Pragmatizm, XX. Yüzyıl
eşiğinde, yeni dünyanın kendine özgü felsefesi olarak ortaya çıkıyordu.
Amerikalı ünlü psikolog ve filozof William James (1842-1910) felsefesini en
sistemli biçimde açıkladığı “pragmatizm” adlı kitabını 1907 de yayımladı.
pragmatizm, XX. yüzyıl başında ABD’de ortaya çıkan felsefe akımları içinde en
çok yandaş bulanıydı. bu akımın çıkış noktasını, geleneksel akademik felsefenin
büyük bir bölümünün eleştirilerek benimsenmesi ve felsefeye bazı pratik
amaçların sokulması çabaları oluşturmaktaydı.Pragmatizm, ilkin 1870’lerin
başında, Charles Sanders Peirce (1839-1914) tarafından bir “Felsefe yapma
yöntemi” olarak geliştirilmişti. 1898 de William James pragmatizmi bir “hakikat
kuramı” olarak yeniden formüle etti. Daha sonraları da John Dewey (1859-1952)
ve F.C.S. Schiller (1867-1934) bunu geliştirip genişlettiler.
Pragmatizm, pratik değerin,
yani başarının hakikatin ölçütü olduğunu öne süren bir tür deneyci felsefedir.
buna göre, örneğin doğal ya da toplumsal bilimlerde, pratik yarar ve
uygulamalar sağlamayan bir kuram ya da yasanın doğruluğu kabul edilemez.
Uygulamada ortaya çıkacak yarar esastır. Bir din eğer hala bir yarar sağlıyorsa
hakikat olarak kabul edilebilir. Bu açıdan pragmatizm rasyonalizme (akılcılık)
karşıttır. Rasyonalizme göre, bir önerme ya da kuram, yararlı olduğu için
hakikat değil, hakikat olduğu için öğrenilmesi yararlıdır. William James’in
çalışmalarıyla yayılan bu felsefe, 1910 ‘ larda, mantıksal pozitivizm (Russel)
ve fenomenoloji gibi akımların egemen olmaya başladığı Avrupa’dan çekilip
ABD’de etkinliğini sürdürmüştür.
Psikolojiye bilimsel bir temel
kazandırma çabasıyla işe başlayan William James, fizyoloji, biyoloji, ahlat ve
rasyonel felsefeyi bu disiplinlerin ele aldığı düşünsel, ruhsal ya da maddi
olguları çözümleyerek açıklamayı denemişti; sonradan, bu yöntemi dinsel
olgulara, örneğin “inanç” (inanma isteği”, 1897) ve “mistisizm” (“dinsel
yaşantının farklı biçimleri”, 1902) gibi olgulara uyguladı. James’e göre,
olguların doğruluğu, kendi tanımlarına uygun olmalarıyla değil, varlıklarının
etkili oluşuyla, bir sonuç yaratmalarıyla ortaya çıkıyordu. James, XX. yüzyılın
ilk yıllarında psikolojiden uzaklaşarak temel felsefi sorunlara yönelmişti. Bu
yıllardaki konferans ve yazılarında, felsefi, bilimsel ya da siyasal herhangi
bir düşüncenin anlamının ancak bu düşünce aracılığıyla yaşanan deneylerin
sonuçlarında bulunabileceği belirtmişti. Bu sonuçların dışında, mutlak doğru ya
da yanlış yoktu. James, özellikle Avrupa felsefesinde belirgin olan
mutlakçılığa karşı ders ve konferanslarında savaş açmıştı. Öğrencileri, bu
dersleri o zamana kadar görülmemiş bir ilgiyle izliyorlardı. James, tekçiliğe
(monizm) karşı çoğulculuğu (pluralizm) da savunuyordu. Yarar doğruluğun tek
ölçütüydü, ama biri için yararlı olan, öbürü için olmayabilirdi. Bu görüş,
filozofu hakikatın, inancın, bilimin ve özgürlüğün çoğulcu bir sistem içinde
kavranmasına götürmüştü.(“çoğulcu bir evren”, 1910)
James daha sonraki yazılarını
“radikal ampirizm çalışmaları” (1912) adlı kitapta toplamıştı; ama kendisi
İngiliz ampirizminden (kaba deneycilik) birkaç noktada ayrılıyordu. Geleneksel
ampirizme göre, ancak duyularla elde edilen izlenimlerden kaynaklanan
kavramların bir anlamı vardı. James’e göreyse, bir kavramın anlam taşıyabilmesi
için duyularımızla algılayabileceğimiz herhangi bir şeye uygulanabilir olması
zorunluydu. Başka bir deyişle, geleneksel ampirizm pasif, radikal ampirizm
aktif bir bilgi kuramından yanaydı. Öte yandan James’ e göre, nesneler
arasındaki ilişkiler, onları birbirine bağlayan ya da ayıran ilişkiler,
nesnelerin kendileri kadar gerçekti ve dünyanın bütünlüğünü ya da parçalılığını
açıklamak için herhangi bir gizli temele gerek yoktu. Buna karşılık, geleneksel
ampirizm hala, dünyanın altında, “onu boynuzları üzerinde taşıyan gizli bir
öküzün bulunduğuna” inanmaktaydı.
Pragmatizmin iki kurucusunun görüşleri
arasında önemli farklılıklar da vardı. Peirce, hakikatın belirli genel bilimsel
kurallara uygun deneylerle elde edilen kavram ve bilgilerin genel olduğunu
düşünüyordu. Buna karşılık James, soyut ve genel olana karşı her zaman somut ve
tikel olandan yanaydı. Genel, evrensel ve nesnel bilgiyi reddediyordu. Doğruluk
denen şey, uygulanabilirliğe ve bireysel yaşantıya dayandığı için özneldi.
Nesnel yasalar aramak boş bir çabaydı.
James’in düşünceleri çoğu
zaman yanlış anlaşılmış ya da abartılmış sonuçlara götürülmüştür. Kaba bir
yararcılık hatta çıkarcılık olarak yorumlandığında, “Amaca varmak için her yol
mübahtır.” biçiminde bir makyavelist ahlak ve politika felsefesine de yol
açabilmekteydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder