Bu ifade şöyle
açıklanabilir: Eğer dünya hakkında bir şey söylemek İstiyorsak, bu söylenenin
anlamlı olabilmesi için mutlaka deneysel bir sınamadan geçmesi gerekir. Eğer
bir önerme deney (ve gözlemle) doğrulanmıyorsa; o ya anlamsız (saçma)dır, ya
da (matematik önermelerde olduğu gibi) totolojiktir. Bir önermenin doğru veya
yanlış olabilmesi için onun deney tarafından olumlanması veya olumsuzlanması
gerekir. Bu ana fikir etrafında geliştirilen mantıkçı poziti-vist yaklaşım,
sonuçla baş örneği fizikte görülen kesin bilimlerden başka güvenilecek bilgi
kaynaklarının olmadığı sonucuna varıyordu.Avusturya’h bilim felsefecisi Kari
R. Popper ise 1931 yılında yayınlanan Logik der Forschung (Bilimsel Araştırma
Mantığı) adlı kitabında bu teze karşı çıkıyor ve doğrulamanın ne anlamlılığın,
ne de doğruluğun ölçüsü olarak alınamayacağını söylüyor ve mantıkçı
pozitivistlerin içinde yer aldığı Viyana Çevresinin salt deneyi uygulayan ve
değer ile deney-gözlem arasındaki ilişkiyi yok savan tutumu eleştiriyordu.
Popper’e göre anlamlılığın bir ölçütünü aramak yanlıştır. Çünkü anlamlılığın
“dışardan” bir ölçütü olmaz. İkincisi, bilimin temel Özelliği, mantıkçı
pozitivistlerin iddia ettiği gibi doğrulanabilir (verifıable) olması değil;
aksine yanıtlanabilir (falsifiable) oluşudur. Zira bir teoriyi (Önermeyi) doğrulayan
milyonlarca Örnek bulmak mümkündür. Fakat bu örneklerin çoğalması (birikmesi)
teoriyi pekiştirmeye yetmez. Her zaman o teoriyi yanlışlayacak bir karşı
örneğin ortaya çıkma ihtimali vardır. Öyleyse Popper’e göre, bilim salt deney
ve gözlem yaparak sürdürülen bir işlem değil, aynı kişi kendi sübjektif
değerlerinden tümüyle arınamayacağı için, her zaman değerle alakalı,
dolayısıyla metafizikle içice yürüyen, fakat “buluş” bağlamında değil,
“doğrulama” bağlamında gerçek yapısı ortaya çıkan beşeri bir etkinliktir.
Bilimin objektif oluşundan ancak bu anlamda söz edebiliriz. Bilim, kişilerin
sübjektifliklerini kaybetmeleriyle değil, öznelerin karşılıklı etkileşimleriyle
oludan “bilimsel faaliyetin yapısı” ile objektif bir mahiyet kazanır.
Dolayısıyla bilim, zannedildiği gibi sürekli ilerleyen “kurumsal” bir aygıt
değil, bireylerin teorilerinin sürekli birbirini yanlışladığı ve sonuçta en az
yanlış teoriye ulaşıldığı bir anlamda “ferdi” bir etkinliktir. Popper de kendi
yaklaşımına “eleştirel akılcılık” (ritical rationalizm) adını
vermiştir.Popper’in yanlışlamacı görüşünde “bilimsel akılcılık” veya
“bilimsellik”, yanlışlanabilirlik ile özdeşleştirilmiş tir. Oysa Thomas Kuhn’un
getirdiği yeni anlayışta bilimsel teorilerin doğrulanması ya da yanlışlanması
sözkonusu değildir. Kuhn’un bilim anlayışına göre hiç bir bilimsel teori,
evrensel değildir.
Çünkü her
bilimsel teorinin günün birinde göz ardı edilmesine neden olacak bir takım
sınırlılıkları vardır. Bu sınırlılıklar o bilim dalında çalışanlar (bilim
adamlarının) kaçınılmaz bir şekilde dünyayı kendi sınırlı perspektiflerinden
görmelerine yol açmaktadır. Örneğin “bütün balıklar solungaçlıdır” gibi bir
tabiat kanunu olduğu varsayımına uygun olarak iş gören bilim adamlarının
karşısına, memeli olan yunus balıklanılın çıkmış olması onların nezdinde bir
yani ıslama olarak görülmemiş, kendi paradigmaları dahilinde bu olaya bir
açıklama getirilemeyince yunusların “balık olmadığı” iddia edilmiştir.İşte
Kutın, bu durumu normal bilimin paradigmatik yapısı olarak yorumlamaktadır.Yani
bilim ne mantıkçı pozitivistlerin ileri sürdükleri gibi sürekli büyüyen
deneysel bir doğrulama birikimidir, ne de Popper’in savunduğu gibi,
yanlışlardan ayıklanarak doğruya yaklaşan beşeri bir etkinliktir. Oysa Kuhn
için bilimsel teoriler paradigmalar (ya da bir ana paradigma) içerisinde
işlenip test edilirler ve bu paradigma dışındaki “başka” paradigmalardan yola
çıkarak aynı bilimsel teoriler farklı sonuçlara varabilir.
Paradigmaların
doğru veya yanlış olduğundan söz edilemez. Onlar daha çok önceki paradigmadan
daha kullanışlı veya kullanışsız şeklinde değerlendirilebilir. New-ton’un
sistemi Batlamyus (Ptolemy) sisteminden daha doğru değil, daha kullanışlı
olduğu için benimsenmişti. Aynı şekilde Einstein’in relativite teorisi de
Newton’u “yanlışlamamiş”, ancak gerçekliği daha “kullanışlı” bir noktadan
resmetmişti.Kuhn paradigmanın İki ayrı anlamım tesbit etmiştir. Bir tarafta
kavram, belli bir topluluğun üyelerince paylaşılan inanç, değer ve tekniklerin
bütününü teşkil etmekte, diğer taraftan ise, bu bütünün içinde daha sınırlı
olarak model yahut örnek olarak kullanılan somut bir bulmaca-çözümü anlamına
gelmektedir. Bilim adamları kendilerine “verilen” paradigma dahilinde bulmaca
çözer gibi önlerine çıkan sorunlarla uğraşırlar. Bulmacada sonuç önceden
bellidir, fakat bulmacayı çözmeye çalışan kişi bundan habersizdir. Bilim
adamları da cevaplan ana paradigmada saklı sorunlar ve ana paradigmanın
verileri ile fakat asla mevcut paradigmadan şüphe duymadan faaliyet gösterirler.Kuhn’dan
sonra paradigma kavramı öylesine yaygınlık kazanmıştır ki, sosyolojiden
ekonomiye, felsefeden psikolojiye kadar çeşitli alanlara mensup kişilerce,
bazen de gelişigüzel bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu yazarlardan
biri olan Marilyn Ferguson, The Aquarian Conspiracy adlı eserinde paradigmayı
şu son derece geniş anlamlarda ele alıyor: “Paradigma bir düşünce çatısı
demektir. Paradigma gerçekliğin belirli yönlerini açıklamak ve anlamak için
geliştirilmiş bir şemadır. Kuhn her ne kadar terimi bilim hakkında kullanmışsa
da, çeşitli kişiler eğitim paradigmalarından, kent planlaması
paradigmalarından, tıpta paradigma değişimlerinden vb. söz etmektedirler. Bir
paradigma değişimi, aslında eski problemler hakkında yepyeni bir düşünme
tarzı demektir.”Sonuç olarak, Kuhn’un 1960′Iann başlarında onaya attığı terim,
günümüzde oldukça geniş bir bağlamda kullanılmaktadır.
Ek Bilgi
tanım 1 -
paradigma: kişilerin, grupların veya toplumların bakış
açısı. t. kuhn’a göre: belli bir bilimsel yaklaşımın doğayı sorgulamak ve
doğada bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da örtülü inançlar,
kurallar, değerler ve kavramsal-deneysel araçların tümüdür.
tanım 2 -
Paradigma kavramı algı süreci, seçici algı ve algıda
organizasyon kavramları ile açıklanıyor. Algı, duyusal verilerin
anlamlandırılması sürecidir. algılayanın hazıroluşu (ihtiyaçları, güdüleri vb.)
ve algılanan nesnenin özellikleri seçici algılamada etkili faktörlerdir.
algılama sürecinin aktiftir. algılayan nesneleri gelişigüzel değil bir düzen
içinde algılar. algılama süreci sadece fiziksel çevrenin algılanması ile
sınırlı değildir. Sosyal olayların algılanmasında da aynı süreçler
sözkonusudur.
Paradigma kavramı, algılama, yorumlama ve bilme
süreçleriyle ilgili tüm etkenlerin yarattığı örgütlü ve dinamik düşünsel
sistemdir. Paradigmaya karşılık “algı düzeneği” teriminin de kullanılabilir.
Paradigma bir tür harita, belirli durumlarda nasıl davranılması gerektiğine
ilişkin bir temel kalıptır. Bursa haritası ile İzmir’de adres bulmak mümkün
değildir. Ancak gerçek durumlara uygun bir harita ile doğru sonuçlara
ulaşılabir. Gerçek durumlara uygun paradigmaları belirlemek zordur. Sistemli
düşünme yöntemleri ile bu başarılabilir. Bu nedenle özgür ve yaratıcı düşünmek
çok önemlidir. Bilimsel düşünme metodu, iyi bir düşünme metodudur. Paradigmalar
hiyerarşik bir düzen içinde ilişki içindedir.
Mustafa ARMAĞAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder