“Tarih felsefesi” sözcüğü, “tarih” sözcüğünün çifte
anlamına göre iki anlamı olan bir sözcüktür. “Tarih” sözcüğü, hem geçmişte
kalan insani ve toplumsal olaylar topluluğunu, yani yaşanmış geçmiş’i
adlandırmakta kullanılır; hem de bu sözcükle, bu yaşanmış geçmişi konu edilen
bilim, tarih bilimi kastedilir.
Bazı filozoflar, eskiden beri bu konuda iki Latince
deyimle bu ayırımı yapa gelmişlerdir. Geçmişte kalan insani-toplumsal olaylar
olarak tarihe resgestae; bu olayları konu alan disipline ya da bilime de historia
rerum gestarum demişlerdir. Ama filozofların bir çoğu da, hem yaşanmış geçmişi
adlandırmakta, hem de bu geçmişi konu olarak alan disiplini anmada sadece
historia (tarih) sözcüğünü kullanmışlardır. Biz bugün de sözcüğü, bu çifte
anlamlılığı içinde kullanmaya devam ederiz.
“Tarih” sözcüğünün çifte anlamlılığına koşut olarak,
“tarih felsefesi”nden iki şey anlaşılır:
1. Yaşanmış geçmişin felsefesi olarak tarih felsefesi
2. Tarih biliminin felsefesi
Birinci anlamıyla tarih felsefesine, geçmişte kalan
olayların ne anlam ifade ettiği sorgulamaktan başlayıp, giderek insanlığın tüm
yaşanmış geçmişi yani “dünya tarihi” ne yönelen bir felsefe uğraşı olarak
bakabiliriz. Bu uğraş, giderek, tüm insanlık tarihine yönelik bir üst-bakış
edinmeye, hatta tüm insanlık tarihi hakkında kapsayıcı olmak isteyen bir
felsefe sistemi kurmaya kadar gider ve tüm insanlık tarihi, bu türden felsefe
sistemleri ışığında açıklanmaya çalışılır.
İkinci anlamıyla tarih felsefesi ise, tarih biliminin
ve tarihçinin bilgi elde etme etkinliğini sorgulayan, tarih biliminin dayandığı
ilke ve yöntemleri eleştiren ve giderek “tarihsel bilgi” nin nitelik, hatta
olabilirliğini çözümleyen bir tarihsel bilgi eleştirisidir.
İkinci anlamıyla tarih felsefesi, yani tarih biliminin
felsefesi, binyıllara varan kökleri olmakla birlikte, bir felsefe disiplini
olarak ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkabilmiştir.
Özellikle Herder’e bağlı kalmış olan Alman Tarih Okulu’nun çalışmalarıyla büyük
bir gelişme gösteren tarih bilimi, yüzyılın ortalarından sonlarına doğru,
özellikle W. Dilthey’ın “tinsel bilimler”i temellendirme çabaları sırasında
esaslı bir eleştiriden geçirilmiş ve Dilthey, tinsel bilimleri, büyük ölçüde
Alman Tarih Okulu’nun tarihçiliğin de somutlaşan tarih bilimi örneğinden
etkilenerek temellendirmek istemiştir. O zamandan beri, tarih biliminin
felsefesi olarak bir tarih felsefesinin kurulup geliştiği söylenebilir.
Aslında birinci anlamıyla, yani geçmişi (çoğu kez)
bütünüyle anlayıp açıklama savındaki tarih felsefeleri alanı olarak geçmişin
felsefesi ile tarih biliminin felsefesi, birbirlerinden açıkça farklı iki
yönelime sahiptirler. Birincisi, tüm geçmiş karşısında filozofların Çoğu kez,
“genelci” bakışlar altında yaptıkları bir felsefe iken; ikincisi, tarihçinin
bilgi etkinliğini sorgulamak isteyen bir bilim felsefesi ve bir metodoloji
eleştirisidir. Ama bu iki türlü tarih felsefesi, yine de birbirlerine çok sıkı
biçimde bağlıdırlar. Bir kez, şurası açık tır ki, her iki yönelim de, tarihsel
olayların “bilinebilir olduğu” gibi bir varsayıma muhtaçtırlar. Böyle bir
varsayım olmaksızın, her iki tür etkinliğin de varoluş nedenleri ortadan
kalkar.
Ama birinci türden tarih felsefesi, yani geçmişin
felsefesi, çoğu kez, tarihte “tarihin felsefi anlamı” diyebileceğimiz bir genel
anlam bulunduğu gibi bir başka varsayımla da hareket ederek, yine çoğu kez,
geçmişi, tüm insanlığın geçmişini bir bütün” olarak açıklama girişimleri ile
doludur.
İkinci türden tarih felsefesi, yani tarih biliminin
felsefesi ise, özellikle günümüzde, birinci türden tarih felsefesi karşısında
belli bir septisizm içindedir. Bir bilim felsefesi olarak bu ikinci tarih
felsefesi için, birinci ve geleneksel anlamıyla tarih felsefesinin türettiği
genel felsefi tarih yorumları büyük ölçüde sorunsal kalmaktadır. Ama öbür
yandan, tarih biliminin felsefesi de, bir disiplin o1arak dayandığı temel ve
eleştirici görüşlerin pek çoğunu, “genel felsefi tarih yorumları” yapmış olan
filozoflardan miras almıştır. Başka bir deyişle, tarih biliminin felsefesi de,
ortaya çıkış ve gelişimi bakımından, birinci türden tarih felsefesinin içinden
gelen bir disiplin ‘ her iki türden tarih felsefesi arasında, ikincisinde bazen
görülen aşırı bağımsızlaşma isteklerine rağmen, kopmaz bir bağ vardır.
Öbür yandan günümüzde tarih biliminin felsefesinin
giderek genişleyen bir düzlemde çalıştığı ve bu düzlemden kalkarak birinci
anlamıyla tarih felsefesine yoğun eleştiriler yönelttiği görülmekle birlikte;
yine günümüzde birinci anlamıyla tarih felsefesinin eskiyi aratmayacak bir
yoğunlukta sürdüregeldiği saptanabilir. Bilim felsefesi açısından septik bir
bakış altında eleştiri konusu olan bu türden tarih felsefesinin yine de yoğun
biçimde sergilenmeye devam etmesinin nedeni ise, bize göre, geçmişin ve bu
arada bağlı olarak, geleceğin, insan için, Kant’ın dediği gibi, sormaktan ve
yanıt aramaktan vazgeçmeyeceği birer konu olmalarıdır.
İnsanların geçmiş–şimdi-gelecek üçlemesi içinde, en
gündelik deyimiyle “nereden geldik, neredeyiz, nereye gidiyoruz?” türünden
sorulara yanıt getirme girişimlerinin hiç dinmediği görülür.
Sade bir gözle baktığımızda böyle bir sorunun ilk
bölümüne ( nereden geldik?”) elden geldiğince bir yanıt getirme uğraşımızı
sürdürüyorsak da, sorunun son bölümüne (”nereye gidiyoruz?” getirebileceğimiz
doyurucu nitelikte hiçbir “tam yanıt” yoktur.
İşte geleneksel tarih felsefesinde karşılaştığımız
“tarih felsefeleri”nin büyük çoğunluğu, bu türden sorulara yanıt verme
ihtiyacının ürünleri olmuşlardır Ama bu türden sorulara verilen yanıtlar çok
çeşitli olduğu gibi, kendi aralarında da çoğu kez karşıtlık içindedirler Bazı
yanıtlara göre, tarihte bir erek vardır ve bu erek geçmişe bakarak
saptayabilirsek geleceği de önceden görebiliri gelecek hakkında öndeyiler
(Prognose) ortaya atabiliriz
Bazı yanıtlar ise, tam tersine, tarihte tam bir
ereksizlik olduğunu bu yüzden gelecek hakkında konuşamayacağımızı belirtirler
Bazı filozoflar, tarihte tam bir ilerleme olduğunu söylerler bazıları ise,
tarihte belli dönemlerde adına ilerleme diyebileceğimiz bir gelişme olsa bile
tarihin tümüyle ilerleyen bir süreç olduğunu söyleyemeyeceğimizi anlatırlar
İlerleme ve ereklilik, çoğu filozofta bir aradadırlar
ve onlar tarihi çizgisel olarak bir ereğe doğru ilerleyen bir süreç olarak
görürler; başka bazıları ise, tam tersine, tarihte belli dönemlere göre devinip
duran döngüsel bir süreç olduğunu iddia ederler,
Tüm bu yanıtları birbirleriyle bağdaştırma olanağı ise
hiçbir zaman tam olarak yoktur ve tarihe çoğu kez bir “bütün” olarak bakan bu
çabaların tarihte bulduklarını iddia ettikleri “tarihin genel felsefi
anlamı”nın ne olduğu, bu yüzden hep sorunsal kalır
Ne var ki bir sorunun (”tarihin genel anlamı”)
çözülemezliğini kavramış olmak o sorunun insan düşüncesinden sokulup atılması
için bir bahane de olamaz Hele bu sorun doğrudan doğruya insanın kendi yaşamına
ve geçmişine ait bir sorun ise bu yüzden insan düşüncesinin felsefe tarihinin
çoğu döneminde “tarihin felsefi anlamı” gibi bir soruna gösterdiği ilgi daima çok
yoğun olmuştur Geçmiş hakkındaki bilgimizin eksikliği geçmişe anlam- verme
çabalarını zaman zaman (günümüzde olduğu gibi) bir ölçüde dizginlese de, hiçbir
zaman tam olarak engelleyemiyor En kuşkucu filozoflarda hatta geleneksel
anlamıyla tüm “geçmişin felsefeleri”ni, tüm “tarih felsefeleri”ni yadsıyan
filozoflarda bile, tarihe bir anlam verme çabasına rastlanabiliyor Hatta ve
hatta, tarih biliminin felsefesiyle yetinmek isteyen bilim felsefecilerinde
bile, değişik bir boyutta da olsa, bazı “genel tarih yorumları”na başvurulduğu
da saptanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder