18 Temmuz 2020 Cumartesi

Sosyalleşme

Sosyalleşme; 

Kişinin kendi grubu ya da toplumunun değerlerini benimsemesi, ve onlar gibi davranmasını öğrenmesi ya da “bireyi kişiye dönüştüren süreç” olarak ta­nımlanmıştır. Bu sürecin araştırılması psi­koloji, antropoloji ve sosyolojide geniş yer tutar ve ilginçtir, sosyalleşmenin bir araştır­ma konusu haline gelmesi her üç disiplinde de aynı zamanlarda, 1930′ların sonunda ol­muştur. Eski bir düşünce ekolü (“kültür-kişilik” ekolü diye bilinen ekol) değişik disip­linlerin yaklaşımını antropolojik verilere psikanalitik teoriyi uygulayarak bir araya getirmeye çalışmıştır. 1930′Iarda New York’ta bir dizi seminer veren Abram Kar-diner değişik kültürel gruplara özgü kişilik özelliklerini tespit etmek ve bunların kökle­rini çocuk eğitimi uygulamalarında bulmak amacındaydı. Çabalan belki de uğraştığı alanın çok geniş olmasından ve birçok di­siplini ilgilendirmesinden dolayı sonuçsuz kaldı ve artık günümüzdeki sosyalleşme üzerine çalışmalar disiplinler-arası olmak­tan çok disiplinler-içi bir hale geldi. Sosyo­loglar aile, okul ve iletişim gibi kurumların etkilerine eğilirler, psikologlar ise bireysel düzeyde çalışarak ebeveyn-çocuk etkileşi­mi, cinsel-rol kimliği, oyun ahlâki düşünce ve kişilik kavramının gelişimi gibi konulan incelerler. Kişilik gelişimi konusu psiko­loglar ve sosyologlar arasında diğer bütün konulardan daha fazla verimli işbirliği sağ­lama potansiyeline sahiptir. Buna rağmen aradaki bağı kurmak için çok az çaba göste­rildiği de bir gerçek.

Psikolojide, sosyalleşme terimi ilk kez bir grup Amerikan teorisyen tarafından in­san gelişiminin doğasına ilişkin davranışçı­lıktan kaynaklanan bir bakış açısını anlat­mak için kullanılmıştır. En yalın haliyle bu bakış açısı, insan davranışını, değişik ödül­ler ve cezalar yoluyla öğrenilen, çevresel uyaranlarca şartlanmış tepkiler olarak gö­rür. “Yeni davranışçılar” diyebileceğimiz Robert Sears, N. Miller, J. Dollard ve A. Bandura gelişmeyi, objektif, tarafsız, ön­yargısız ve bilimsel araştırmaya tamamen açık bir yöntemle açıklamaya çalışıyorlar­dı. “Eğitim” gelişmeye kasıtlı bir yön ver­meyi, müdahaleyi ve baştan öngörülmüş bir hedefi içerirken, “sosyalleşme”nin toplu­mun birey üzerindeki etkilerinin araştırıl­masında, bağımsız ve tarafsız bir yaklaşımı ifade etmesi amaçlanmıştır.
Bu eski psikolojik yaklaşım birçok prob­lemle karşılaşmıştır. Basit öğrenme süreç­lerine dayanarak insan davranışının bütün karmaşıklığını açıklamak mümkün değildi. Örneğin, çocukların saldırgan davranışları taklit etmesi veya anne-babanın uyguladığı disiplinin etkileri gibi konulan araştırırken internalization (içselleştirme) ve identification (özdeşleşme) gibi kavranılan dev­reye sokmak gerekmiştir. Bunlar, esas ola­rak, “bilişsel” veya “içsel” kavramlardır, yani küçük davranış parçacıklarına ayrılıp incelenemezler. Davranış ya da pekiştirme teorisinin bu tür değiştirme yönteminden kaynak alan bölümü “sosyal öğrenme teori­si” adını almıştır.
Son 20 yılda bu tür açıklamalardan kök­lü bir sapmaya tanık olunmuştur. Onun ye­rine, sosyalleşmenin doğasına bakıştaki de­ğişiklikler “gelişim psikolojisini” sessizce durduğu arka sıralardan Öne çıkarıp canlı ve aktif bir alana sokmuştur. Yeni bakış açısı­nın üç ana özelliği vardır:
1-    Çocukla çevre arasındaki ilişkinin karşılıklı, etkileşimsel yapıda olduğunun altı çizilmektedir. Artık yalnızca çevre pa­sif olan çocuğu biçimlendirmiyor, çocuğun da kendi çevresini biçimlendirdiği kabul ediliyor; yeni görüşe göre çevre de, çocuk da birindeki değişikliğin diğerini doğrudan etkilediği sembiyotik aktif bir ilişki içinde­dirler. Bu, Danziger’in çocuk eğitimi çalış­malarında “sosyal problem” yaklaşımı diye adlandırdığı ve sosyal Öğrenme teorisiyle yakından ilgili yaklaşımdan çok farklıdır. Şimdi büyük ölçüde terkedilmiş olan bu yaklaşım ana-babaların davranışlarını cezalandırıcılık ve “İzin vericilik” boyutların­da, çocuklarınkini de “bağımlılık”, “saldır­ganlık” boyutlarında puanlayıp aralarında bir ilişki aramakta idi. Nedenselliğin yönü­nü saptamanın güçlüğü ve meydana gelen davranışın boyutlarından kesin emin oluna­maması, bu yaklaşımın terkedilmesine ne­den olan faktörlerdendir. Buna alternatif bir strateji, seçilmiş bir denek grubunun gelişi­mini zaman içinde belirli noktalarda siste­matik biçimde değerlendirmek olabilir. Davranışın değişik yönlerinin değişmezli­ğini araştıran ünlü çalışmalar bu tekniği kullanmışlardır.
2-    Sosyalleşmeye yeni bakış açısının ge­tirdiği ikinci temel özellik ise “bilişsel” di­yebileceğimiz yaklaşıma doğru bir kayma olmasıdır. Piaget’nin “bilişsel-gelişimsel” teorisine olan ilginin canlanması, bu alanda büyük hareketlilik yaratmıştır. Piaget, ço­cuğun dünyasını anlamlandırmadaki aktif çabasını vurgular ve bu anlamlandırmalar konusunda diğerleriyle, ilk planda ana-baba ile doğal olarak uzlaşmaya varılır. 1970 ve 80′li yıllarda araştırılmaya başlanan anne-bebek etkileşiminin karmaşık yapısı an­nenin çocuğunun niyetlerine ait yorumları­nın çocuğun ona karşı cevaplarına yansıdı­ğı bir karşılıklı konuşmalar dizisi olarak gö­rülmektedir. Yeni kullanıma giren ‘inter-subjectivity’ (özneler-arası ilişki) terimi, erken sosyalleşmenin anahtarı olarak kabul edilen bu etkileşimi özetlemektedir.
3-    “Ekolojik’ yaklaşım adı verilen üçün­cü bir yaklaşım, yeni yeni ağırlık kazan­maktadır. Eski araştırmalar aile ilişkilerini daha çok klişe bir imaj biçiminde ele alıyor­lardı; öyle ki, anne-bebek bağından başka hiçbir şey üzerinde durulmuyor gibiydi. Son yıllarda kardeşlerle ilişkiler ve baba-çocuk ilişkileri üzerinde daha sık durul­makta. Ekolojik yaklaşıma göre çok karma­şık bir ilişkiler ağı içinde yer alan ilişkiler­den hiçbiri (anne-çocuk ilişkisi gibi) diğer önemli kişileri hesaba katmadan yeterli biçimde anlaşılamaz. Bu diğer kişilerin için­de ailenin üyeleri, bazen de büyükbaba, bü­yükanneler, bebek bakıcılar vb. yer alır. Araştırmaların ağırlık noktalarındaki bu gi­bi değişiklikler toplumdaki diğer değişik­liklerle paralellik gösterebilir (Örneğin, ça­lışan anne sayısının büyük oranda artması ve buna bağlı olarak çocuk bakımında ba­baların daha çok görev alması gibi). Bu açı­dan bakıldığında, sosyalleşme araştırmala­rının teorik olduğu kadar pratik sonuçları­nın da olduğuna şüphe yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder