Kant’ın
Felsefesi, Kant'a
göre zihin yapısı gereği fenomenleri (olayları) bilebilir, fenomenlerin
gerisindeki gerçek (numen) bilinemez. Kant için ilk adım, "insan zihninin
neyi bilebileceği?" sorusuna yanıt arayarak atılmalıdır. Daha sonra bu
soruya verilen yanıtlar temellendirilmelidir. "Bilgilerimiz
deneyle başlar ama deneyden doğmaz." Bu şu demektir; deney yalnızca bilginin
ham maddesini sağlar. İnsan aklı ve deney bilgiyi birlikte üretir. İnsan zihni
nesneleri algılarken, deneyden gelmeyen ve zihinde doğuştan var olan (a priori)
algı formları yani uzay ve zaman içinde algılar. Kant'a göre uzay ve zaman
kavramları insan zihninde doğuştan vardır. Herkes her şeyi uzay ve zaman içinde
algılar. Bu yolla elde edilen deney verisidir, zihin yine a prirori olan on iki
yargı kategorisiyle bu veriyi birer yargı biçimine sokar. Bu tümel ve zorunlu a
priori bilgiler dışında a posteriori bilgiler vardır ki deneyle kazanılır, tümel ve
zorunlu değil kişiseldir.
Yargılardan
bir kısmı analitik, bir kısım, sentetiktir. "Cisimler, uzayda yer
kaplar" yargısı analitiktir, yeni bir şey bildirmez. "Dünya
yuvarlaktır" gibi sentetik yargılarsa bilgilerimizi genişletir, çoğaltır.
Bilimlerin amacı sentetik apriori yargılar elde etmektir. Olayların gerisinde olan (numen), zaman ve uzay
kalıpları içinde algılanamaz. Numen bilinemez, öyleyse metafizik yapmak mümkün
değildir. İnsan fenomenleri kendi zihin yapısına göre bilir;
öyleyse bilgilerimiz mutlak değil göreli (rölatif) dir.
Ek Bilgi:
Kant’ın bu temel üzerinde düşünüp çalıştığı döneme,
bundan dolayı “kritik dönem” denmiştir. Bundan önce Kant aşağı yukarı
Leibniz-Wolff felsefesinin çerçevesi içinde düşünmektedir.Bu döneminde ilkin
doğa bilimi ile ilgili konular üzerinde durmuştur. Bu yıllarında yayımlamış
olduğu yazıların birkaçının başlıkları: “Yer, ekseni etrafında dönerken
birtakım değişikliklere uğradı mı ?”, “Yer ihtiyarlıyor mu?”, “Ateş üzerine”,
“Deprem üzerine”.Bunların hepsinin fizik konuları olduğu görülüyor. Ancak, Kant
bu konuları bir fizikçi gibi değil, bir filozof gibi, yani belli bir felsefe
görüşü çerçevesinde ele alıp işlemiştir. Kritik öncesi döneminin ikinci
kısmında, Kant’ ın daha çok metafizik sorunlar üzerinde, bu arada özellikle de
rationel teoloji sorunları üzerinde durduğunu görürüz.Bu yıllarında yayımladığı
yapıtlarında bir ikisinin adları: “Der eingize mögliche Beweisgrund zu einer
Demonstration des Daeins Gottes. Ein neuer Gottesbeweis” (“Tanrı’ nın Varlığını
Tanıtma İçin Mümkün Olan Tek Kanıt. Yeni Bir Tanrı Tanıtlaması”) ; “Die Traeume
eines Geistessehers, erlaeutert druch Traume der Metaphysik” (“Bir Spiristin
Metafiziğin Rüyaları İle Açıklanmış Olan Rüyaları”). Bütün Bu Çalışmalarında
Kant, henüz Leibniz-Wolff metafiziğine dayanmaktadır.
Kant’ ın bu düşünce çevresinden ayrılmağa başladığının
ilk belirtisi, “Demundi sensibilis atque intelligibilis forma et principiis”
(“Duyu Dünyası ile Düşünce Dünyasının Formu ve İlkeleri”) (1770) adlı
dissertation’ udur. Bu yapıt, kritik öncesi ilk kritik dönem arasında bir köprü
gibidir. Burada “duyu dünyası” ile “düşünce dünyası” birbirinden ayırt edilir;
bu iki ayrı dünya için değerleri başka başka olan iki ayrı bilgi ileri
sürülür.Buraya kadar bir yenilik yok; bu ayırma öteden, Elealılar’ dan beri
var.Bu iki bilgi çeşidinden “düşünce bilgisinin” değerce üstün tutulması da
yeni değil, bütün rationalistler böyle düşünür.Yenilik, Kant’ ın “salt” (rein,
purus) kavramını genişletmesi ile başlamaktadır. “Salt” deyince, bilen süjede
bulunan, deneyden gelmemiş olan bir form öğesini anlarsak, böyle bir şeyin
“düşünce bilgisinde” bulunduğu öteden beri ileri sürülmüştür: Rationalistlerin
“a priori” ya da “doğuştan” dedikleri kavramlar, bilgiler, ilkeler hep “salt”
öğelerdir.İmdi Kant, duyu bilgisinin de salt öğeleri olduğunu ileri sürer. İşte
bu anlayış, felsefe tarihi için tamamıyla yenidir. Ona göre, duyu bilgisinin
salt öğeleri uzay ile zaman’ dır. Bunlar, duyu bilgisinin oluşmasının
koşullarıdır; bunlarsız duyu bilgisi olamaz. Uzay ile zaman kavram değil, birer
görü’ dürler (Anschauung, intuitus). Kavram değildirler, çünkü tek tek uzaylar,
uzay kavramının altına konamazlar.Tek tek uzayların uzay ile ilintileri,
parçaların bütüne olan ilintisi gibidir ; tek tek uzaylar (uzay parçaları) bir
ve aynı uzayın içinde yer alırlar. Zaman için de durum böyledir, uzay için
söylenenlere paraleldir.Uzay ile zaman pek özel şeylerdir, kavramlarla (düşünme
ile) edinilemezler, ancak görülebilirler (anschauen). Örneğin sağ ile solu
tanımlayamayız, ancak gösterebiliriz, dolayısıyla bunların bilinmeleri yalnız
görü ile olabiliyor. Uzay ile zaman süjenin gözlükleri gibidirler ; bunlarsız
duyu dünyasını bilemeyiz. “Salt görünün formları” olan uzay ile zaman, iki
kesin bilimimizle ilişkili olmaları dolayısıyla ayrıca önemlidirler. Uzay ile
ilişkili olan bilim ise matematik, özellikle de geometridir ; zaman ile
ilişkili olan bilim ise teorik mekaniktir. Bu iki bilimi duyarlığın iki a
priori formu ile (uzay ve zaman ile) kurduğumuz için kesin olabiliyorlar. Bu
“salt görü” (reine Anschauung, intuitus purus) öğretisi, sonra “Salt Aklın
Kritiği” nde “Transzendentale Aesthetik” bölümünün konusu olacaktır. Bu bölümün
“Salt Aklın Kritiği” nde çok özel bir yeri vardır ; bir çeşit önyapı gibidir ;
yapının bütününe ancak bununla girilebilir. Burada geliştirilecek olan
uzay-zaman teorisi, 1770 Dissertation’ undakinin aşağı yukarı aynıdır.
Asıl kendinin olan görüşlerin ortaya konacağı kritik
döneminde Kant, öteki irili ufaklı yapıtlarından başka üç “kritik”
yayımlamıştır. Bunlardan ilki olan “Kritik der reinen Vernunft” (“Salt Aklın
Kritiği”), yalnız Kant için değil, felsefe için de yeni bir çığır açmıştır. Bu
yapıt, “kritik felsefe” nin ekseni, ana dayanağıdır. Eser kendisine “bilginin
ne olduğunu ve sınırlarını gösterip kritiğini yapmayı” ödev edinmekte, “şu yada
bu bilginin doğru olmak iddiaları haklı mı ?” bunu ayırt etmeyi gözönünde
bulundurmaktadır. “Kritik” deyiminden anlaşılan da bu “ayırt etme” işidir, bu
“eleştirmedir”. Eserin kuruluşu, önce, öteden beri bilinen bir mantık şemasına
uygundur : İlkin bilginin öğeleri, yani kavramlar, yargılar, usavurmalar incelenir
(Transzendentale Elemantarlehre), sonra yöntem öğretisi ele alınır
(Transzendentale Methodenlehre). Yalnız bu mantık yapısına “duyarlık” ile
girilir (Transzendentale Aesthetik) ; “salt görü formları” da bilginin öğeleri
arasında yer alır. Eserde başka sınıflama açılarını da buluruz. Bunlardan biri
bilimler bakımındandır ; önce matematik ile fizik gözden geçirilir, sonra da
“bilimsel” bir metafiziğin olup olmayacağı araştırılır ; burada asıl gözönünde
bulundurulan, metafiziğin eleştirilmesidir (Transzendentale Dialektik). Bir
başka sınıflandırma şeması da bilgi yetilerine göredir. Bu bakımdan bilginin
oluşmasında payları olan yetiler : Duyarlık (Sinnlichkeit), anlık (Verstand) ve
akıl (Vernunft) sırasıyla ele alınarak eleştirmeden geçirilir.
Kant, aklın gördüğü işi inceleyip eleştirecel yönteme,
bu kendi yöntemine, yine kendisinin olan bir deyimle “transcendental” adını
vermektedir. “Transcendental yöntem”, şu ya da bu objeye yönelmiş olan bilgiyi
değil bilginin kendisini inceleyen yöntemdir ; bilginin kritiğdir, bilgi
öğretisidir. “Transcendental” deyimi, bir bakımdan da, “transcendent” in
karşıtıdır : “transcendent bilgi” mümkün bilginin sınırlarını aşan bilgidir ;
“transcendental bilgi” ise, bu sınırları aşamayıp araştıran bilgidir. Nitekin “Salt
Aklın Kritiği” nin sorunu, “insan bilgisinin yapısı ile sınırlarını araştırmak”
tır. Yalnız, Kant’ın burada araştırdığı, her türlü bilgi olmayıp yalnız a
priori olan bilgidir. Bu çeşitli bilgi de, “duyarlığın verilerinden edinilmemiş
olan” bilgidir. Kant’a göre, hem görüde, hem de düşüncede a priori olan bilgi
öğeleri vardır ve onu ilgilendiren de, kesin a priori’ dir, yani deney ile hiç
bir şekilde karışmamış olan bilgi öğeleridir. Onun a priori’ye bu ilgisi, bir
yandan konuları gereği a priori bilgilerle çalışan metafiziği eleştirmeyi asıl
gözönünde bulundurduğundandır ; öbür yandan da a priori bilgiyi deney
bilgisinden üstün saydığındandır. Çünkü a priori bilgi, “zorunlu” ve “tümel
geçerliği” olan bilgidir. �
A priori bilgiyi a posteriori bilgiden, deneyden
türemiş olan bilgiden ayıran da bu ölçüdür (kriterium).
A posteriori olan bilgiler sallantılıdırlar, yani
gözlemlerle boyuna düzelirler. Buna karşılık, a priori bilgiler zorunludurlar,
yani deneyin, bunların başka türlü de olabileceklerini göstermesine olanak
yoktur ; bu çeşit yargıların zorunlu oluşu, yalnız benim için değil, bilen
süjelerin tümü içindir (tümel gerçeklik).
Kant yargıları önce iki bakımdan ikişer ikişer ayırır,
sonra da bunları aralarında birleştirir. Bir bakımdan apriori ve a posteriori
yargılar, öbür bakımdan da analitik ve sentetik yargılar ayırt edilir. Analitik
yargılar, yalnız kavramları “açıklayan”, kavramın tanımında esasen saklı olanı
“aydınlatan” yargılardır. “Cisimler yer kaplarlar” yargısında yeni bir şey
öğrenemeyiz, çünkü “yer kaplama” zaten cismin tanımının içinde bulunmaktadır.
Buna karşılık, sentetik yargılar bilgimizi “genişletirler”, çoğaltırlar ; çünkü
bunlarda kavramamızın dışına çıkıp onu başka kavramlar ile birleştiririz
(synthesis), onunla başka kavramlar arasında bağlantılar kurarız. “Cisimler
ağırdırlar” yargısında yeni bir şey öğrenirim, çünkü “ağır olmak” cisim
kavramında kapsanmış değildir ; burada “cisim” kavramı ile “ağırlık” kavramını
bir araya getiriyorum, onların arasında bir bağ kuruyorum. Analitik yargılar,
karakterleri gereği, hep a priori’dirler, onun için a posteriori olan analitik
yargılar olamaz. Buna karşılık, sentetik yargılar içinde a posteriori olanları
da, a priori olanları da vardır. Birinciler, yargıların normal halidir, en çok
rastlanan formudur. Yeni yeni denemler yaparak kavram kadromuzu boyuna
artırırız ; bilgi kadromuzun genişlemesi pek çok bu çeşit yargılarla olur.
İkincilere gelince, Kant’ ı ilgilendiren de asıl bunlardır ; hem sentetik hem
de a priori olan yargılardır ; onun bütün araştırmasının asıl gözönünde
bulundurduğu yargı çeşidi budur.
İmdi “sentetik a priori yargı” ne demektir? Eldeki
kavramın dışına çıkan (sentetik), ama buna rağmen deneye dayanmayıp a priori
olan yargı demektir. A priori bilgi de, zorunlu ve tümel-geçer bir bilgi
olduğuna göre, “sentetik a priori yargı” da, hem bilgimizi genişleten (sentetik
yönü) hem de zorunlu ve tümel-geçer olan (a priori yönü) bir bilgi olacaktır.
Böyle yargılar var mı? Kant’a göre var ve “Salt Aklın Kritiği” nin başlıca
ödevi de, bu çeşit yargıların dayandığı temeli, geçerliklerinin (Gültigkeit)
nedenini bulup göstermektir. Kant’ ın ana düşüncesi şu : Bilgide kesinlik,
ancak salt deney bilgisinin dışına çıkıp bu sentetik a priori yargıları
kullanmaya hakkımız olan yerde olabilir.
Kant bu gibi yargıların var olup olmadıklarını, “Salt
Aklın Kritiği” nde ele alınıp incelenen üç bilim (matematik, fizik ve
metafizik) üzerinde göstermeye çalışır. Matematik yargıların hepsi sentetiktir,
çünkü bunlar salt tanımlardan çıkarılamazlar. Örneğin “Doğru, iki nokta
arasındaki en kısa yoldur” yargısını sırf “doğru” kavramından türetemem, burada
yeni bir şey söylenmektedir. Buna rağmen, bu önerme için mutlak olan bir
tümel-gerçeklik ileri sürerim ; yani bu, deney ile bozulabilecek bir yargı
değildir.O halde yalnız sentetik değil, bir de a priori’dir. Bu gibi yargılara
matematik fizik de sa hip olmak iddiasındadır. Örneğin “Her değişmenin bir
nedeni vardır” derken, bu önermedeki “değişme” kavramının içinde “neden”
kavramı bulunmamaktadır. Burada “değişme” kavramımızın dışına çıkıp onunla bir
başka kavram, “neden” kavramı arasında bir bağlantı kuruyoruz. Öyle ise bu
yargı analitik değil, sentetiktir ve böyle olduğu halde mutlak geçerlik
iddiasındadır. Demek ki, hem sentetiktir, hem de deney ile temellendirilmediğinden
a priori’dir. Konusu gereği deneye dayanmayan metafiziğin yargılarının hepsi a
priori’dir. Ama metafizikte de, matematik ve fizikte olduğu gibi gerçek
bilgilere varmak istersek, yalnız kavram çözümlemelerinde kalmamalı, sentetik
yargılarımız da olabilmelidir. İmdi metafizikte bu gibi sentetik a priori
yargılar mümkün mü? İşte Kant için bütün dava buradadır. Çünkü “Salt Aklın
Kritiği” nin ana problemi, “Metafizik mümkün müdür?” sorusudur. Kant’a göre,
gerçi “doğal bir metafizik” (metaphysica naturalis) vardır ; istesin istemesin
insanın aklına metafizik nitelikte birtakım sorular dadanır ; ama bilimsel bir
metafiziğe henüz varılamamıştır.
Bu son düşünceleri Kant, “Salt Aklın Kritiği” nin
araştırdığı konuları özetleyen şu üç soruda toplar :
1.“Matematik nasıl mümkündür?”, 2.”Doğa bilimi nasıl
mümkündür?”, 3.”Bir bilim olarak metafizik nasıl mümkündür?”. Sonuncu soruda
Kant’ın demek istediği, metafiziğin bir bilim olması mümkün müdür? Ya da tıpkı
matematiğin ve fiziğin olduğu şekilde bilimsel olan bir metafizik olabilir mi?
Buna göre, metafiziği güvenilir bir temele dayatmak
için Kant’ın giriştiği iş, çok basit bir adımla başlıyor ; çünkü bu güç problem
tek bir formüle bağlanmaktadır : A priori olan sentetik yargılar nasıl
mümkündür?. “Salt Aklın Kritiği” için bir çıkış noktası olan bu formülün
anlatmak istediği şudur:
1.Varlığı yalnız kavramlarla kavrayamam. Yalnız
kavramlarla çalışan klasik rationalizm, örneğin “ruhun ölümsüzlüğünü” şöyle
tanıtlar : “Ruh maddi olmayan bir tözdür, maddi olmadığı için yer kaplamaz, yer
kaplamayınca bölünemez, bölünemeyince de yok edilemez, dolayısıyla ruh
ölümsüzdür”. Bu tanıtlamada “çelişmezlik ilkesi” ne dayanılmaktadır ; bir başka
deyişle : önce eldeki kavramın bir tanımı yapılıyor, sonra da bundan kendisiyle
çelişik olmayan sonuçlar çıkarılıyor.
2.Kant’a göre, böyle salt düşüncenin içine kapanıp
kalmış bir mantığı bırakıp objelere, “mümkün deneye” uzanan bir mantık, bir
transcendental mantık (salt düşüncenin bölgesini aşıp öbür yana geçen) bir
mantık geliştirmelidir (Kant’ta “transcendental” deyiminin bir anlamı da
budur).
3.Bir şey bilmek istersem kavramlarımı görünün salt
formları ile duyu verilerine bağlamalıyımdır. Sadece salt olan görüler,
kavramlar ve yargılar ile bir şey elde edemem. Burada da salt formların ötesine
bir geçiş (transcendere) gerektir. Kısaca : objelerle ilgiler kurmuş
kavramlarımız olmalıdır.
Demek ki, a priori olan sentetik yargılar, bir yandan
yalnız duyuların (duyarlığın), öbür yandan da yalnız düşüncenin (düşünmenin)
sağladığından başka türlü olan bilgilere bizi vardırmaktadırlar. Bu çeşit bilgi
deneyden gelemez, yoksa ona a priori diyemezdik. Bu bilgi deneyden bağımsızdır
ama, her türlü deneyin temelidir, altyapısıdır ; ancak bu türlü bilgi deneye
sağlam bir bağlantı kazandırabilir. Örneğin sentetik a priori bir yargı olan şu
“Her olayın bir nedeni vardır” önermesi, indüktif olarak temellendirilemez ;
onun için a priori’dir. Ama bu önermenin geçerliği varsa, o zaman deney
dünyasındaki en küçük bir olay bile bir nedenler zinciri içinde yer alır ;
bununla da deney dünyası düzenli bir bütün haline getirilmiş olur.
Şimdi Kant’ın kesin bilginin tek kaynağı saydığı bu
sentetik a priori yargılarla doğa adını verdiğimiz fenomenler dünyasını bilgide
nasıl kurduğumuzu, yani fizik denilen bilimin “nasıl mümkün olduğunu” ana
hatları ile görmeye çalışalım. Öteden beri alışılmış olan bir anlayışın tersine
olarak Kant, duyu bilgisine temel olan intellektüel bir bilgi kabuk eder.
Çünkü, ona göre, bizim deneyden önce olan birtakım ana kavramlarımız
(kategorilerimiz) var ; biz bunları deneyin içine yerleştiririz ; deney ancak
bu salt kavramlar ile bir düzen kazanıp bir bilgi olur. Kategoriler deneye form
bakımından bir çerçeve sağlarlar. “Yeşil’i duyumluyorum” yerine, “Bu, yeşil bir
şeydir” demeye olanak verirler. Kategoriler objektif a priori’dirler, yani
objeye uyan a priori formlardır. Deneye düşüncenin salt formları bir düzen
kazandırıyor, çünkü Kant’ın kendi deyişiyle anlığın (Verstand, intellekt)
“kendiliğindenliği” (Spontaneitaet), duyarlığın (Sinnlichkeit) ise “alırlığı”
(Rezeptivitaet) vardır. Başka türlü söylendikte : Bilgide etkin olan yön anlık,
edilgin olan yön de duyarlıktır ve ancak bu iki bilgi yetisi bir araya gelip
birlikte çalıştıklarında bilgi oluşur. Bu anlayışını Kant, şu tanınmış formül
ile dile getirmiştir : “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür”. “Salt
Aklın Kritiği” nin başlıca düşüncelerinden biri ve Kant’ın bilgi konusunda bir
temel anlayışı olan bu formülün demek istediği şudur : İçerikleri olmayan, yani
içleri görü ile (duyusal öğe ile) dolmamış olan kavramlar, içleri boş birer
kabuk gibidirler. Kavramsız görüler ile de bir şey kavranamaz, çünkü bu duyu
öğeleri yalnız başlarına şekilsiz bir yığındırlar. Deney sadece a posteriori
(duyusal) verilerden ibaret olsaydı, hiçbir formu olmayan bir sıvıya benzer,
dolayısıyla kavranamazdı. Bu formsuz sıvıyı ancak önceden hazır olan (a priori)
bir kap (anlığın salt formları, kategoriler) içine yerleştirmekle
kavrayabiliriz. Onun için Kant, “formel mantık” gibi salt anlığın içinde
kapanıp kalmayan, tersine, dışarıya çıkıp objeler alanına, mümkün deneyin
dünyasına uzanan bir “transcendental mantık” geliştirir. Yalnız, bu mantık
“mümkün olan deneyde” durup kalır, bunun ötesine geçerek “nesnenin kendisine”
kadar uzanmaya kalkmaz, yani “transcendent” değildir. Bilginin intellektüel bir
temel üzerinde oluştuğu düşüncesini Kant, “Salt anlık (intellekt) fenomenlere
yasalarını dikte eder” sözü ile anlatmaya çalışmıştır. O zamana kadar bağlı
kalınan bir anlayışı altüst eden bu düşüncesini Kant “Kopernikus devrimi” ne
benzetir. Çünkü öteden beri, düşünmenin kendini objelere göre ayarladığı, yani
nasıl düşünmesi gerektiğini anlığa objelerin dikte ettiği ileri sürülüyordu.
Şimdi Kant, bu oranı tersine çevirerek “objelere formlarını salt anlık dikte
eder demektedir.
Doğa bilgisinde mümkün deneye, uzay ile zaman’dan
başka, birtakım a priori formlar , Kant’ın deyişiyle kategoriler aktararak,
deneyin dağınık verilerini ve çeşitliliğini bunların içinde derleyip topluyor,
birleştirip düzenliyoruz. Kategorilerin gördüğü iş, deney verilerini birbirine
bağlamak, birleştirmek işidir, bu synthesis’tir. Böyle bir görevleri (Funktion)
olan kategorileri Kant, Aristoteles’ten beri gelen “Yargılar çizelgesi” ne
paralel olarak türetir ve bu çizelgedeki 12 yargının her birinin karşısına
belli bir kategori koyar. Bu da, biz deney verilerini 12 bakımdan birbirine
bağlıyoruz (synthesis), deneyin ham malzemesini bu 12 kategoriye göre
şekillendiriyoruz demektir. Burada, doğa bilgimizin nasıl şekil kazandığını en kestirmeden
gösterecek tek bir kategoriyi örnek olarak görelim : Yargıları bağıntı
(relation) bakımından aldığımızda, bunların arasında , “kategorik” denilen bir
yargı formu vardır. Bunu karşılayan kategori, “töz ve ilinek” (substantia et
accidens) kategorisidir. Örneğin “kar eriyor” önermesinde konu (subiectum) olan
“kar”, bir nesnedir ; bir “şey”, bir “nesne” olarak da deneyde yoktur ; deneyi
sadece gözlemden çıkarılmaz ; düşüncenin bir salt formunu (bir a priori
kategoriyi, burada töz-ilinek kategorisini) önceden deneyin içine
yerleştirmemiş olsaydık, böyle bir “şey” olmayacaktı.
Anlığın salt kavramları (kategoriler) yanında doğa
bilgimizi kurmada payı olan ikinci etken de, salt yargılardır. Bunlar da
fenomenlerin düzenlenmesine yararlar. Örneğin “Doğada tözün (maddenin) miktarı
ne azalır, ne çoğalır” yargısı fenomenleri bir düzen içinde birleştirmekte,
onlara bir bağlantı, bir form kazandırmaktadır. Salt yargılar ile de doğa
yasalarını kurarız. Bütün bunlarla da, fenomenlerin şekilsiz çokluğu şekli ve birliği
olan bir düzen haline gelmektedir. Çünkü önce, “töz-ilinek kategorisi” ile
“nesne” (şey, madde) denilen birlik meydana geldi, sonra da bir salt yargı ile
“nesneler” arasında bir “bağlantı”, bir “birlik” kuruldu. Bunların olmasıyla
da, “doğa” dediğimiz şey meydana gelmiş oldu. Çünkü “doğa” birtakım “nesneler”
ile bunlar arasındaki “bağlantılar” dan (yasalar) ibarettir. İşte bütün bunlar,
anlığın bir birleştirme, bir bağlama, yapısında yerleşik olan (a priori) bir
sentez yeteneği sayesinde olmaktadır. Bu synthesis de a priori olduğu için,
doğa bilgimiz de kesin olabiliyor ; çünkü zorunlu ve tümel geçer olması a
priori’nin ayırıcı niteliğidir.
Düşüncenin yapısını inceleyen “Transzendentale Logik”
in birinci bölümünde (Transzendentale Analytik) Kant, fiziğin bilgi teorisini
geliştirdikten sonra, ikinci bölümünde (Transzendentale Dialektik) eserin asıl
maksadı olan metafiziği daha doğrusu 18. yüzyılın rationalist (Leibniz-Wolff)
metafiziğini eleştirmeye geçer. “Duyulur-olmayan” ın, “duyulur-üstü” nün bir bilimi
olmak istek ve iddiasında olan bu metafiziğin üç ana konusu vardır : Ruh,
evren, Tanrı. İşte Kant da, metafiziği incelerken bu üç konunun eleştirmesini
yapacaktır. Onun burada göstermek istediği şudur : Akıl (Vernunft) ile aklın
sonuç çıkarmaları (Vernunftschlüsse) ve metafizik arasında içten bir bağlantı
vardır. Çünkü akıl, yapısı gereği , metafiziğin üç büyük konusu ile ilgili olan
birtakım sonuçlar çıkarır. İmdi Kant’a göre, sağlam bilgi ancak deney verileri
ile a priori form öğelerinin karşılaştıkları, birbirleriyle kaynaştıkları yerde
meydana geliyordu. Bundan dolayı, metafizik de anlığın boşaltmış olduğu
“birleştirmeyi” (synthesis) sonuna (“mutlak”, “koşulsuz” olana) kadar götürürse
olumlu bir şey yapmış olur. Kant, böyle bir şeyi denemek, insan aklının yapısı
gereğidir der ve metafiziğin insanda “doğal bir yatkınlık” olarak bulunduğunu
söyler. Bizim bilgi yetimiz öyle yapılmıştır ki, bu son synthesis denemesine
hep girişiriz, bununla da varlığın “son sorunlarını” çözebileceğimizi umarız.
Ancak, Kant göstermek ister ki, bu yolda kesşn olarak hiçbir şey bilemeyiz ; bu
yolda karşımıza çıkan herşey ancak bir kuruntu, bir boş görünüştür (Schein) ve
akıl ister istemez bu kuruntulara düşer. İşte aklın eleştirmesini yapmaktan
maksat da onun bu yolda nasıl yanılmakta olduğunu ortaya çıkarmaktır. Onun için
“Transzendentale Dialektik” yanlış düşünmenin mantığıdır, yanlış sonuç
çıkarmalar öğretisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder