eski Yunan’da, bilinen kültler ithal
edilmekle birlikte, yeni bir panteon düzenlemesine gidiliyor denebilir. Burada,
erkek egemen toplumda kadınlara tanrıça bile olsalar verilebilecek payenin
ancak “güzellik ve aşk” ya da “bereket ve verimlilik” olduğu gerçeğiyle
karşılaşıyoruz. Venüs yıldızı, Afrodit’i simgeliyor Eski Yunan’da. Yani, çapkın
güzellik ve aşk tanrıçasını. Ama Yunanlıların Afrodit’inde, İnanna’nın,
İştar’ın ya da Hathor’un karizmasından iz yok. İnanna ile ilgili birikimlerin
parçalandığını, kopuk izlerin bazılarının farklı tanrıçalara serpiştirildiğini
görüyoruz. Sözgelimi, onun savaşçı yönünü Athena alıyor. Bununla birlikte,
Afrodit ile ilgili yunan anlatılarında ilginçlikler de yok değil: Sözgelimi,
onun çok sonradan Kıbrıs üzerinden Olimpos’a gelmiş bir “Eski dünya” tanrıçası
olduğundan ve Zeus’un onun panteona almazlık edemediğinden söz ediliyor. Ama,
İ.Ö 1000 dolaylarında artık bizim sihirli tanrıçamızın bilinçli bir biçimde
silinmeye çalışıldığı dikkatli gözlerden kaçmıyor.
Bundan
sonrası, “bilgi kaybı” sürecinin en trajik ve en sevimsiz dönemleri. Semavi
dinlerin devlet yapıları içinde örgütlenerek bilinen dünyaya egemen
olmalarından sonra artık kadın figürleri ancak “figüran” olabiliyor yeni inanç
sistemlerinde. Onlara “Annelik” yakıştırılıyor (Meryem Ana) ya da doğru yola
dönen fahişe olabiliyorlar (Maria Magdelena.) Ama ilginçtir, her ne kadar
“tektanrılı” dense de, semavi dinlerin içinde “panteon ruhu”nun bütünüyle yok
edilemediğini görüyoruz – Trinity (hıristiyanlıktaki Baba – Oğul – Kutsal Ruh
üçlemesi) ya da “Melekler” bunun göstergeleri. Ortaçağ, yani antik Dünya
bilgeliğine ilişkin nerdeyse bütün bilgilerin din adamlarınca sistemli biçimde
yokedilip silinmeye çalışıldığı dönem, bilgi birikiminin büyük bir direnişinin
de tanığı. Ne var ki bu, son derece trajik bir direniş. Eski bilgelik bir kısım
druid (Ortaçağ Avrupa’sında Kelt ve Cermen kökenli pagan rahip) gruplarınca
yaşatılmaya çalışılırken, kadın bilgeliğinin ve İnanna/İştar/Hathor geleneği ve
birikiminin de kadın paganlarca saklanmaya, nesilden nesile aktarılmaya
çalışıldığına tanık oluyoruz. Yazık ki sayıları zaten çok az olan bu “bilgi
saklayıcı”lar, yine din adamlarının sistemli örgütlenmeleri sonucu oluşan
engizisyon elinde işkence edilip öldürülüyorlar birer birer. Elimizdeki “cadı
masalları” bu bilge ve yürekli kadınların bilgiye sahip çıkıp yaşatma
çabalarından ibaret.
Sonuçta,
bunca çileye karşın bugün etkinliğini ve çekiciliğini yitirmemiş bir “kadın
kültü” yeniden doğrulmaya çalışıyor. Andığımız ana çizginin dışında, Hint
kültüründe Tara, Asur ülkesinde Astarte, Çin’de Kwan Yin ve daha nice “İnanna
varyantı” yalnızca bir rastlantı ya da “sıradan bir mit” olabilir mi? Modern
araştırmacılar, iz sürüyorlar inatla. İnanna/İştar/Hathor kültü, efsanevi yitik
kıta Atlantis’ten taşınan bir mit miydi, yoksa Sitchin’in iddia ettiği gibi
onbinlerce yıl önce dünyaya egemen olan Anunnakiler panteonundaki bir kadın
kahramanı mı vurguluyordu, bilemiyoruz şimdilik. Ama çember gittikçe daralıyor.
En azından, şunu söyleyebiliriz: İnanna, bu dünyanın inkar edilemeyecek gerçeklerinden
biri. Amazon hikayelerinden cadı efsanelerine; koruyucu kadın perilerden baştan
çıkarıcı dişi cinlere dek binlerce mit bile üstü örtülemeyecek bir “varlığın”
işaretçisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder