Plüralist filozoflardan ilki olan Empedokles (MÖ 492-432), Yunan felsefesinin bilim insanı-filozof tipinin en seçkin ürünlerinden biriydi. Hatta antik kaynaklar onda, bir hekim dışında, bazen bir büyücü ve zaman zaman da sıradan insanların çözemedikleri problemlere çözüm getiren becerikli ve zeki bir önderin eş zamanlı varoluşundan söz ederler. Gerçekten de onun İtalya tıp okulunun kurucusu olduğu, okulunun meşhur hekim Hippokrates’in temsil ettiği Kos Okulu’yla aynı düzeyde olduğu anlatılır.
Morfoloji ve fizyolojiye de önemli katkılar yapmış olan Empedokles, hekimliğinin alabildiğine yüksek düzeyi nedeniyle, zaman zaman bir büyücü olarak görülmüştür. Empedokles, felsefesinde metafiziğini geliştirirken, kendisinden önceki tüm doğa filozofları gibi, hiçten hiçbir şeyin çıkmayacağını, gerçekten var olanın en sonunda yok olup gidemeyeceğini kabul eder. Başka bir deyişle, Empedokles en azından Parmenides’in varlığın, hiçlikten çıkmadıktan başka, hiçliğe de düşmeyeceği için ezeli-ebedi olduğu tezini benimser. O yine, İyonya Okulu filozoflarının madde metafiziğinde olduğu gibi, ezeli-ebedi olan varlığın madde cinsinden olduğunu iddia eder.
Parmenides gibi boş mekan kavramını reddeden filozof, şu halde, başlangıçtaki ilk birlikten bir çokluğun çıkamayacağını öne süren Elea görüşünü aynen benimserken, diğer yandan varlığın birliği görüşünü reddedip, değişmenin yadsınamayacak bir olgu olduğunu öne sürer. Bundan dolayı onun gözünde yapılması gereken şey, apaçık hareket ve değişme olgusunu Parmenides’in “varlığın değişmezliği, ezeli-ebediliği ilkesi”yle uzlaştırmanın bir yolunu bulmak olmuştur. O, bu uzlaşmayı, nesnelerin varlığa geldiği ve daha sonra yok olup gittiği fakat bu nesnelerin kendileri değişmez olan, ezeli-ebedi maddelerden oluştuğu görüşüyle hayata geçirmeye çalışır.
Söz konusu değişmez maddeler dört tanedir: Toprak, hava, su ve ateş. Buna göre Empedokles, Elealıların varlığın değişmezliği ilkesini kendisine göre yorumlayarak her şeyin temelinde dört öğe ya da kök-madde bulunduğunu; toprak, hava, su ve ateş olarak belirlenen bu dört öğenin değişmez olup evrendeki oluş ve değişmenin, bu dört öğenin karışımından meydana geldiğini öne sürer. Hava toprak haline gelemediği gibi, toprak da hava haline gelemez. fiu halde, dört kök madde değişmez olup çeşitli oranlardaki karışımlarıyla, dünyada somut ve bileşik nesneleri, “şu” diye gösterdiğimiz duyusal varlıkları meydana getirirler. İşte bu, basitliği dışında, büyük kozmik toprak, deniz, atmosfer ve (başta güneş, yıldızlar ve yıldırım olmak üzere) göksel ateş kütlelerini açıklamaya fazlasıyla elverişli olması nedeniyle, sonradan Platon ve Aristotelesçe yeniden canlandırılıp, hâkimiyetini bütün Orta çağ boyunca sürdürecek olan ünlü dört unsur öğretisidir.
Demek ki Empedokles’in metafiziğinde gerçekten var olan toprak, hava, su ve ateştir. Bu öğeler gerçeklik kategorisini oluştururken, onların karışımından meydana gelen, değişme içindeki tikel nesneler görünüşler alanını meydana getirir. Buna göre Empedokles, sınırlı plüralizmiyle varlığın temelinde dört arkhe, töz ya da kök madde olduğunu söylerken, arkhenin ilk ya da ezeli oluşuyla, basit oluşunu vurgulamaya özel bir önem verir. Gerçekten de toprak, hava, su ve ateş, basit öğe ya da tözlerdir; başka bir deyişle, onlar bileşik nesne ya da tözleri meydana getiren temel bileşenler olup, bileşik maddelerin bu basit öğelere ayrılabildiği yerde, kendileri başka hiçbir şeye indirgenemez. Yani basit öğe ya da bileşenlerle bileşik nesneler arasında bir ayırım yapan Empedokles’e göre, dört kök madde, bileşik nesnelerin kendilerine bölünebildiği, başka bir şeye indirgenemez olan bileşenlerdir.
Onlar bir ressamın paletindeki, çeşitli şekillerde karıştırılmalarının farklı renkleri vereceği, dört temel renktir. Yaratılmamış ve yok edilemez, yani ezeli ve ebedi, niteliksel olarak değişmez ve bütünüyle homojen oldukları için dört öğenin, Parmenides’in bir olan varlığının çoğaltılmış ya da dört katı alınmış versiyonuna tekabül ettiği söylenebilir. Fakat Empedokles her ne kadar Elealılar gibi boş mekânın varoluşunu reddetse de buradan lokal hareketin veya yer değiştirme deviniminin imkânsız olduğu sonucunu çıkartmaz. Empedokles, bir yerine dört tözün varoluşunu kabul ederek, onların, içinde hareket edecekleri bir boş mekânın varlığını gerektirmeksizin, birbirlerinin yerlerini alabileceklerini öne sürer. Onlar, Empedokles’te şu halde, Parmenides’in metafiziğinde olmayan yeni bir özellik kazanırlar: Kendi kendileriyle bir ve aynı kalmak anlamında değişmez olsalar da yer değiştirme hareketi sergilerler. Gerçeklik değişmezdir; görünüşteki değişme sadece bileşik varlıkları meydana getiren dört öğenin düzenlenişlerinin, yer değiştirme hareketlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Parmenidesçi birlik yerine, dört ayrı tözün varoluşunun öne sürülmesi, gel gelelim hareket ya da değişme problemini çözmeye yetmez. Çünkü Parmenides var olanın hareket edemeyeceği üzerinde ısrar ederken, daha önceki filozofların hilozoizmi veya canlı maddeciliğini imkânsız hale getirmişti. Bu yüzden, yani dört öğe Parmenides’in Bir’ine oldukça benzer varlıklar olduğu için Empedokles hareket ve değişme problemine bir çözüm getirebilmek için değişmeyen, kendi başına hareket edemeyen bu dört öğeyi harekete geçirecek dış güçlerin varoluşunu öne sürmeye mecbur kalır. Başka bir deyişle, arkhenin, ilk maddenin canlı olduğunu, hareket ve değişme gücüne, değişerek başka şeyler olma veya başka şeyleri meydana getirme kuvvetine sahip bulunduğunu öne süren daha önceki filozoflardan farklı olarak, Empedokles dört öğenin birbirleriyle birleşme ve birbirlerinden ayrılma nedeni olarak Sevgi ve Nefret gibi iki ayrı gücün varlığını öne sürer. Buna göre atıl madde ile mekanik güç arasında bir ayırım yapan, sözgelimi aşkın cisimlerin birbirlerini manyetizma veya yer çekimi etkisine benzer bir etkiyle çekimlemelerini sağlayan gayri kişisel bir fiziki güç olarak tasarımlayan Empedokles’in görüşünde, dört kök-maddeyle onların birleşme ve ayrılmalarından sorumlu olan bu iki güç arasındaki en önemli farklılık, birincilerin edilgen ama ezeli-ebedi oldukları yerde, Sevgi ve nefretin etkin fakat sıra ile hüküm süren güçler olmalarıdır.
Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci
Ek Bilgi:
Empedokles Sicilya Adasının güney
kıyılarında bulunan Akragas (ya da Agrigentum) şehrinden. Ailesinin şehrin
siyasi hayatında pek sözü geçermiş; kendisi de bir aralık başta bulunmuş,
krallık bile önerilmiş kendisine, ama kabul etmemiş, demokrasiyi öğütlemiş.
Fizikçi, hekim, hatip, mucizeler gösteren ve arındıran rahip olarak Güney
İtalya kentlerinde dolaşmış.Ölümü de efsaneleştirilmiştir: Kendisini Etna
Yanardağına atmış olduğu söylenir – belki de onu Tanrılaştırmak için yapılan
çabalardan biri bu – siyasi sürgün olarak Peloponnes’te ölmüş olması ihtimali
daha büyük. “Peri physeos” (Doğa üzerine) ve “
Katharmoi”(Arınmalar) adlı iki eseri vardır.
Empedokles’in öğretisinin çıkış noktası,
bir yandan Parmenides’in savıdır: Meydana gelme ile yok olma diye bir şey
yoktur aslında. Ama öbür yandan da Empedokles duyuların bize gösterdiği bir
olguyu, meydana gelme ile yok olmanın görünüşünü, bu olayları açıklamaya
çalışır. Ona göre, insanların meydana gelme dedikleri şeyi temel maddelerin bir
karışması, yok olma dedikleri de bu karışmanın dağılmasıdır. Çok büyük
parçalardan kurulmuş olan temel maddelerin kendileri, (bunlara
Empedokles, Rizomata panton= her şeyin kökenleri diyor)
meydana gelmemişlerdir, yok olmazlar, değişmezler, bunlar Parmenides’in bengi
varlığı gibidir.
Doğa bilgisinin gelişmesinde çok önemli
bir yeri olan öğe (element) kavramını ilk olarak ortaya koyan Empedokles
olmuştur denilebilir.Öğe, burada, kendi içinde bir cinsten, niteliği bakımından
değişmeyen, artık bölünemeyen, yalnız çeşitli hareket durumlarına geçebilen
madde demektir. Bu anlayışla da, Parmenides’in “Varlık” kavramı işe yara bir
hale getirilmiş oluyordu.Bu öğeler de, Empedokles’e göre, dört tane imişler:
Toprak, su, ateş, hava.
Empedokles’e göre, bu dört öğe, evren
yapısının ancak gereçleridir. Evren bu gereçlerden kurulmuştur. Dört öğenin
kendileri, tıpkı Parmenides’in “Varlık”ı gibi değişmez tözler olduklarından,
bunların kendisinde bir hareket nedeni bulunamaz; yani bunlar
kendiliklerinden birbirleriyle karışamazlar, kendiliklerinden bir karışmayı
bozamazlar. Onun için doğa açıklamasında, bu dört öğenin yanı sıra bir de hareketin
bir nedeni, hareket ettirici bir güç de gerek. Empedokles’e göre , dört ana
– öğeyi birbiriyle karıştıran, bunların karışımlarını yeniden çözen neden
de sevgi ile nefrettir. Empedokles’in bu
anlayışında, madde ile kuvvet (oluşu sağlayan neden), ilk olarak, iki ayrı ilke
olmuşlardır.
Aynı zamanda bir hekim olan Empedokles,
canlıların dünyasına da yakın bir ilgi göstermiştir. Ona göre, bitkiler ilk
organizmalardır ve hayvanlar gibi canlıdırlar.
Empedokles’in insan üzerinde de ilgi
çekici gözlemleri var: Kan, insan hayatının ana-taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir.
Kanda öğeler, en olgun bir biçimde birbiriyle karışmışlardır. İnsanın bütün
yetenekleri, bu karışımın olgunluğuna bağlıdır. Bir doğa bilgini olarak
duyuların gösterdikleri üzerinde önemle duran Empedokles’in sensualist bilgi
öğretisine göre, biz evreni biliyoruz, çünkü biz de onunla aynı özdeniz, biz
kendimiz de dört öğeden kurulmuş olduğumuzdan, aynı öğelerden kurulmuş olan bir
varlığı biliriz.
Kaynak: Felsefe Tarihi / Prof. Macit Gökberk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder