Aristo’dan
sonraki felsefelerin birbirlerine karşı olan birtakım okullara ayrıldığını
biliyoruz. Bu okulların ortak yanı, tümünde, bugün olduğu gibi, felsefenin;
mantık, fizik (metafizik) ve ahlâk olarak üç ana disipline ayrılmış olmasıdır.
Mantık; “Doğru bilginin metodu nedir? Eliğimizin sınırları nedir?” gibi
sorulara yanıt arar. Fizik, evrenin yapısı ve ana yasaları ile ilgili sorunları
çözümlemek çabasındadır.
Ahlâk ise; “insanı, mutluluğa götüren yol nedir? İnsan
yaşamının anlamı nedir? İnsanın yasam ve ölüm karşısındaki tutumu ne
olmalıdır?” soruları ile ilgilenir. Aristo’dan sonra ahlâk, felsefenin bir
numaralı disiplini, bir çeşit baş tacı olmuştur. Bunun içindir ki, bu dönemde
mantık ve metafizik yalnızca ahlâka bir giriş, ahlâka bir yardımcı olarak
algılanıyordu. Bu iki felsefe dalına yalnızca bu açıdan bir ilgi
duyuluyordu. Ancak özellikle Stoacılar, insan yaşamının anlamını öğrenmek için,
bu yaşamı kesinlikle evrenin çerçevesi içinde dikkate almanın gerekliliğine inanıyorlardı.
Bu nedenle fiziğin Stoa felsefesinde her zaman önemli bir yeri olmuştur.
Stoacılara göre fizik önemliydi, çünkü; onlara göre
gerçek olan, kesinlikle “maddî olan “dır. Eflâtun’un ideler varsayımına karşı
olan bu anlayışa başka bir düşünce daha eklenmiştir: Stoacılara göre; maddî ve
somut olan gerçeklik, “canlı” bir bütün oluşturur, tıpkı bir organizma gibi.
Tüm maddî varlıklara etki eden bir “evren ruhu”
vardır. Maddî bir şey olarak tasavvur ettikleri bu evren ruhunu Stoacılar,
“gerçek ateş” olarak kabul ederler. Ateş en hassas unsurdur ve tüm eşyayı
etkisine alma yeteneğine sahiptir. Gerçek ateşten oluşan evren ruhu, evreni bir
bütün olarak birleştiren bir güçtür. Evren ruhu, sonradan tüm canlılarda
etkili olan bireysel ruhlara bölünür. Bitki, hayvan ve insanda etkili olan
yaşam gücü, gerçekte evren ruhundan kopup ayrılmış olan güçlerdir. Stoacılar
evren ruhuna, Heraklit gibi, “Logos” adını verir. Bilineceği gibi logos; “söz”,
daha genel anlamda, anlamlı ve tutarlı bir cümle demektir.
Tutarlı bir cümle, anlamlı bir söz gibi, evren de
anlam ve tutarlılığa sahiptir. Stoacılar tüm evrene egemen olan logos yanında,
bir de tek tek varlıklara dağılmış olan ve onlarda etkili olan “Lodoslardan söz
ederler. Nasıl ki ayrı ayrı canlılarda etkili olan ruh, tek bir evren ruhunun
“parpaları” ise, bunun gibi, tek tek insanda bulunan akıl da tek bir “tümel
akıl”ın parçasıdır. Aynı şekilde, insan bedeni de evren bedeninin bir
parçasıdır. Bu düşüncelerden Stoacılar şu sonuçlan çıkarırlar: Stoacılara
göre “ölüm”, bedenin ve ruhun, evrenin beden ve ruhuna dönmesidir. Bunun
içindir ki ölüm korkulacak bir şey olamaz. Çünkü ölümle, beden ve ruh aslına
dönmüş olur. Bir evren ruhu ve bir evren bedeni kabul etmekle, Stoa metafiziği
tam anlamıyla “panteist” olmuş bulunuyor.
Stoacıların panteizminden başka bir sonuç daha çıkar:
Onlara göre her şey, ölçülü bir “amaç “a göre yapılmıştır ve bu amaca göre
hareket eder. Öncelikle, olan her şey “zorunlu” olarak olur. Bu evrene
zorunluluk hâkimdir. Evrende rastlantıya yer yoktur. Ancak bu zorunluluk
kendiliğinden bir zorunluluk olmayıp, içten ve canlı bir zorunluluktur. Bu,
tohumdan bir bitkinin yetişip meyve vermesi türünden, bir zorunluluktur. Bu
canlı zorunluluk tek tek insanların yaşamına da hâkimdir. Her insanın
kaçınamayacağı, yaşamına zorunlu olarak hâkim olan bir “yazgısı” (kader)
vardır. Yaşamın şekli, insan için önceden belirlenmiştir. Nasıl ki bir tohumun
vereceği meyve önceden belirlenmişse.
Bunun için insan yazgısını (kader) olduğu gibi
kabullenmelidir. İnsanın yazgısından kaçmaya kalkışması tümüyle hatalı ve
yanlıştır. Çünkü yazgı, insan yaşamına zorunlu olarak egemendir. İnsanın
yazgısından şikayet etmesi, tıpkı bir meşe ağacının “neden benim meyvelerim
palamut da, herhangi bir başka meyve değil” diye şikayetçi olmasına
benzer. İnsanın yazgısı ile ilişkisi, meyvenin ağacıyla ilişkisi gibidir.
Bunun içindir ki, insanın yazgısından şikayet etmesi doğru değildir. Şikayet
etmekle de insan yazgısından herhangi bir şeyi değiştiremez. Bu nedenle insan
için tek “ölçülü hareket” (makûl) biçimi, yazgısını olduğu gibi
kabullenmesidir. Aksi halde, elden bir şey gelmeyeceği için, tümüyle üzüntü ve
sıkıntıya düşülecektir.
Bu tutum, özellikle her canlı için kaçınılmaz olan,
“ölüm” için gereklidir. Ölüm en genel bir yazgıdır. Ölüm her canlı için
kaçınılmazdır. Bu nedenle, en genel yazgı olan ölüme karşı koymaya kalkışmak
anlamsızdır. Sonraki Stoacılardan olan Epikür’ün şu sözü çok ünlüdür: “Tıpkı
olgunlaşmış bir meyve gibi öl ve ölürken de seni var eden ağaca teşekkür et!..”
Stoacıların ahlâk görüşlerine temel aldıkları bir
başka ilkeye göre de, insan “doğaya göre” yaşamalıdır. Yani insan, bedeni ve
ruhu ile bir parçası olduğu evren konusunda bir bilince sahip olmalıdır. İnsan
evrenin bütünü içindeki yerini ne kadar kesin olarak belirlerse, o derece
uyumlu bir yaşama kavuşur. Stoa ahlâkı aslında, bu okulun fizik anlayışına
dayandırılmıştır. Temelde panteist bir görüşe sahip olan Stoa ahlâkı, insanın
doğru ve anlamlı bir yaşam sürebilmesi için, öncelikle bu evren içindeki yerini
belirlemesini ister.
Stoacıların din anlayışına da yine bu açıdan
bakılmalıdır. Stoacılar halk dinini olumlu karşılar. Ancak onlara göre halk
dinindeki birçok Tanrıları önemsememek, bunları, dinin gösterdiği gibi değil
de, felsefî bir yorumla anlamak gerekir. Söz gelişi eski Yunan dininin en büyük
Tanrısı Zeus, Stoacılara göre “Evren ruhu”ndan başka bir şey
değildir. Öteki Tanrılar da “Evren ruhu”nun çeşitli oluşumlarını dile
getirir. Stoacıları o dönemdeki halk dini ile buluşturan asıl nokta, onların
da, halk dini gibi, evrene bir kutsal erdemin hâkim olduğuna inanmalarıdır. Her
şeyin evren ruhunca yönetildiğini kabul eden Stoacılar, evrendeki her oluşumun
“zorunlu” ve “ölçülü” olduğuna inanırlar.
Stoacıların bu inancı, onları sonunda yüzeysel bir
teolojik görüşe götürmüştür. Bu bakımdan Stoa felsefesi bize XVIII. yüzyıl
felsefesini hatırlatır. XVIII. yüzyıl felsefesi de, insan da dahil olmak üzere,
evrendeki her şeyin “mükemmel” olduğunu kanıtlamak ister. Gerek eski Yunan
dininde, gerekse Roma dininde “kehanet” (bilinmezi bilmek) büyük rol
oynamıştır. Eski Yunanlılar kesilen kurbanlardan, yıldızlardan, rüyalardan
geleceği okumaya çalışırdı. Her önemli karar ve uygulamadan önce, özellikle
devlete ait konularda, atılacak adımın doğruluğunu anlamak için bazı sembollere
başvurulurdu.
Stoacılar kehanete de olumlu yaklaşırlar. O kadar ki,
ona bilimsel bir temel kazandırmaya bile çalışırlar. Çünkü onlara göre evrende
hiçbir şey tek başına değildir. Her şey birbirine bağlıdır, her şey “bütün” ile
ilgilidir. Bu nedenle kurban hayvanlarının bağırsakları, kuşların uçuşu vb. ile
ilerde olacak olaylar arasında bir ilişki vardır. Bunun içindir ki,
bunlardan yararlanarak geleceği okuyabilmek mümkündür. Stoacılar astrolojiye de
inanırlar, yani yıldızların insan yaşamı üzerinde büyük rolleri olduğu görüşüne
coşkuyla katılırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder