Antikçağ Yunan düşüncesinin ilk gerçek ve büyük
bilgini Aristoteles, kendisinden önceki bütün felsefeyi toplayıp
sistemleştirdikten sonra onları alet anlamına gelen (Yunanca: organon)
doğru düşünme yöntemiyle eleştiren ve kendi sistemini bu eleştirisiyle
geliştiren ilk bilimsel yapılı düşünürdür. Mantık biliminin kurucusu
olduğu gibi, politikadan meteorolojiye kadar günümüzde de kullanılan
çeşitli terimlerin yaratıcısıdır.
Ansiklopedik dehasıyla insanlığı iki bin yıl
etkilemiştir. Bu uzun süreli etkide, kendine düşünsel bir temel arayan ve
aradığını onun sisteminde bulan Hıristiyanlığın rolünden çok, onun
ansiklopedik dehasının rolü vardır. Günümüze kadar sürüp gelen bu iki bin
yılın, ortaçağın skolastik dönemini kapsayan pek uzun bir süresi
Aristoteles'in kesin egemenliği altında geçmiştir. Öyle ki, onun en küçük
bir sözünü yadsımaya kalkan bu davranışını hayatıyla ödemiştir. Onun
yapıtlarının tanıklığı, herhangi bir savın tanıtlanmış sayılması için
yeter sayılmıştır. Bu uzun tarih süresince, gerçek demek, onun söylediği
ve yazdığı demektir. Filozof deyince o, okul deyince onun öğretisi, bilim
deyince onun sistemi anlaşılmıştır. Araplar onu, ilk öğretmen saymışlardır.
Çağının olanakları içinde pek derin ve geniş bir kavrayışla ilgilenmediği
hemen hiçbir bilim yoktur. Özdeğin bulunmadığı yerde uzay ve zaman da
olamaz düşüncesinde XX'nci yüzyılın büyük fizik dehası
Einstein'la birleşmektedir.
Günümüz Gestalt ruhbilimi onun biçimciliğine
dayanıyor. Günümüz tanrıbilimi hala ona dayanarak ayakta durmaya
çalışıyor. Khalkidike'deki Stageira (Selanik dolaylarında) kasabasında doğmuş,
babası Nikomakhos, Makedonya Kralı Amyntas'ın özel hekimiymiş. On üç
yaşında Atina'ya, Platon'un ünlü Akademia'sına öğrenci olarak gönderilmiş.
Platon'un ölümüne kadar tam yirmi yıl orada okumuş. Platon'un ölümünden
sonra Makedonya Kralı Filip, oğlu küçük İskender'e öğretmen olması için
onu Makedonya'ya aldırtmış. O zaman öğretmenimiz otuz üç yaşındadır. İskender
kral olduktan sonra Aristoteles yeniden Atina'ya dönecek ve pek güçlü bir
himaye altında İskender'in ölümüne kadar hiçbir baskıdan korkmaksızın
bilimsel çalışmalarına başlayacaktır. Şimdi kırk altı yaşındadır ve daha
on üç yıllık bir yaşamı vardır.
Atina'da, Lykeion bahçesinde okulunu kuruyor ve
eskiden öğrencisi olduğu ünlü Akademia'nın karşısına yepyeni bir güçle
çıkıyor (İ.Ö. 334). Derslerini bahçenin gölgeli yollarında gezinerek
verdiğinden, öğretisine gezimcilik adı verilecek. Antikçağ Yunan düşüncesinin
bilmediği yepyeni bilimler kuruyor: Mantık, gramer, geologia,
botanik,anatomia, psychologia, rhetorika, politika... Büyük İskender'in
dünyayı titreten pek güçlü himayesi altında, para sıkıntısı bilmeden
bilimsel bir yaşam için çok mutlu koşullar içinde çalışmaktadır. Büyük
İskender'in ölümünden sonra, o güne kadar pusuda bekleyen gerici güçler
hemen inlerinden çıkıyorlar ve onu dinsizlikle (klasik suç)
suçlandırıyorlar. Aristoteles, Atina'dan kaçmak zorunda kalıyor ve bir yıl sonra
da sığındığı Euboia Khalkis'te ölüyor. İnsanlık,
ilkçağlarında rastlamadığı ve pek uzun bir süre daha rastlayamayacağı
eşsiz bir bilgini böylece yitirmiş olmaktadır. Ne var ki dinsizlikle
suçlandırılan bu bilgin, din kurumunu iki bin yıl süreyle ayakta
tutacaktır.
Antikçağ Yunan düşüncesinde Aristoteles, çağdaş
anlamıyla ilk bilgindir. Kendisinden önceki bütün bilgileri toplamış, iç
içe geçmiş olanları birbirinden ayırmış, sınıflandırmış, eleştirmiş ve
bütünlemeye çalışmıştır. Özellikle,sonradan Metafizik adı verilen Prote
Fitosofia (İlk Felsefe) adlı yapıtı Thales'ten kendisine kadar gelen
felsefe tarihinin çok başarılı bir özetidir ve en güvenilir kaynağıdır.
Topladığı bilgilerin doğruluklarını ölçmek için bilimsel bir düşünme
yöntemi aramış ve doğru düşünmenin kurallarını bütün ayrıntılarıyla
saptamaya çalışarak bunlara Yunanca alet (doğru düşünmenin aletleri)
anlamına gelen organon adını vermiştir. Aristoteles'in bu doğru düşünme
kuralları'na sonradan mantık adı verilmiştir. Formel ya da biçimsel mantık
(Os. suri mantık) adı verilen mantık, Aristoteles'in saptadığı
bu kurallardır.
Genç Aristoteles henüz Akademia'da bir Platon
öğrencisiyken kendisine kadar gelen düşünme'de üç bakış (Yu. theoria)
bulunuyordu: İnsanın görünene bakışı (doğa), insanın kendisine bakışı (insan),
insanın görünmeyene bakışı (doğaüstü)... Düşünür Aristoteles yöntemsel
aletler bularak bu ilkel bakış'ı doğru bakış'a çevirmek istedi:
Görünmeyenden görünene bakmak (tümdengelim doğrulama) ve görünenden
görünmeyene bakmak (tümevarım araştırma)... Ne var ki, bu doğru bakış'ı
gerçekleştirmek için düşünme'nin bilim'den yararlanması, eşdeyişle düşünce
doğa bilim diyalektiği, gerekiyordu. O çağın bilimleriyse düşünmenin pek
gerisindeydiler. Bu yüzdendir ki düşünür Aristoteles, düşünme'sine
karşılık verecek bilimi de kendisi yapmak zorundaydı. Fizik ve
fizyolojiden meteorolojiye ve ekonomiye kadar çeşitli
bilim alanlarındaki,çağının ölçülerine göre pek geniş, bilimsel
çabalarının nedeni budur. Physika adı altında toplanan Fisike Akrobasis,
Peri Uranu, Peri Geneseos Khai Fthoras ve ayrıca Peri ta Zoa Historia,
Peri Psikhes vb. adlı yapıtları bu çabanın ürünüdür: Bu
bilimsel çalışmalardan ve bu çalışmalar sırasında ilk felsefe (Yu. prote
filosofia) doğdu.
Artık, çağıyla zorunlu imkanlar içinde, geleneksel büyük soruya
karşılık aranacaktır: İlk nedir?.. İlk neden, en son ve en
gelişmiş düşünce olarak, Platon'un idea'sı olamaz. Çünkü idea, görünen
sayısız gerçek biçim'lerinin Platon'un sandığı gibi dışında değil
içindedir ve o biçimlerden soyularak, eşdeyişle içlerinden çıkarılarak
elde edilmiştir. Kaldı ki Platon bu idea'lara nesnelerin özü demektedir,
öyleyse öz nasıl biçimsel nesne'den ayrı ve onun dışında olabilir? Öz'süz
biçim ve biçim'siz öz olamaz. Platon'un yanılgısı gerçek varlık'ı, gerçek
biçimsel varlık'lardan ayırdığı öz'de görmesidir. Öyleyse görünenden
görünmeyene bakıp (tümevarım, Yu. epagoge) araştırmalıyız, ama bulduğumuzu
da görünmeyenden görünene bakıp (tümdengelim, Yu. apagoge) doğrulamalıyız.
Tümevarımla araştırıp idea'yı buluyoruz, şimdi
onu tümdengelimle doğru yerine oturtmalıyız.. İdea (soyut kavram) bir
töz'dür (Os. cevher), oysa her töz içsel bir öz'dür. Böylesine bir öz
elbette özdek (Os. madde) olamaz (antikçağ Yunan düşüncesinin zorunlu
yanılması). Bu öz (Yu. ousia; Aristoteles bunu töz anlamında ve idea
terimi yerine kullanmaktadır), biçim'lenerek (Yu. eidos; Aristoteles bunu
nesnenin niteliklerinin tümü anlamında kullanmaktadır) gerçekleşiyor.
Nesnenin görünümü olan biçim de özdek değildir. İlk özdek (Yu. prote hyle)
biçimsizdir, sadece bir güç'tür (Yu. dynamis; Aristoteles bunu imkan
anlamına kulanıyor) onu edim'e (Yu.energheia. Aristoteles bunu gerçek
anlamında kullanıyor) geçirip gerçekleştiren biçim'dir. Öyleyse bu oluş'u
(Yu.genesis) gerçek'leştiren (Yu. energheia) devim'in (Os. hareket, Yu.
kinesis) gödücüsü nedir? Aristoteles burada çağları aşan eşsiz bir sezişle
çok parlak bir kavram ortaya atıyor: Entelekheia (nedeni
kendisinde bulunan)... Ne yazık ki bu kavramı olur olmaz yerlerde boşu
boşuna örneğin, Demokritos'un dehasını gösteren tümüyle doğru niceliklerle
oluşan nitelikler ilkesine karşı çıkmak için harcıyor, tam
derinleştirilmesi gereken yerde derinleştirmiyor ve gene o soyut eidos'una
(biçim) dönüyor. Artık amacı, tümüyle bir araştırma, tümevarımdır. Öylesine
bir tümevarım ki alabildiğine bomboş bir alanda
göklere doğru yükselecek ve, bir daha tümdengelimle denetlenmeyecektir. Ne var ki, çağının bilimsel zorunluğu içinde, Aristoteles'in hayranlık verici büyüklüğünü belirtmeye bu kadarı da yetmektedir. Son çözümlemede, Aristoteles'in elinde görünen gerçek'i açıklamak için iki kavram kalmıştır: Hyle (madde) ve eidos (biçim)... Biçimsiz olan özdek, biçimle gerçekleşmektedir; eşdeyişle biçimsiz olan kumaş biçimlenerek pantolon, ceket, perde, masa örtüsü olacaktır. İlk neden bunlar mıdır?.. Bir bakıma bunlar ilk nedene pek benzemektedirler:Bunlarsız oluş olamayacağı için zorunlu olarak oluş'tan önce var'dırlar. Özdek, güç halinde (Os. bilkuvve) biçim'dir (Aristoteles, özdeğe zorunlu olarak öncelik tanıyan bu düşüncesiyle katıksız
bir maddeci görünüşündedir). Ceketleşecek (biçim) olan elbette kumaştır (özdek). Biçim, özdeğin energheia (gerçek) haline geçmesidir. Buysa bir kinesis (hareket) işidir. Her özdek bir dynamis'tir (imkan), onu energheia (gerçek) kılmak için bir kinesis gerekir. Öyleyse öyle bir devim olmalı ki, kendi kendisinden önce bulunmasın ve ilk devindirici (Yu. proton kinoun) olsun. Bu ilk devindirici, biçimlerin biçimi olan bir noesis noeseos'tur (düşünmenin düşünmesi) ve tek sözle Tanrı'dır (Yu. Theos).
göklere doğru yükselecek ve, bir daha tümdengelimle denetlenmeyecektir. Ne var ki, çağının bilimsel zorunluğu içinde, Aristoteles'in hayranlık verici büyüklüğünü belirtmeye bu kadarı da yetmektedir. Son çözümlemede, Aristoteles'in elinde görünen gerçek'i açıklamak için iki kavram kalmıştır: Hyle (madde) ve eidos (biçim)... Biçimsiz olan özdek, biçimle gerçekleşmektedir; eşdeyişle biçimsiz olan kumaş biçimlenerek pantolon, ceket, perde, masa örtüsü olacaktır. İlk neden bunlar mıdır?.. Bir bakıma bunlar ilk nedene pek benzemektedirler:Bunlarsız oluş olamayacağı için zorunlu olarak oluş'tan önce var'dırlar. Özdek, güç halinde (Os. bilkuvve) biçim'dir (Aristoteles, özdeğe zorunlu olarak öncelik tanıyan bu düşüncesiyle katıksız
bir maddeci görünüşündedir). Ceketleşecek (biçim) olan elbette kumaştır (özdek). Biçim, özdeğin energheia (gerçek) haline geçmesidir. Buysa bir kinesis (hareket) işidir. Her özdek bir dynamis'tir (imkan), onu energheia (gerçek) kılmak için bir kinesis gerekir. Öyleyse öyle bir devim olmalı ki, kendi kendisinden önce bulunmasın ve ilk devindirici (Yu. proton kinoun) olsun. Bu ilk devindirici, biçimlerin biçimi olan bir noesis noeseos'tur (düşünmenin düşünmesi) ve tek sözle Tanrı'dır (Yu. Theos).
En yüksek varlık olarak düşünülen theos (Tanrı),
antikçağ Yunan felsefesinde Ksenofanes ve Parmenides tarafından felsefe
konusu yapılmıştır. Homeros Hesiodos mitolojik çoktanrıcılığına karşı
çıkan Kolofon'lu Ksenofanes tek tanrı (Yu. Eis theos) vardır, der. O, ne
yapı ve ne de düşünce olarak ölümsüzlere benzer. Tüm gözdür, tüm kulaktır,
tüm anlaktır. Değişmez ve
devimsizdir. İnsansal biçim, nitelik ve davranışlar ona yakıştırılamaz. Homeros'la Hesiodos, resim yapmasını bilselerdi şüphesiz kendilerine benzeyen tanrılar çizecek olan öküzler gibi davranmışlardır. Parmenides de, ustasının bu savını
geliştirerek, sürekli (Yu. Synekhes) ve bölünmez (Yu. Atomos) bir bütün (Yu. Pan) olan tekvarlık'ın savunusunu yapmaktadır. Bu yüzden de değişme (Yu.Alloiousthai), bir kuruntu (Yu. Doksa)'dan ibarettir, der. Theos düşüncesi bir yandan tüm tanrı (Yu. Pan Theos) olarak kamutanrıcılığa (panteizme), öbür yandan tanrıyla dolma (Yu. En Theos) olarak coşkusal gizemciliğe (antuziazma), bir başka yandan da tanrının kendini seyredişi (Yu. Theoria) felsefeye ve bilime (teoriye) yolaçmıştır.
devimsizdir. İnsansal biçim, nitelik ve davranışlar ona yakıştırılamaz. Homeros'la Hesiodos, resim yapmasını bilselerdi şüphesiz kendilerine benzeyen tanrılar çizecek olan öküzler gibi davranmışlardır. Parmenides de, ustasının bu savını
geliştirerek, sürekli (Yu. Synekhes) ve bölünmez (Yu. Atomos) bir bütün (Yu. Pan) olan tekvarlık'ın savunusunu yapmaktadır. Bu yüzden de değişme (Yu.Alloiousthai), bir kuruntu (Yu. Doksa)'dan ibarettir, der. Theos düşüncesi bir yandan tüm tanrı (Yu. Pan Theos) olarak kamutanrıcılığa (panteizme), öbür yandan tanrıyla dolma (Yu. En Theos) olarak coşkusal gizemciliğe (antuziazma), bir başka yandan da tanrının kendini seyredişi (Yu. Theoria) felsefeye ve bilime (teoriye) yolaçmıştır.
Kök anlamında tanrı, (Yu. Theos)'nın bakışı'nı
dilegetiren theoria, tanrının tanrısal varlık (Yu. Kosmos)'ı özgür ve
zorunsuz olarak seyredişidir. Yunanlılar, bu deyimi, ilkin tanrılar
onuruna yapılan törenleri seyretme anlamında kullanıyorlardı. Hellen
doksografları (felsefe tarihçileri), bu kavramı, evrenin seyredilişi (Os.
Temaşası) anlamında Pythagoras'ın felsefeye aktardığını yazarlar. Demek ki
theoria, özgür, zorunlu olmayan, pratik hiçbir amaç gütmeyen, salt ve
kuramsal (teorik) bir bilgi edinme'dir. Böylece, felsefe de, tanrılık
theoria'nın yöneldiği yere yönelmiş ve bizzat bir theoria olmuş oluyor. Bu
yüzdendir ki Aristoteles, felsefeye, en tanrısal bilgi anlamında theologie
der ve ilkin Mısır'lı rahiplerin theoria yapmış olduklarını söyler. Sonra,
felsefe öncesi efsane (Yu.Mythos) geleneğinde, Hellen ozanları theoria
yapıyorlar ve krallara tanrısal yasa (Yu. Nomos)ları bildiriyorlar.
Aristoteles'i de kapsayan Hellen felsefesi döneminde
de bu gelenek sürmektedir, şu farkla ki, artık ozan bilgelerin yerini
filozof bilgeler almıştır. Mythos Philosophos (eşdeyişle, ozan filozof)
kavgası, Platon'a kadar sürmüştür. İlkin Platon, düşünsel olarak dikkatle
bakma (Yu. Theorein) işinin, bir ozan işi değil, bir filozof işi olduğunu
ileri sürüyor ve ünlü filozof krallar deyimini ortaya atıyor. Demek
istediği şu: Artık krallara, tanrısal yasa (Yu.Nomos)'ları ozanlar değil,
filozoflar bildirecek. Çünkü ozanlar, bu yasaların bilgisini, eşdeyişle,
siyasal eğilime temellik edebilecek bilgileri canlı bir forma
aktarabilecek güçte değildirler. Theoria, varlıkların, bizim için ne
olduklarını değil, kendiliklerinde ne olduklarını (eşdeyişle, kosmos
içinde varolan olarak ne olduklarını) söyler.
Uygulama için zorunlu olmayan, demek ki özgür olan
bir bilgidir. Bilimsel bilginin ve bilimsel bilgi kuramlarının özgürlüğü
sorunu, theoria'nın bu anlamından türemiştir. Felsefe, ancak
Aristoteles'ten sonra uygulama alanı (Yu.Praxis)'na yöneliyor. Theoria'yla
praxis'in birbirlerini şart koştuklarını anlamak içinse, daha binlerce yıl
beklemek gerekecek.
Aristoteles biçimler biçimi'nin niteliklerini aşağı
yukarı her tanrıcı ya da tanrılığa varan öğretideki deyimlerle sayıp
döker: Salt edimdir, salt tindir, bilincin bilincidir, kendi kendisine
bakıştır, kendi kendisini özleyiştir vb... Ancak burada, önemle
belirtilmesi gereken, Aristoteles'in parlak bir görüşü daha
gözlenmektedir: Son çözümlemede özdekle biçim bir ve aynı şey olmaktadır
(Yu. e eskhate hyle kai e morfe tauto: Metafizik, Viii, 6, 19; Viii, 10,
27, Xii, 10, 8). Aristoteles, ilk bakışta, önce karşı çıktığı Platon
düşünceciliğiyle sonunda birleşmiş göründüğü halde, bu üstün ve şaşırtıcı
düşünceye gene kendi doğru düşünme yöntemi'yle varıyor. Her varlık,
özdeklikle biçimliliği birlikte taşır. Çünkü her biçim, kendisinden
daha üstün aşamadaki biçimin özdeğidir. İplik,tarladaki pamuğa ya da
koyunun sırtındaki pöstekiye göre biçim, kumaşa göre özdektir. Kumaş,
dokunduğu ipliğe göre biçim, cekete göre özdektir. Bu mantığın zorunlu
sonucu her varlığın ve bu arada elbette en üstün varlığın özdek ve biçimi
birlikte taşıdığıdır. Bundan da zorunlu olarak şu sonuç çıkmaktadır: En
üstün varlığın da özdeksel bir yanı vardır. Aristoteles, Metafizik'inde,
bizzat kendi mantığının zorunluğuna uyarak bu sonuçtan kaçınabilmek için
en yüksek varlığın özdeksiz olduğunu ısrarla belirtmiştir.
Böylesine bir spekülasyona girdikten sonra,
nedenleri tanıtlanamayacak olan düşünsel varsayımlar sıralanmaktadır:
Biçimler biçimi ya da salt biçim özdeksizdir. Böyle olunca da hiçbir şey
istemez, hiçbir şey yapmaz. Özdeği devindiren o değildir, özdek ona
özlem'inden ötürü devinir.
Aslında etkileyen o değildir, etkileyen bu özlem'dir.
Özdek, onu özlediği için ondan etkilenir. O,kendisiyle yetinen, kendisine
bakan, kendisi için düşünendir. Nesnelere ve insanlara karışmaz, onların
kaderlerini çizmez. Kader, özdeğin ona olan özlemiyle çizilir. Öyleyse o,
bir doğrudan neden değil, bir dolayısıyla neden'dir. Doğrudan nedenler,
özdeğin bu dolayısıyla nedene özleminden doğarlar. Her var olan'ın var
olması için tahta (özdeksel neden,Yu. hyle), yapıcı (etken neden, Yu. arke
tes geneseos), nasıl yapılacağını gösteren plan (biçimsel neden, Yu.
toeidos) ve ne yapılacağı düşüncesi (ereksel neden, Yu. to telos) gerekir.
Dikkat edilince görülür ki, özdeksel nedenin dışındaki üç neden, düşünce,
eşdeyişle ruh birliğinde tekleşmekledir. Öyleyse özdek ve ruh, dönüp
dolaşıp, Aristoteles sisteminde de karşı karşıya gelmektedirler.
Aristoteles'te ruh, biçim'le özdeştir. Özdek beden, biçim ruhtur. Ruh, üç
basamaklıdır: Bitki ruhu, hayvan ruhu, insan ruhu... Her basamak bir
üsttekinin özdeğidir.
Bitkilerde sadece özümleme ve üreme ruhu vardır,
hayvan ruhu, devim istek duyum'la belirir ve bitki ruhuna eklenir,usla
beliren insan ruhuysa kendinden önceki bütün ruhları içerir. Bitki ruhu
hayvanlık biçiminin özdeği, bitki ruhunu içeren hayvan ruhu insanlık
biçimin özdeğidir. Bu basamakların tabanında biçimsiz özdek, tepesindeyse
özdeksiz biçim vardır. Özdek ilk biçimlenişinde, ki bu biçimler biçimine
özlemiyle gerçekleşmiştir, dört ana biçimde belirir: Toprak, su, hava,
ateş (dört ana unsur). Bu dört ana unsur yer değiştirme ve çarpışma'yla
çeşitlenir ve sayısız biçimlere dönüşerek organik dünyayı meydana
getirirler. Organik dünyayı böylece kurduktan sonra,Aristoteles insansal
değerleri işlemeye başlamaktadır: Politika, ethika, poetika, rhetorika...
İnsan bir toplumsal varlık'tır (Yu. zoon politikon) diyen Aristoteles
artık onun toplum içindeki yerini ve düzenini de belirlemek isteğindedir.
Önce onun kişisel törebilimini belirtir. Bu törebilimin amacı, antikçağ
geleneğine uygun olarak,mutluluktur ve bu mutluluk da bilgelikle sağlanır.
Bilgelik, düşünme ve tutumla gerçekleşir. Öyleyse düşünsel ve tutumsal
erdemleri birbirinden ayırmak gerekir: Arete dianoetike ve arete ethike...
Ne var ki tutum, düşünmeye dayanmalıdır. İnsan, toplumsal bir varlık olduğundan
onun töresel kişiliği de devlet içinde oluşacaktır.
Devlet şöyle ya da böyle olmuş, bunun önemi yoktur.
Önemli olan, devletin yurttaşlardaki bu töresel kişiliği gereği gibi
geliştirip geliştiremediğidir. Yetkin devlet bu ödevindeki başarısıyla
ölçülür.
Antikçağ Yunan düşüncesinde Aristoteles'in
lise'siyle Platon'un akademi'si geniş çapta okullaşmış iki büyük idealist
öğretidir. Bu iki idealist öğreti, sadece Yunan düşüncesine özgü kalmayıp
bütün bir ortaçağ boyunca Doğu'yu ve Batı'yı, eşdeyişle bütün dünyayı
etkisi altına almıştır. Günümüzde bile insanlığın büyük bir bölümüne
egemen olan metafizik düşünce, bu iki idealist öğretinin ortak ürünüdür.
Antikçağ Yunan düşüncesinin büyük idealist üçlüsü
Sokrates Platon Aristoteles'in ortak yanı, toplumu düzenlemeye çalışmalarıdır:
Toplumun düzenlenmesi gerekiyorsa demek ki düzeni bozulmuştur. Her üç
düşünür de devlet'i onarmaya çalışmaktadırlar. Her üçünün de düşsel
varsayımlarının altında, tarihsel süreçte Yunan mucizesi diye adlandırılan
sömürgen ekonomik aşamanın meydana koyduğu köklü bir toplumsal tedirginlik
yatmaktadır.
Sokrates törebilimini devleti ayakta tutacak
vatandaşlar yetiştirmek için kuruyor. Platon, devlet ütopyasıyla köleleri
iyice çalıştıracak bir örgüt öneriyor. Aristoteles, üyelerinin
kişiliklerini güçlendirmekle kendini de güçlendirecek olan bir devlet
kurmak peşinde. Dinsel metafizik, bu dünyadan umut kesmiş bulunan kölelere
öteki dünyada mutluluklar bağışlayarak onları avutmaya çalışıyor. Ne var
ki bütün bunlar, bir kez düzeni bozulan toplumu yeniden düzenlemeye
yetmiyor. Öyleyse bütün bunlardan şüphe etmek gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder