Japon Felsefesi
Budizm ‘in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 – 483 ) Kuzey Hindistan ‘da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir. Budizm ‘ in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 – 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm ‘ Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan ‘a kadar yayılmıştır. Aşoka ‘dan sonrada yeni Krallar Budizm ‘e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin, Moğolistan ve Japonya ‘nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm ‘e hizmet etmesini sağlamışlardır.
Budizm ‘ MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise
Tibet’te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya ‘da
çok sayıda taraftarı olan Budizm ‘ Avrupa ve Amerika ‘da da yayılmaya ve
taraftar bulmaya başlamıştır.
Budizm ‘de
inanç ve ibadet
Budizm ‘de inancın temeli “ Buda ‘ya sığınırım, Dhamma ‘ya (dine,doktrine)
sığınırım, Sangha ‘ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar
rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist
sayılmaz ve Budizm ‘e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha
‘ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler.
Budizm ‘ de mabetlere
“Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü ‘ne inanırlar. Vihara da ayda 2 kez
bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini
öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm ‘de de bir kurtarıcı bekleme
inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye ‘ dir. inançlarına göre
Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda ‘ nın tamamlayamadığı dini
tamamlayacaktır.
İbadet Stupa denilen
mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa edilmiştir. ibadet için
Stupaya giren Budist önce Buda ‘nın heykeline saygı gösterisi yapar; O ‘na
çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda
heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler. İbadetlerinde klişeleşmiş dua ve
söz yoktur.
Budizm ‘in
kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri (Lumbin)
Aydınlanma yeri
(Bodhi Gaya)
Buda ‘ nın ilk vaaz
verdiği geyik parkı (Sarnarth ‘da)
Buda ‘nın öldüğü
Uttar_Prades şehri,
Ganj nehri
Kutsal
Kitapları
Budistler Buda ‘nın vaazlarının Pali – Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve
400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm ‘in
kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka ‘dır”.Tripitaka
da;
Vinaya Pitaka
Sutta Pitaka
Abhidhamma adlı
bölümler bulunur.
Bu kitaplarda rahip
ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme,giyinme, Buda ‘nın
hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm ‘ felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde
anlatılır.
Budizm ‘de
Mezhepler
Budizm ‘ başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana
1 – Hinayana
(Küçük Araba)
Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu
mezhep Seylan ve Güney Asya ‘da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm ‘e yani
Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek
Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar.
2 – Mahayana (
Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç
edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ‘, herkese cevap vermeli, herkesin
ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir
seviyeye getirilmelidir. Budizm ‘in bu kolu başka din ve doktrinlerden
yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes
Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından
koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın
karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana ‘ya
bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şu hususlara dikkat etmek
zorundadır:
Cömertlik
Olgun manada bilgelik
Budizm ‘in ahlak
kurallarına bağlılık
Meditasyon
Karşılaştığı
olumsuzluklara sabır göstermek
Hiç usanmadan sürekli
bir gayret içinde olmak
Bu sayılan
özellikleriyle Mayayana Budizm ‘i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma imkanı
bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır.
BUDA VE
ÖĞRETiSi
Buda ‘nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda ‘nın aydınlanma sonucu bulmuş
olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini
öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu
gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi,
Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda ‘nın yasadığı dönemde Budizm ‘ bir
din, Buda da bir peygamber değildi.
Şimdiye dek her geliş
gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis bu evin, Yapıcısını
aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın,
Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. içimde Nirvana ‘nın
suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan
kurtardım kendimi.
Öğretide 4
temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni vardır;
bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi sağlayan
bir yol, bir yöntem vardır.
1.Istırap
(DUKKHA) ve Yaşamın 3 özelliği
Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz
bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz
istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi
olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması yüzünden
akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? *******, babanızı yitirmek,
kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek… Bu uzun
yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı
akıttınız.
Buda ıstırap için
dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü, tasa, keder, maddesel
veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik,
sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları… Buda ‘nın gözlerimizi açmaya
çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz
tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu
biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu, haz ve
zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde
ıstıraba katlanabiliyor. Buda ‘ya göre yanılgı işte burada. Buda kaynağı
dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni
olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine
gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan
geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını
söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya
biz onlardan ayrılmayalım.”
Buda yaşamı gerçek
boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle ilgili 3 özelliğinin
üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha – Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş,
oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim
içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı
şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek
istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada
biz kendimiz de değişiyoruz.
Buda ‘nın amacı
dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu olduğu gibi iyi
ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan
bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu.
Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan
verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden
kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca
yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen
ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp
gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir
aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her
saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla
kucaklanmasına yol açabilir.
Mutluluğun
ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de
olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak
yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman
var mi? Budizm ‘ olduğunu savunuyor. Bu an ve burası… Hiç bir şeyin öteki
şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil
nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak
biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip
kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz. “Benim güvenim” ”Benim
görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim”
”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da
var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben?
Buda insan varlığında
geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel bir nitelik olmadığını
göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür,
sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne
de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü
onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız
da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış
eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede
toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu
organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve
eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici
bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan
hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O
zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad… Ben ‘e verilen özel ad.
Milanda Panha adli
kitaptan: Kral Bilge Nagasena ‘ya seslenmiş: “Ustam kimsin, adini söyler misin?”
“Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten
Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok.
Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral
inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” …
“Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı
tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca
arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka
bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de
saçlarım, derim, … ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle
biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir araya gelince
Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir
şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş
katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz ediliyor. Buda
diyor ki: Ne ben ‘in, ne de ben ‘e ilişkin kalıcı bir şeyin varlığından söz
edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım, benim sürekli değişmez
bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli,
benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda ‘nın görüsüne göre “ben”,
insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada
ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya
çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak
ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı, bir
yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp dünyayı ben ve
ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da
var.
Ben ‘in var olma
doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına inanılan uzantısına
verilen ad ’sa ruhtur. Budizm ‘de Öz varlık yoktur. Buda ben-ruh yanılgısını
sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı
sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez
tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla
bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme
girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben ‘i
kurtarmaya değil, bizi ben ‘den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek
için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş
zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden
aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes
alıp verdiğinin bilincine erişmek.
2. Nedensellik
Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük- Ka
Buda ‘ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan
yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa
dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez
yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende
egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini
yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin
geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi
eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından
beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını
bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu
ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız.
On iki halkalı
kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası:
1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.
2. Bu düşünceler
eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor.
3. Buradan da bilinç
oluşuyor.
4. Bilincin bentle
ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor.
5. Bundan altı duyu
alanı gelişiyor.
6. Bu altı duyudan
dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.
7. Bu karşılaşmadan
hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.
8. Bu duygular
isteklere, tutkulara dönüşüyor.
9. istekler, tutkular
bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel
yaşam isteğine yol açıyor.
10. Bundan da oluşuma
bağımlılık ortaya çıkıyor.
11. Oluşum doğuşa
12. Doğuşsa
ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol açıyor. Buradan
da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda ‘nın yanılgıyı dizinin en başına
koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka olmasıyla
açıklanabilir.
İstekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene
istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere
dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi
belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor. Her düşünce
sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş
olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda
özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor… Şu anda
ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir.
Bu gün kafamızdan
geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız kesinlikle
zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar.
1. İsteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık
2. Yanlış görüşler,
kanılardan kaynaklanan bağımlılık
3. Erdemli bir
yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini
sanmaktan gelen bağımlılık
4. Sürekli ve
değişmez bir ben ‘in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin
tümüne yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.
Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde
beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir
hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya
değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara
üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu
ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp
ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar,
biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman
ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir
mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha
doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan
nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye
çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm
‘ görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle
erişilebilir. insan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını,
aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan
kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış
olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu
dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor.
Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi davranmaya iten ön
koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu
fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma
değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse karmanın bağlarını da
koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner.
Her eylemin iyi yada
kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda, kalıcı olan bir
yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan bir şey
olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen
neydi? Buda ‘ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil,
yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de
değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü
gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da
cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım.
Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben ‘in de bilincin de sürekliliği yok. Buda
‘nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların önceki yaşamların etkisiyle
biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu.
3. Nirvana
Nirvana, Batı ‘da
genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek
bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması, Istırabın etkili
olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa erişmektir.
Nirvana ‘ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular
bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik
kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana ‘yı gerçekleştiren kimse bir
yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım
nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana ‘ya
erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi.
Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı
islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi
başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara
bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben ‘i
aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben ‘in
doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl
yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde,
akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor.
Buda ‘nın öğretisi,
bir yandan ben ‘i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği en ileri götürmüş olan
öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup
gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe
sahip olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara
yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da
söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya
çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan
geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi araştırmaya
kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın.
Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar
sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne
bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe
ermenize, Nirvana ‘ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir
dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen
göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum,
değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz,
tözel bir nitelik yoktur. Budizm ‘de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik
vardır.
4. Sekiz basamaklı yüce yol
-Tam görüş
-Tam anlayış
Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek böylesiliğiyle
görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin ıstırap, her
şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben ‘in, değişmeyen bir tözün
olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor.
-Doğru sözlülük
-Tam davranış
Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç
gütmeden yapılan davranıştır.
-Doğru yaşam biçimi
Yaşamını sağlamakta
doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye
çalışmamaktır.
-Tam çaba, tam
uygulama
Her şeyin tam bir
özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir Budist ‘in oturması, kalkması bile büyük bir
dikkatle yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş
olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce
duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama.
-Tam bilinçlilik
-Tam uyanıklık
Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı ‘da anlaşıldığı gibi
derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden
arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam
bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında
olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının
kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan
bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel
oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa
giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık
dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle
dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla
kavranabileceğini savunan Budizm ‘ sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine
onları tam olarak denetim altına almak istiyor.
Budist meditasyonun
özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın dikkattir. insan
nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya
da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor,
duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk,
kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de
bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı
olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor.
Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim insanda iç
barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık zihindeki karmasa
yatışmıstır.
Buda ‘nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” ya da “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder