Kavram, nesnel
gerçekliğin insan beyninde yansıma biçimidir. Bundan ötürü de her kavram,
doğrudan ya da dolaylı olarak nesnel gerçekliği içerir. Bu, örneğin ağaç gibi
nesne kavramları için böyle olduğu gibi örneğin özgürlük gibi düşünce
kavramları için de böyledir. Ne var ki duyusal bir yansımadan bir kavram
oluşturabilmek için insan beyninde çok karmaşık bir süreç izlenir. Bu süreçte
soyutlamalar, karşılaştırmalar, çözümlemeler, birleştirmeler, genelleştirmeler
vb. gibi birçok ansal işlemler gerçekleşir. Soyut kavramlardan daha soyut
kavramlara ve bu daha soyut kavramların yardımıyla da çok daha soyut kavramlara
varılır. Böylelikle kimi kavramlar artık nesnel gerçeklikle ilişkisizmiş gibi
görünürler. Oysa ne kadar soyut olursa olsun ve ne kadar düşünsel bulunursa
bulunsun hiç bir kavram nesnel gerçeklikle ilişkisiz olamaz. Nesnel
gerçeklikten yansımıştır ve nesnel gerçekliğe dönecektir. Eş deyişle nesnel
gerçeklikte denenecek, doğrulanacak ve bir işe yarayacaktır. Örneğin dünyada
hiç bir sosyalist (toplumcu) ülke yokken oluşan sosyalizm (toplumculuk) kavramı
böyledir; denenmiş, doğrulanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bir başka örnek olarak
hiç bir fiziksel bilginin bulunmadığı bir çağda oluşturulan atom kavramı da
böyledir. Kavramlar, sonuç olarak, kendisi de nesnel gerçekliğin bir ürünü olan
insan beyninin ürünleridir. Tümüyle hayal ürünü olan kavramlar bile nesnel
gerçeklikten yansımıştır, örneğin zümrüdü anka kuşu kavramı böyledir. Ne var ki
bu gibi kavramlar nesnel gerçekliğe döndürülemezler; eş deyişle denenemez ve
doğrulanamazlar, bundan ötürü de hiç bir işe yaramazlar. Bunlar bilim dışı
kavramlardır. Demek ki kavramları bilimsel kavramlar ve bilim dışı kavramlar
olmak üzere de ayırmak gerekir. Kavramlar, insan düşüncesinin etkin ye yaratıcı
yapısının ürünüdürler. Ama Hegel’in Felsefe Tarihi Dersleri’ni incelerken
Lenin’in altını çizdiği gibi “Kavramlar, insanın düşünce ve hayal gücü
özgürlüğüyle var olmazlar. Doğada et ve kana sahiptirler. Materyalizm
(Özdekçilik) de bu demektir işte. Mistik bir dille söylenirse insansal
kavramlar, doğanın ruhudur. Bu demektir ki insanın kavramlarında doğa orijinal
ve diyalektik biçimde yansır.” İnsan, ansal faaliyetiyle, doğanın bu “orijinal
ve diyalektik yansıması”ndan kavramlar, bu kavramlardan yargılar, bu
yargılardan uslamlamalar, bu uslamlamalardan varsayımlar, bu varsayımlardan
kuramlar meydana getirir. Onları doğada dener, doğrular ve işine koşar.
Mantıksal olarak nesne kavramları ikiye ayrılır: Tek bir nesnenin özelliğini
belirten kavramlara bireysel kavramlar, bir nesneler sınıfının özelliklerini
belirten kavramlara genel kavramlar denir. Bireysel kavramlar ad’lardır.
Örneğin Ahmet, Süleymaniye, İstanbul bireysel kavramlar; insan, cami, kent
genel kavramlardır.
Genel kavramlar da mantıksal olarak ikiye ayrılır: Bir
türün özelliğini belirten kavramlara tür kavramları, bir cinsin özelliğini
belirten kavramlara cins kavramları denir. Her cins kavramı, bir üstündeki cins
(yakın cins) kavramına göre tür kavramı; her tür kavramı da bir altındaki tür
(yakın tür) kavramına göre cins kavramıdır. Örneğin omurgalılar kavramı, kuşlar
kavramına göre bir cins kavramı ve hayvanlar kavramına göre bir tür kavramıdır.
Mantık diliyle şöyle de söylenir: Her kavramın içlemi onun cinsleri, kaplamıysa
onun türleridir. Kavramlar sözcüklerle dile gelirlerse de sözcük değildirler,
kavram sözcüğün anlamı’dır. Eş anlamlı birkaç sözcük tek kavramı taşıdığı gibi
çok anlamlı bir sözcük de birkaç kavramı taşıyabilir. Bilimlerin kendilerine
özgü kavramları bulunduğu gibi (örneğin yaşam bilimin gen kavramı) birçok
bilimlerin birlikte kullandıkları kavramlar (örneğin nedensellik kavramı) da
vardır. Kendi kavramlarını açık seçik tanımlamak ve aydınlığa kavuşturmak her
bilimin görevidir. Kavramlar, nesnel gerçeklikten yansıdıkları için tıpkı
nesnel gerçeklik gibi kesin, durgun, sonsuz ve saltık değildirler. Kavramlar
da, nesnel gerçeklik gibi, daima gelişirler ve yenilenirler. Kavramları
dondurmak, sonsuz ve saltık saymak metafiziğin yapısı gereği zorunlu olarak
düştüğü büyük yanılgılardan biridir. Kavramlar her ne kadar soyutsalar da
unutulmamalıdır ki daima somutla bağlantılı soyutlardır, somuttan kopmuş
soyutlar değildirler, Lenin’in de dediği gibi “esnek, devimsel, göreli,
karşılıklı bağlılık içinde”dirler, çünkü onların dile getirdiği nesne ve
süreçler de öylesine devimsel ve esnektirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder