Varlık Felsefesi
VARLIK FELSEFESİ: (ONTOLOJİ)
A- VARLIK FELSEFESİNİN KONUSU:
Bu alan, adından da anladığımız üzere; Varlık konusu üzerinde durmuştur. Fakat burada ele alınan varlık; sadece duyularla algılanan belli ve sınırlı bir varlık grubu değil, bunların da ait olduğu somut-soyut her türlü varlıktır. Ayrıca da; bilimlerde olduğu gibi sınırlı bir varlık grubunu belli yönleriyle değil, bütün varlıkları ve bütün yönleriyle inceler.
1- Bilime Göre Varlık:
Bilim, genel bir çerçevedeki varlığı değil; onun oluşturduğu ve sonuçları somut olarak gözlenebilen nesnel ortamı inceler. Buradaki inceleme daha çok etki-tepki ve sebep-sonuç ilişkisi türündendir.
2- Felsefe Açısından Varlık:
Önce de belirtildiği gibi Felsefe soyut-somut her türlü varlık grubunu, herhangi bir konu ayırımı da yapmaksızın bütün yönleriyle inceler. Burada belli bir varlıktan söz edilmediği için, sonuçlar da geneldir. Felsefe sadece varlıkların nelik ve içeriğini değil, onarlı meydana getiren amaç ve sebeplilikleri de inceler. Bilimler gibi sadece nesnel olanı objektif olarak değerlendirmek zorunda da olmamıştır. Bu çabada onun en çok güvendiği imkân, akıl ve zihin düzeyi olmuştur. Ayrıca sonuçlar açısından da bir ortaklık ve genel-geçerlik şartı yoktur. Felsefe, konuları bakımından genel, sonuçları bakımından da sübjektif (öznel) bir insan etkinliğidir. Bu nedenle rahatça denebilir ki; felsefe’de aynı alanda konuyu elen filozof kadar farklı cevap mümkündür ve bu da felsefi açıdan çok normal bir durumdur. İnsanlık tarihinin en başından beri insanoğlunun ve özellikle de filozofların ilk ilgi alanı Varlık olmuştur. Fakat ele alınan varlıklar durum ve özellik açısından çok geniş ve farklı olduğundan, çalışmasını ayrı alanlar oluşturarak gerçekleşmiştir.
Bu amaçla; Varlık Felsefesi içersinde varlığı incelemek üzere şu alt bölümleri oluşturmuştur:
a) Ontoloji (=Varlık Teorisi): Duyularla algılanabilen (somut) varlıklar için,
b) Metafizik (Fizikötesi) : Duyularla algılanamayıp, sadece akıl ile kavranabilen (soyut) varlıklar için.
Yeniçağ’dan itibaren pozitif(olgusal)bilimlerdeki gelişmelere bağlı olarak, soyut varlıklar alanını incelemek amacıyla ortaya çıkan Metafiziğin önemi kısmen azalmaya başlamıştır. Ele aldığı konuları ve bunları incelemede kullandığı yöntemi açısından Metafiziğe büyük tepkiler gösterilse de; bu tepkiler alanın tamamına değil, çok sınırlı belli bir bölümüne gelmiştir. Azalan önemine rağmen Metafizik; henüz bilinmeyen alanlarla ilgili yeni konular belirlemeye çalışması nedeniyle, bilimler için önemini devam ettirecek gibi görünüyor.
Metafiziğin Varlık ile ilgili Soruları:
Bu konuda ortaya çıkan birinci derecen sorular genel olarak şunlardır:
*Varlık var mıdır?
*Varlığın kökeni nedir?
*Varlık değişken midir?
*Varlığın ana maddesi(arkhe) nedir?
*Varlık tek mi, yoksa çok mudur?
*Evrende bir düzen var mıdır?
*Evrende bir hürriyet var mıdır?
Metafizik; bu ve benzeri sorularını geliştirmek amacıyla, ikinci derecen sorularda ortaya atmıştır. Artık fazla önemi kalmasa da, insan aklını kurcalayan alanlar çıktığı müddetçe metafiziğe ilgi de sürecektir
B – ONTOLOJİ AÇISINDAN VARLIK:
1- Varlığın Var Olup-Olmadığı Problemi:
Ontoloji (=Varlık Teorisi), varlığı iki açıdan ele alır: Öncelikle varlığın olup-olmadığını, sonrasında da –varsa- nasıl ve nice olduğunu inceler. İlk problem grubunda, Varlığı imkânsız görenler ve mümkün görenler şeklinde birbirine zıt iki grup ortaya çıkmıştır. Bir tarafta Hiççiler(Nihilistler), diğer tarafta iseGerçekçiler(Realistler) şeklinde.
Hiççiler(Nihilistler); Varlığın olup-olmadığı sorusuna kesin bir dil ile ‘’yoktur’’ cevabı veren gruptur. Öncelikli gerekçeleri ise, bilgi konusunda bilgiyi imkânsız gören septikler(şüpheciler) gibi; duyuların yanıltıcılığı ve aklın yetersizliğidir. Zaten bilgi dediğimiz sonuç, varlığın incelenmesi ile elde edilebileceğinden, bilgiyi inkâr edenin onun kaynağına da karşı çıkması normal kabul edilmelidir. Burada, sadece isim değiştirmiş olarak hemen-hemen aynı grupların ortaya çıktığı söylenebilir. Felsefe Tarihinde ilk Nihilistlerden kabul edilen Sofist’ lerden özellikleGorgias’a göre; ‘’Varlık yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de başkalarına anlatılamaz.’’ Bu nedenle onu arayıp açıklamaya çalışmak, gereksiz ve hatta imkânsız bir çabadır. İlkçağ Çin düşüncesinden Taoculuğun kurucusu Lao Tsu’ya göre de insan, varlığın olmadığı konusunda fikir yürütme gücüne sahip değildir. Çünkü bu konuda akıl ve zihin imkânları yetersizdir. Bu nedenle yapması gereken, bu konuya hiç yönelmemektir. Dolayısıyla Taocular da nihilist düşünce grubu olarak kabul edilmektedir.
Realistler(Gerçekçiler): Varlığın olup-olmadığı sorusuna, her hangi bir yol ile anlaşılabileceğine inandığı için; ‘’Mümkündür ve vardır’’ cevabını veren düşünce gruplarının ortak adıdır. Bu düşünce grubunda olanlara göre, insanın herhangi bir yol ile bilgisine ve dolayısıyla varlığına ulaşabileceği bir varlık mümkündür. Onlara göre hem duyular varlık ortamını algılayabilir, hem de zihin bu ortamın bilgisini kavrayıp açıklayabilir. Özellikle Kritik Realizm(Tenkitçi Gerçekçilik), varlığı değişik özellikleriyle inceleyerek gerçekliğini belirlemeye çalışmıştır. Gerçekçi düşünce grupları, varlığı mümkün ve var olarak kabul ettikten sonra ise; varlığın ne olduğu sorununa yönelmiş ve bu konuda beş ayrı durum belirlemiştir: Varlığı; Oluş, İdea, Madde, Fenomen ve İdea+Madde olarak görenler, şeklinde.
*Varlığı ‘’Oluş’’ olarak görme: İlkçağ düşüncesinden Herakleitos ve yeniçağ’dan Whitehead bu gruptandır.
Herakleitos; Varlık konusu ile ilgili olarak, Ana Madde-İlk Madde (= arkhe) konusu üzerinde durmuştur. O’na göre evrenin de, varlığın da ana maddesi ‘’Ateş’’tir. Her şey ondan gelmiştir ve ona dönecektir. Ateş, evrende zıtların birliği ve bütün zıtların içinde eridiği birliktir. Varlık hangi biçime dönüşürse dönüşsün, en sonunda yine ateş olacaktır. Bu oluş ve dönüşüm, ezeli ve ebedidir. Herakleitos’a göre hayat; sürekli akıp giden bir yaratma ve değişim sürecidir. Bu değişme, geri dönüşsüz olarak süreklidir. Bu nedenle;’’Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz’’demiştir.
A.Whitehead da, varlığı anlamak için Doğa’yı anlamak gerektiğini söylemiştir. Bu incelemenin sonunda, Doğa’nın dinamik ve canlı bir oluş olduğu görülecektir. Bu oluşta her şey birbiriyle ilişkilidir. Her varlık, var olabilmek için bir başka varlığa muhtaçtır. İnsan da buradaki varlıklardan biri olarak, doğa’dan kopuk olamaz. O’na göre Doğa’da, kaynağı Tanrı’dan gelen, birbirine zıt fakat birbirini tamamlayan iki güç vardır: Birincisi yaratıcılık, diğeri ise sürekliliktir.
*Varlığı ‘’İdea’’ olarak görme: İlkçağ yunan filozoflarının ünlülerinden Platon(İslam filozofları arasında adı Eflatun), asıl gerçekliğin duyularla algılanan varlıklar değil, sadece aklın kavradığı gerçeklik olan İdealar olduğunu savunur. Bunlar aynı zaman dünyadaki varlıkların da asıllarıdır. İdeası olmayan veya onunla bütünleşmeyen varlık gerçek değildir. Onlar tek ve değişmezdirler. İde, kendini yansıtan varlıktan daha kapsamlıdır. Ağaç tek bir varlık iken, ağaç ideası tüm ağaçları kapsayan genel bir kavramdır. Onun öğrencisi ve bir süre izinden de gitmiş bir başka yunan filozofu olan Aristo da asıl varlık olarak ideayı görmüştür. Bu, aynı zamanda somut varlıkların form(biçim) kaynağıdır. Aristo; varlık-idea ilişkisini, yeter-sebep veya 4 sebep ilkesi adını verdiği ilke ile açıklar. Madde, Düşünce(fikir),Kuvvet, Amaç sebepleri varlıkların oluşunu belirler. Madde ve biçim, oluştan öncedir. Madde, güç=kuvvet halinde (potansiyel) bir biçim(form)’dir. Madde bir taslaktır. Asıl ve mükemmel olan; Form’dur. En yüksek derecede olan saf(katışıksız)form, maddesizdir ve mutlak mükemmelliktir. O daTanrı’dır. Varlıkların varlık kaynağı budur. Varlık tabakaları, inorganikten organiğe doğru madde-form ilişkisi içinde dizilmiştir. Altta olan üsttekine göre madde, altındakine göre ise form’dur. İslâm düşünürlerinden Farabi de asıl varlık olarak İdea’yı kabul eder ve O’na; tüm varlıkların zorunlu varlık sebebi anlamında, Vacibü’l-Vücud adını verir. Bir Aristocu olan Farabi’ye göre Vacibü’l-Vücud, Saf Form ile eşdeğerdir. Vacibü’l-Vücud, tüm varlıkların aynı zamanda akıllarının da kaynağıdır. Bu Mutlak Akıl’dan önce bir İlk Akıl oluşmuş, bunun da çoğalıp taşmasıyla, diğer varlıklar akıl sahibi olmuştur. Taşma Teorisi(=Sudur Nazariyesi). Varlıkların akıl düzeyi, kapasiteleriyle ilgilidir.
W.F.Hegel de asıl varlık olarak İdea’yı görenlerdendir ve buna Mutlak Ruh =Geistadını vermiştir. Geist; sürekli bir oluş ve hareket halindedir. Başlangıçta yalnız kendi bilgisine ulaşma amacındadır. Daha sonra çeşitli varlık tabakalarında ardı ardına gerçekleşerek, insanda ortaya çıkar ve ‘’Akıl’’ olur. Geist; diyalektik süreçletez-antitez-sentez aşamalarını tamamlayıp kendini gerçekleştirir. Bu duruma gelmesi, aynı zamanda gerçek hürriyetini de elde etmesidir.
*Varlığı’’madde’’olarak görme: Demokritos, Hobbes, La Mattrie ve Marx bu gruptan düşünürlerdendir.
İlkçağ yunan düşüncesinde atomcu okulun kurucusu sayılan Demokritos, varlığınasıl gerçekliği olarak atomları kabul eder. Atomlar hepsi aynı, çok küçük ve sonsuz sayıdadır. Farklı biçim ve büyüklüktedirler. Daha küçük parçalara bölünemezler. Sürekli hareket halindedirler. Çeşitli biçimlerde birleşip ayrılarak, farklı varlıkları oluştururlar. Bu hareketlilikler, boşluk(uzay)ta gerçekleşir.
Thomas Hobbes; Varlık’ı cisim (madde)’den ibaret sayar. Doğal, yapma ve ahlaki olarak 3 ayrı varlıktan söz eder. O’na göre asıl amaç, aralarında birleşip-ayrılan cisimleri incelemek olmalıdır. Bu cisim türlerinin her biri, varlıklar dünyasında farklı bir varlık grubuna karşılık gelir. Doğal=Fert, Yapma=Grup, Ahlaki= Toplum, şeklinde.
Frederich La Mattrie de asıl varlık olarak ‘’Madde’’yi kabul eder. Ruhsal olayları bile organik olaylara indirgeyerek açıklamaya çalışmıştır. Çünkü ruh da bedenin bir fonksiyonudur.‘’Karaciğer nasıl safra salgılıyorsa, beden de ruhu salgılar’’, sözü meşhurdur. Maddenin, hareket etme ve duyumlama gibi 2 özelliği vardır. Aslında bu özellik diğer canlılarda da bulunmakla birlikte, düzey olarak insan daha üstündür.
Karl Marx da madde’yi asıl varlık saymıştır. Madde bilinçten bağımsız ve onun dışındadır. Özü, harekettir. Maddenin hareketinden meydana gelen evren olmuş-bitmiş bir süreç değil, diyalektik olarak(tez-antitez-sentez şeklinde) ilerleyen bir oluşumdur. Bu düşüncesi, mekanik madde ve evren anlayışına aykırıdır. Hegel diyalektiğinden farklı olarak, temele maddeyi koymuştur. Buradaki olaylar arasında zorunlu bağlantılar vardır. Bunlar zorunlu gelişim yasalarını belirler. O’na göre düşünme bile, ileri derecede gelişmiş bir maddenin ürünüdür.
*Varlığı ‘’düşünce+madde’’ olarak görme: Bu görüşün en ünlü temsilcisiDescartes’ tır. O, başlangıçta duyulardan gelen bilgilerden kuşku duymuştur. Çünkü duyularımız bazen aldatabiliyor. Fakat bu kuşkuyu sonsuzca sürdürmemiş, sadece güvenilir bilgiye ulaşma aracı olarak kullanmış, amaca ulaştıktan sonra ise kuşku duymaktan uzaklaşmıştır. Çünkü varlığından emin olduğumuz düşüncemiz bize, bizden daha sağlam bir kaynak tarafından verilmiştir ve ona güvenebiliriz. Bütün duyu verilerini bu araç ile denetleyerek geçerliliklerini ortaya koyabiliriz. Ruh her şeyin kendisine bağlı olduğu fakat kendisinin hiçbir şeye bağlı olmadığı bir cevher(töz)’dir. Varlık, madde ve düşüncenin zıt fakat uyumlu bileşiminin sonucudur. Bu anlayışa, İkicilik (=Düalizm) adı verilir.
*Varlık’ı ‘’fenomen’’(=görüngü) olarak görme: Kurucusu ve en aşırı temsilcisi,Edmond Husserl’ dir. O’na göre asıl varlık, gözlenebilir bir nesne veya olay olan; fenomenlerdir. Aslında bu düşüncesi felsefi olmaktan çok, bilimselliğe yakındır. Bu nedenle düşüncesine, bilimsel bir yöntem adı olarak, Fenomenoloji=Görüngübilim denmiştir. O’na göre fenomen, bilincin temelindeki varlıktır. İnsan için, varlığın özü ve anlamıdır. Bu nedenle sisteme Özbilim adı da verilir. Öz varlıktan öncedir ve fakat tek-tek varlıkların algılanmasıyla anlaşılır. Varlığı anlayabilmenin yolu, fenomeni anlayabilmektir. Bunlar zaman ve mekânla sınırlı değildirler. Rastlantısal olmadıkları gibi, hiçbir şeye de indirgenemezler. Aynı Platon’un İdeaları gibi, varlığın kopyası değil, asıllarıdır. Husserl, fenomenleri;
a) Bir şeyin durumunu gösteren içerikli özler ve
b) Boş şekillerdeki içeriksiz özler (soyut kavramlar ve önermeler gibi) olarak 2 gruba ayırmıştır.
(*)Husserl, bu konuda ortaya çıkan benzer düşüncelerden daha başarılı olduğu inancında olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder