Bunlardan birincisi, beş duyuyla algıladığımız bireysel ve somut varlıklardan oluşan dünyadır. Bu dünya "duyular dünyası" adını alır ve çevremizde gördüğümüz her şey bu dünyada bulunur. Duyular dünyasındaki her şey sürekli değişme içindedir. İkinci dünya, duyular dünyasındaki varlıkların ilk örneklerinden oluşur ve idealar dünyası adını alır.
İdealar; cins, tür ve genel fikirlerdir. İdealara ancak akılla ulaşılabilir. İdealar, değişmeyen ezelî ve ebedî varlıklardır. Örneğin; çevremizde birçok insan vardır. Bunlar duyular dünyasındadır. Doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. Oysa, "insan" kavramı idealar dünyasındadır ve hiç değişmez. Duyular dünyasındaki tüm insanlar, "insan ideası"ndan pay alarak var olurlar. İnsan önce idealar evreninde bir ruh olarak vardı, ideaların ve idealar içinde en yüksek idea olan “iyi” ideasının bilgisine sahipti. Bu dünyaya gelen insan özgürlüğünü yitirdi. İnsanı kurtaracak olan, felsefe ile yeniden ideaların bilgisine ulaşmaktır.
Platon'a göre, doğru bilgi, değişmeyen şeylerin bilgisidir. Değişmeyen ise idealar dünyasıdır. Duyular dünyasındaki varlıklara ait olan bilgi, doğru bilgi olamaz. Çünkü onlar durmadan değişen şeylerin bilgisidir. Duyular dünyasındaki nesneler, belli bir zamanda bir şey iken, başka bir zamanda başka bir şey olmaktadır. Kısaca, şu anda içinde bulunduğumuz dünyadaki somut nesneler beş duyu yoluyla gözlemlenebilir ve onlar hakkındaki bilgilerimiz sadece birer inanç ya da sanı (doksa) olabilir. Bilmek demek, ideaları anımsamak demektir. Felsefe ile kazanılan ideaların bu bilgisine Platon, episteme adını verir. Doxa ise duyularla elde edilen, görünüşler dünyasına ait mükemmellikten yoksun malumatlardır.
Platon'a göre, doğru bilgi ideaların bilgisidir. Çünkü idealar, değişmez, gözle görülemez, duyularla kavranamaz olan, ideal cinsten varlıklardır. Onlar ancak akıl yoluyla bilinebilir. İdealar hakkındaki bilgimiz doğuştandır (apriori, deney öncesi, deneyden bağımsız). Doğru olan bu bilgi, hatırlama yoluyla ortaya çıkartılabilir. Platon'da insan, ruh ve bedenden oluşur. Beden, maddî cinstendir ve duyular dünyasına aittir. Oysa ruh, maddî cinsten değildir ve idealar dünyasına aittir. Bu nedenle, idealar dünyasına ait olan doğru bilgi akılda vardır. Ruh, idealar dünyasını hatırladıkça insanın zihninde doğuştan var olan doğru bilgi açığa çıkmış olur. Bilmek demek, ideaları bilmek, onları düşünmek, Platon’un deyimi ile, ideaları anımsamaktır. (anamnesis).
Düşünce
tarihinde, tüm zamanların, kendinden sonraki dönemleri en çok etkileyen iki
ismi Platon ve Aristo’dur. Sokrat’ın öğrencisi ve Aristo’nun hocası olan
Platon’un etkisi, XIII. yüzyıla kadar olan dönemde Hıristiyan tanrıbilimi
üzerinde Aristo’ya kıyasla daha da fazla hissedilmiştir. Nietzsche,
Hıristiyanlığı Platonismin geniş kitleler için geliştirilmiş bir şekli olarak
tarif ederken, bu etkinin büyüklüğünü vurgulamaktadır.
Arap dünyasında Eflatun olarak bilinen Platon’un,
insan düşüncesi üzerinden kalkmayan bir büyü benzeri etkisini, şu iki örnek
ortaya koymaktadır : Sokrat’dan miras aldığı “bilgelerin yönetimi” düşüncesini
sistemleştirmiş olan Platon’un asıl adı Aristokles, sıkça kullanılan
“Aristokrat” ve “Aristokrasi” kelimelerinin kökenini oluşturmuştur. Ayrıca
“Platonik” kelimesi de çağlar boyu, “maddesel olmayan, sadece düşünsel boyutta
var olan” anlamında kullanıla gelmiştir.
Platon, ününü, hemen hepsi günümüze ulaşmış olan diyalog şeklinde ki eserlerine borçludur. Eserleri karakteristik özellikleri ve yazılış tarihleri itibariyle üç evrede incelenir. Gençlik dönemine ait birinci evre eserleri, soru cevap şeklinde diyaloglar halindedir. Sokrat’ın çok yoğun etkisi altında ve onun ağzından kaleme alınmışlardır. Dolayısıyla bunlara Sokratik diyaloglar da denir. Çağdaşı olan filozofların fikirlerindeki yanlış ve eksikler konu edilir sürekli. İkinci evre eserler, diyaloglar halinde olmayıp Platon’un kendi düşünce sistemini ortaya koyarlar. Yaşlılık dönemine ait üçüncü ve son evre eserlerde Platon, tekrar diyalog yöntemine ve kafasındaki ideal devlet yapısını tekrar tanımlamaya döner, ama bu sefer biraz daha gerçeklere yakın, fakat toplumu eğitme görevini felsefeden alıp daha fazla din kurumuna emanet ederek.
Ardından gelen yüzyıllarda, Platon’un liberal olmayan, hatta zaman zaman totaliter denebilecek düşünceleri, nedenleri ve sonuçları itibariyle tam olarak anlaşılmasa bile, daima övülmüştür. Şu anda amacımız, onu yüceltmek yerine, onun düşüncelerini - neden ve sonuçları ile birlikte - irdelemek olmalıdır.
Platon’un siyaset felsefesi, onun düşünüşünün odak noktasını oluşturur. Genel felsefesi ise sadece kendi siyasal görüşlerini desteklemek için geliştirdiği bir düşünce sistemidir. Onun ünlü, “Toplumlar, filozofların kral, ya da kralların filozof olduğu güne kadar, rahat huzur yüzü görmeyeceklerdir.” sözü, toplumu bilgelerin, filozofların yönetmesi gerektiği yolundaki aristokratik, eşitsizlikçi oligarşik görüşlerine evrensel temel oluşturabilmek için, aklın üstünlüğünü ve yönetimin akla ait olduğunu, felsefî düzeyde kanıtlama girişiminden başka bir şey değildir.
Hocası Sokrat’ın, halk meclisindeki demagogların etkisi ile Atina demokrasisi tarafından Tanrılara hakaretle suçlanıp öldürülüşü, onun bir süre Mısır’a daha sonra da Pisagorculuğun yoğun biçimde yaşandığı güney İtalya’ya gitmesine neden olmuştur. Buralarda Sokrat öğretisindeki ruhun ölmezliği ile ilgili fikirlerin Orfeuscu kökenlerini, inceleme ve kendine adapte etme fırsatı bulmuştur. Dönüş yolunda Atina ile savaşta olan Aigina kentinde tutuklanmış ve kısa bir kölelik dönemi de yaşamıştır. Onu tanıyan Kyreneli bir Filozof tarafından satın alınmış ve hürriyetine kavuşturulmuştur. Daha sonra Platon bu parayı geri ödemeye çalışmış fakat geri istenmediğinden bu para ile Atina’da, dünyanın ilk yerleşik üniversitesi olan ünlü okul Akademia’yı kurmuştur.
Bilgi Kuramı
Platon’un ünlü İdealar kuramını incelemeye almadan önce, onun evreni algılayış biçimini kısaca irdelemekte yarar vardır. Yapıtları bu amaçla incelendiğinde, Cumhuriyet isimli eserinde yer alan ünlü “Mağara benzetmesi” hemen göze çarpar. Platon, felsefe tarihinde oldukça meşhur olan bu mağara benzetmesini, özet olarak şöyle bir dekor içinde aktarır : “Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin zâhiri olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır.” Platon’a göre, insanın yaşam içinde bulunduğu ortamı, bu mağara benzetmesi çok güzel anlatmaktadır.
Platon’un iki evren ayırımı yaptığından kuşku yok. Bir yanda başlangıçsız, sonsuz ve mükemmel olan bir idealar evreni, öte yanda, ölümlü, mükemmel olmayan, nesneler evreni. İnsan bedeni ile gölgeler evreninde bulunmasına rağmen, ruhu bir zamanlar idealar evreninde bulunmuş olduğu için, idealar evrenindeki gerçekler hakkında, kesin olmayan fikirlere sahip olmaktadır. Platon’a ona göre bilgi, ruh için sadece bir “hatırlama”dır. Bu “doğuştan bilgi” veya “ruhun hatırlayışı” konusu Platon’a göre yaşam öncesi bir hayatın varlığı, dolayısıyla ruhun ölmezliği konusunda önemli bir kanıttır. Bu anlayış onun düşüncesinin, Orfeuscu ve Pisagorcu köklerinin kesin işaretidir.
İdealar evreninde salt akıl yoluyla edinilen gerçeğin doğru bilgisi “episteme” ve nesneler evreninde duyularımızla edindiğimiz kanılar; Platon’un evreni algılayış biçimine uygun bir bilgi kuramı... Hemen işaret edelim, çağdaş kavrayışımıza tümüyle ters düşüyor olması, doğuştan gelen bilgiyi, bilgi problemine temel yapan ilk düşünürün Platon olduğu gerçeğini değiştirmiyor…
İdealar Kuramı
Platon’un İdealar Kuramı üzerine neler inşa edebildiğini görmeden önce, idea kelimesinin Platon için ne ifade ettiğini anlamalıyız. İdealar yalnızca nesnelerin düşünsel karşılıkları değildir. Nesnelerin olduğu kadar, nesnesel karşılığı bulunmayan, “adalet, eşitlik, güzellik” gibi soyut kavramların da, kendi ideaları vardır. Ve idealar evreninde, idealar, en üstlerinde Platon’un Tanrı ile özdeşleştirdiği “İyi İdeası”nın da bulunduğu bir sıra düzeni içindedirler. Somut nesnelerin olduğu kadar soyut kavramların da ideaları olduğunu düşünerek, fizikî ve sanal evreni ayrı ayrı inceleyecek olursak; sanal evrende ki formlar hakkında bilgilerimizin tam ve kesin olduğunu, oysa fizikî evrende bulunan nesneler hakkında ise ancak bir kanı, yaklaşık bir bilgi sahibi olabildiğimizi görürüz. Çünkü fizikî evrende algıladığımız hiç bir nesnenin, zihnimizde canlandırdığımıza tıpa tıp uyduğunu iddia edemeyiz. Fizikî evreni algılamamız sürekli yuvarlamalara mahkumdur. Bu iddiayı daha iyi açıklayabilmek için şu misaller verilebilir : Dünyada 1 metre uzunluğu ölçtüğümüz milyonlarca belki milyarlarca 1 metrelik cetveller olabilir ama aslı Paris’te Luvr müzesinde özel şartlarda koruma altındadır. Diğerleri ona çok yaklaşık uzunlukta olabilirler ama mutlak eşitliklerini kimse iddia edemez. Algılamalarımızda ki yuvarlamalara Felsefe dünyasından bir başka ünlü örnek : Heraklitosun “Bir nehrin aynı sularından iki defa asla geçemeyiz, ama biz hep aynı nehri geçtiğimizi zannederiz”, sözüdür.
Platon, anlatmaya çalıştığımız bu İdealar Kuramı üzerine, mantıktan metafiziğe, matematikten sanata ve nihayet teolojiden ideal toplum düzenine uzanan, günlük hayatı tüm boyutlarında tarif eden sistemler inşa etmiştir. Bunlara da kısaca değinilmesi bu kuramın ne işe yaradığını bilmek açısından gereklidir.
İdealar Kuramının mantığı ilgilendiren yönü, genel sözcüklerin anlamıyla ilgilidir. Misal olarak “kedi” sözcüğünü ele alalım : Dünya da “kedi” tarifimize uyan bir çok hayvan olduğunu hepimiz kabul ederiz. Aslında bu sözcükle neyi kastediyoruz? Doğrusu, her özel kediden ayrı bir şeyi… Bir hayvan, tüm kedilere özgü olan genel yapıyı taşıdığı için kedidir ama “kedi” sözcüğünün anlattığı şey herhangi bir kedi değil “evrensel”, yani “tümel” kedidir. İşte bu sanal kedi herhangi bir kedi doğduğunda doğmaz, ölünce de ölmez, uzayda veya zamanda bir yer kaplamaz. İşte İdealar Kuramının mantığı ilgilendiren yönü budur. Bu bölümün kanıtları daima güçlü ve geçerlidir, ama öğretinin metafizik bölümünden de tümüyle bağımsızdır.
Platon öğretisinin metafiziği ilgilendiren bölümüne göre “kedi sözcüğü” belirli ideal bir kediyi, Tanrının yarattığı tek bir kediyi dile getirir. Çevremizde gördüğümüz canlı olan kediler ideal kediyle ortak bir yapıya sahiptirler, fakat az ya da çok eksiktir bu ortaklıkları. Bu türden çok kedi vardır ama sadece ideal kedi gerçektir, tek tek kedilerse görüntüsel.
Platon’a göre, ruh gözü ile idealar evreninde gördüklerimizin somut nesnelere uygulanışından Matematik ve Geometri ilimleri oluşur. Gerçek olan sadece İdealar evreni olduğundan, bu ilimlerin de ancak bu ortamda varlığından söz edilebilir. Mesela daireye sadece bir noktada değen teğet çizgisinden ancak böyle bir kabul altında söz edilebilir. Ona göre sayılar dizisi idealar evreninin ilk basamağıdır. Şayet matematiği idealar evreninde yok farz edersek geriye ne sayma ne ölçme kalır. Platon’un sayılar konusundaki görüşlerinde, Pisagorcuların etkili olduğunu, öğrencisi Aristo’nun yazılarından biliyoruz.
Fizikî dünyanın, idealar evreninin sadece kötü bir kopyası olduğunu iddia eden bir algılayış biçiminde, resim, heykel gibi görsel sanatlara fazla önem verilmesini beklemek herhalde yanlış olur. Bu tür sanatlar, Platon için gerçeğin kötü bir kopyası olan dünyanın, daha da kötü başka kopyalarını üretme çabaları olarak tanımlanır. Buna paralel olarak edebiyat ve müzik gibi sanatlarda, sanatsal amaçlı değil toplumsal eğitimin bir parçası olarak, yani sadece bir araç olarak anlam ifade ederler.
Başta da işaret ettiğimiz gibi, bütün bu felsefi çabalar, aslında zihinlerde bir ideal devlet anlayışını oluşturmak adına yapılmaktadır. Bu sebeple Platon’un siyaset felsefesi konusundaki fikirleri, tüm eserlerine yayılmıştır. Düşünceye başlangıç noktası hepsinde aynıdır : İki türlü evren, iki türlü bilgi olduğuna göre yapılacak şey, nesneler evrenindeki her şeyi, özellikle toplumsal kurumları, olabildiğince idealar evrenine benzetmeye çalışmaktır. Devlet isimli diyalogunda belirttiğine göre insanların toplu yaşamalarına yol açan, bir başka deyişle toplumu yaratan neden, insanların kendi kendilerine yeterli olmayıp, yaşamak için başka insanlara olan gereksinmeleridir. Örneğin çiftçi kunduracının yaptıklarına kunduracı çiftçinin yetiştirdiklerine muhtaçtır. Kısacası, toplumu yaratan şeyin bu iş bölümü olduğu söylenir. Bu iş bölümünden yola çıkılarak sınıflı toplumun yapısı oluşturulmaya çalışılır. Platon zihinsel güçleri yerine bedenî güçleri ile çalışanları, “besleyiciler sınıfı”na sokar. Bu sınıf yalnızca üretim işleriyle uğraşmalı askerlik, yöneticilik gibi beceremeyeceği işlerle uğraşmaya kalkmamalıdır. Doğuştan yürekli, güçlü ve çevik olanlarsa, askerler, yani “koruyucular sınıfı”nı oluşturacaklardır. Böylece Platon’un Devlet isimli eserinde taslağını çizdiği “ideal devlet”in iki ana sınıfı ortaya çıkmış olur. “Yöneticiler”, koruyucular sınıfı içinden seçilip yetiştirilen belirli sayıda insan olacağı için onların sınıftan çok bir grup, bir kadro olacakları söylenebilir. Böylece besleyiciler sınıfı, koruyucular sınıfı, yönetici kadro olarak üçlü bir yapı oluşur. Platon ideal devlette, toplum yöneticilerine, toplum yararına olan bazı “yararlı yalanlar” söyleme hakkı da tanır. Bu yalanlardan biri, halkın böyle tabakalı bir toplum düzenine karşı çıkmasını önlemek için anlatılabilecek olan “metaller mitosu”dur. Platon, yöneticilerin, halkı şu mitosa inandırmalarını ister :
“Bu toplumun birer parçası olan sizler birbirinizin kardeşisiniz. Ama sizi yaratan tanrı, aranızda önder (yönetici) olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı (koruyucu) olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçilerin ve öteki işçilerin (besleyicilerin) mayasına da demir ve tunç katmıştır. Aranızda bir hamur (maya) birliği olduğuna göre, sizden doğan çocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir.
”Böylece Platon, işbölümüne, doğuştan kalıtımsal
farklılıklara dayandırdığı sınıflı toplumu, akıllıdan akıllı, güçlüden güçlü
çocukların doğacağını söylediği bir “ırk öğretisi”nin yardımıyla, sınıflar
arasında pek küçük bir geçişkenliğin bulunacağı bir yarı kast toplumu biçimine
sokmaktadır. Halka, “mayasında demir ya da tunç karışık olanların önderlik
edeceği gün kentin yok olacağını tanrı buyurmuştur” denecektir.
Bu şekilde, genel çizgiler içersinde sizlere aktarmaya çalıştığım Platon’un ideal devlet anlayışının, aslında sınıfların iç yapılarında yurttaşların evlilik hayatlarına kadar giren çok detaylı bir kurallar içeren bir sistem olduğunu unutmamalıyız.
Platon bu devlet anlayışı ile günümüzde çok kullanmakta olduğumuz bir başka sözcüğe de babalık etmiştir : Ütopya. Platon’un “Devlet” adlı eserinde anlattığı, ama sonraları gerçekleşmesinin imkansızlığını kendisinin de anladığı bu devlet sistemine, yunanca “hiç bir yerde olmayan” anlamında : Ütopya denilmiştir. Platon, ileri yaşlarında kaleme aldığı “Nomoi/Yasalar” adlı eserinde ise, “Politea/Devlet” yapıtındaki sosyalist toplumu az da olsa üretim araçlarının paylaşımı konusunda liberalleştirmiştir. Ayrıca, yöneticilerin keyfî kararlarının yasalardan üstün olmaması için, hukukun üstünlüğü prensibini getirmiştir. Fakat bu son eserinde bile, yine de derinliğine bir dinsel duygu egemendir. Sokrat’tan da önce yaşamış olan Protogoras “insan her şeyin ölçüsüdür” derken Platon “Yasalar”da, “her şeyin ölçüsü insan değil, Tanrı’dır” demektedir.
Felsefî Mirası
Felsefede, gerçek varlıkların nesneler ve bunların kavramlarının ise zihnimizdeki yansımaları olduğunu kabul eden “materyalizm”e karşılık, kavramların, ideaların gerçek varlıklar olduğunu ileri süren Platon’un bu tutumuna, “İdealist Felsefe” veya “Epistomolojik İdealizm” diyoruz. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak Platon, Empirizmi yani deneylerle, duyular yoluyla bilgi toplamayı, usul yönünden reddetmektedir.
Modern filozoflar, günümüzde kullanılmakta olan bir çok kavramın insanlar tarafından yaratılmış olduğu argümanını ortaya koyarak, Platon’un İdealar Kuramının geçersizliğini ispat çabasına girmişler ve hatta ispat da etmişlerdir. Şu anda onun siyasi felsefesine inanan siyaset bilimci ve etikçi yok denecek kadar azdır. Fakat “Platonik” kelimesi her kullanıldığında, onun insani ilişkilerin bir boyutuna 2400 yıl önce getirdiği tarif tekrar güncelleşmektedir. Platon tarihin yetiştirdiği ilk gerçek idealisttir. Metafiziksel çalışmalar onunla birlikte başlamıştır. Felsefenin temel kuramlarını ilk sorgulayan ve üzerlerinde ilk defa açık ve belirgin fikirler ortaya koyan odur. Soyut akıl yürütme yöntemlerini kullanarak politikanın genel prensiplerine varmak üzere çıktığı yolda Platon’u takip ederek politik başarı sağlayan siyasetçiler politika sahnelerinde kim bilir ne kadar daha varlıklarını sürdüreceklerdir.
Attilâ Tözün
26.08.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder