19 Kasım 2020 Perşembe

Din Felsefesi-1

Din Felsefesi-1

Din felsefesi, dini genel bir dünya görüşünün çerçevesi içinde tanımlamaya, dinsel kavramları ve davranış biçimlerini felsefe temelinde savunmaya ya da eleştirmeye, dinlerin kullandığı dili çözümlemeye yönelik felsefe araştırmaları. Son bir buçuk yüzyılda ayrı bir felsefe dalı olarak biçimlenen din felsefesi, dinlerin betimlenmesinden çok, dinsel savların doğruluğuyla ilgilenir. Vahiyden bağımsız olarak usavurma ve sezgi yoluyla ulaşılabilecek Tanrı bilgisini konu alan doğal ilahiyat genellikle din felsefesi kapsamında yer alır. Gerçekliğin yapısıyla ilgili bazı metafizik sistemler de bir tür doğal ilahiyat niteliği taşır ve vahye dayalı inanç sistemlerini destekler. Din felsefesinin başlıca sorunlarından biri, Tanrı’nın, aşkın ve mutlak bir gerçekliğin ya da yüce bir değerin varlığının tanıtlanmasıdır. Tanrı’nın varlığını usavurma yoluyla tanıtlamak üzere geleneksel olarak öne sürülen başlıca üç kanıt şunlardır:

1) Tanrı kavramının varlığı, Tanrı’nın varlığını tanıtlamak için tek başına yeterlidir; çünkü bu kavram, var olma özelliğini zorunlu olarak içerir (“ontolojik” kanıt). 2) Doğada gözlenen nedensellik ilişkisi sonsuz bir dizi biçiminde geriye götürülemeyeceğine göre, evrenin bir “ilk nedeni” olmalıdır (“kozmolojik” kanıt). 3) Evrendeki kusursuz düzen ancak yüce, kusursuz bir tasarımcının elinden çıkmış olabilir (“tasarım” kavramına dayalı kanıt).

Üç kanıtın da ortak temeli, Tanrı kavramının, başka bütün kavramlardan farklı bir mantıksal yapı taşıdığı varsayımıdır. Bu nedenle din felsefesinde genellikle, Tanrı’nın var oluşunun, fiziksel nesnelerin ya da kişilerin var oluşundan farklı olduğu vurgulanır. Buna göre, örneğin Tanrı’nın varlığını belirten önerme, “Tanrı vardır,” değil, “Tanrı zorunlu olarak vardır,” biçiminde dile getirilmelidir. Tanrı’nın varlığını yadsıyan birçok sav, ; Tanrı’nın varlığının, örneğin bir masanın ya da bir insanın varlığı gibi düşünülemeyeceği önermesine indirgenebilir.

Tanrı bilgisine nasıl erişilebileceği bağlamında, “doğal” ve “vahye dayalı” ilahiyat ayrımının yanı sıra dinsel deneyim de din felsefesinin konulan arasında yer alır. Bazı din felsefecilerine göre dinsel deneyim Tanrının varlığının dolaysız kanıtını sağlar. Ama birçok düşünür genel olarak dinsel deneyim ile onun bir türü olan mistik deneyimi birbirinden ayrır ve mistik deneyimin ne ölçüde nesnel bir temele dayandırılabileceğini sorgular. Çünkü mistik deneyimle ilgili “dolaysız”, “doğrudan”, “sezgisel” gibi nitelemeler, bu deneyimin nasıl yorumlanması gerektiğinden çok, deneyimin kişilerce nasıl yaşandığını belirtir; dolayısıyla dinsel deneyim her zaman yorumlayıcı bir yaklaşım gerektirir. Günümüzde birçok din felsefecisi vahiy kavramını da, insanlığa bir dizi öğretinin bildirilmesinden çok, yorum gerektiren ve tarih içinde gerçekleşen bir etkinlik olarak ele alır ve vahiy ile öğreti arasında bir ayrım gözetir. Din felsefesinin öteki geleneksel sorunları, irade özgürlüğü, benlik ile ölümsüzlük arasındaki ilişki ve yeryüzünde kötülüğün varlığıdır. Din felsefesinde irade özgürlüğüyle ilgili tartışmalar, felsefenin bu konudaki klasik tartışmalarıyla iç içe geçer. Benlik ve ölümsüzlük sorunu ise, insan benliğindeki aşkınlığın, bu benliğin günün birinde yok olacağı düşüncesiyle bağdaşıp bağdaşmadığı üzerinde odaklaşır. Ama din felsefecileri, aşkınlık bilincine dayalı ölümsüzlük varsayımı ile inananların ölümden sonra Tanrı kayrasıyla sonsuz yaşama kavuşacağı beklentisini birbirinden ayırt ederler. Tanrı’nın mutlak iyilik, mutlak bilgelik gibi sıfatlan ile yeryüzünde kötülüğün ve acının varlığını bağdaştırmak amacıyla din felsefesinde birçok çözüm yolu önerilmiştir. Bunlardan biri, Tanrının sonul amacının insanlarca kavranamayacağı ya da insanın kötülük biçiminde algıladığı olguların Tanrının gerçek amaçlan bakımından daha yüksek bir iyiliğe hizmet ettiği savıdır. Bir başka çözüm biçimi, Tanrının “birincil iradesi” ile “ikincil iradesi”ni birbirinden ayırmak ya da Tanrının iyiliği “irade etmesine” (istemesine) karşılık, kötülüğe yalnızca “izin verdiğini” öne sürmektir. Buna göre Tanrı, örneğin özgür ve davranışlarından sorumlu bireylerden oluşmuş bir toplum yaratırken, bireyler arasında çatışmaya da kaçınılmaz olarak izin vermiştir; insanın eğitilmesi ve Tanrı iradesini kavraması için düzenlenmiş doğa yasalan ya da evrensel kurallar da deprem ya da tufan gibi felaketlere olanak j tanır. Kötülük sorununun özellikle Doğu i dinlerinde görülen bir başka çözümü, iyilik j ile kötülük arasındaki karşıtlığın, ikisinin de J ötesine geçen Mutlak Tin’de aşıldığı varsayımıdır. 19. yüzyılda genellikle idealist bir temelde ‘; gelişen din felsefesinde, 20. yüzyılda bir j yanda deneyci, öbür yanda varoluşçu eğilimler ağırlık kazandı. Ama dinsel dilin ; yapısını çözümlemeye girişen deneyci düşünürler de dinsel önermelerin doğruluğunu tartışma bağlamından bütünüyle sıyrılamadı. Bazı araştırmacılar deneyci bir çerçevede de dinsel inançların sürdürülebileceğini göstermeye çalışırken, bazıları dinsel inançların anlamsızlığını ve tutarsızlığını kanıtlamaya girişti. Öte yandan dilin kullanımının değişik bağlamlarda farklılaştığını vurgulayan bir eğilim, din felsefesindeki deneyci gelenekte de kişilik ve benlik gibi sorunların önem kazanmasına yol açtı.

İnsan deneyimine olağan bilimsel yaklaşımın sağladığından daha geniş bir bakış açısıyla ve metafizik önyargılardan arındırarak yönelme savındaki varoluşçu gelenekte ise fenomenolojik yöntem etkili oldu. Bilinç içeriklerini (fenomen, görüngü), bilinçten bağımsız bir dünyada onlara karşılık düşen gerçekliklerle ilgili hiçbir varsayımda bulunmaksızın betimleyip çözümlemeyi öngören felsefi fenomenoloji akımını izleyenler, değer yargılarından uzak betimleyici bir bilgi dalı olarak din fenomenolojisinin gelişmesine katkıda bulundular. Değişik dinlerin paylaştığı öğelerin (örn. dua, adak vb) ortak ve farklı yönlerini sergilemeye çalışan din fenomenolojisi, öncelikle bu öğelerin kaynağındaki insan gereksinmelerini ortaya çıkarmaya yöneldi. Ayrıca bak. din. Din-i İlahi (Farsçada “İlahi İnanç”), 16. yüzyıl sonlarında Hint-Türk imparatoru Ekber’in önderliğindeki bir’ seçkinler grubu arasında gelişen eklektik dinsel akım. Akımın üye sayısı hiçbir zaman 19′u geçmemiştir. Din-i İlahi, şehvet düşkünlüğü, ifdin felsefesi, dini genel bir dünya görüşünün çerçevesi içinde tanımlamaya, dinsel kavramları ve davranış biçimlerini felsefe temelinde savunmaya ya da eleştirmeye, dinlerin kullandığı dili çözümlemeye yönelik felsefe araştırmaları. Son bir buçuk yüzyılda ayrı bir felsefe dalı olarak biçimlenen din felsefesi, dinlerin betimlenmesinden çok, dinsel savların doğruluğuyla ilgilenir. Vahiyden bağımsız olarak usavurma ve sezgi yoluyla ulaşılabilecek Tanrı bilgisini konu alan doğal ilahiyat genellikle din felsefesi kapsamında yer alır. Gerçekliğin yapısıyla ilgili bazı metafizik sistemler de bir tür doğal ilahiyat niteliği taşır ve vahye dayalı inanç sistemlerini destekler. Din felsefesinin başlıca sorunlarından biri, Tanrı’nın, aşkın ve mutlak bir gerçekliğin ya da yüce bir değerin varlığının tanıtlanmasıdır. Tanrı’nın varlığını usavurma yoluyla tanıtlamak üzere geleneksel olarak öne sürülen başlıca üç kanıt şunlardır: 1) Tanrı kavramının varlığı, Tanrı’nın varlığını tanıtlamak için tek başına yeterlidir; çünkü bu kavram, var olma özelliğini zorunlu olarak içerir (“ontolojik” kanıt). 2) Doğada gözlenen nedensellik ilişkisi sonsuz bir dizi biçiminde geriye götürülemeyeceğine göre, evrenin bir “ilk nedeni” olmalıdır (“kozmolojik” kanıt). 3) Evrendeki kusursuz düzen ancak yüce, kusursuz bir tasarımcının elinden çıkmış olabilir (“tasarım” kavramına dayalı kanıt). Üç kanıtın da ortak temeli, Tanrı kavramının, başka bütün kavramlardan farklı bir mantıksal yapı taşıdığı varsayımıdır. Bu nedenle din felsefesinde genellikle, Tanrı’nın var oluşunun, fiziksel nesnelerin ya da kişilerin var oluşundan farklı olduğu vurgulanır. Buna göre, örneğin Tanrı’nın varlığını belirten önerme, “Tanrı vardır,” değil, “Tanrı zorunlu olarak vardır,” biçiminde dile getirilmelidir. Tanrı’nın varlığını yadsıyan birçok sav, ; Tanrı’nın varlığının, örneğin bir masanın ya da bir insanın varlığı gibi düşünülemeyeceği önermesine indirgenebilir.

Tanrı bilgisine nasıl erişilebileceği bağlamında, “doğal” ve “vahye dayalı” ilahiyat ayrımının yanı sıra dinsel deneyim de din felsefesinin konulan arasında yer alır. Bazı din felsefecilerine göre dinsel deneyim Tanrının varlığının dolaysız kanıtını sağlar. Ama birçok düşünür genel olarak dinsel deneyim ile onun bir türü olan mistik deneyimi birbirinden ayırır ve mistik deneyimin ne ölçüde nesnel bir temele dayandırılabileceğini sorgular. Çünkü mistik deneyimle ilgili “dolaysız”, “doğrudan”, “sezgisel” gibi nitelemeler, bu deneyimin nasıl yorumlanması gerektiğinden çok, deneyimin kişilerce nasıl yaşandığını belirtir; dolayısıyla dinsel deneyim her zaman yorumlayıcı bir yaklaşım gerektirir. Günümüzde birçok din felsefecisi vahiy kavramını da, insanlığa bir dizi öğretinin bildirilmesinden çok, yorum gerektiren ve tarih içinde gerçekleşen bir etkinlik olarak ele alır ve vahiy ile öğreti arasında bir ayrım gözetir.

Din felsefesinin öteki geleneksel sorunları, irade özgürlüğü, benlik ile ölümsüzlük arasındaki ilişki ve yeryüzünde kötülüğün varlığıdır. Din felsefesinde irade özgürlüğüyle ilgili tartışmalar, felsefenin bu konudaki klasik tartışmalarıyla iç içe geçer. Benlik ve ölümsüzlük sorunu ise, insan benliğindeki aşkınlığın, bu benliğin günün birinde yok olacağı düşüncesiyle bağdaşıp bağdaşmadığı üzerinde odaklaşır. Ama din felsefecileri, aşkınlık bilincine dayalı ölümsüzlük varsayımı ile inananların ölümden sonra Tanrı kayrasıyla sonsuz yaşama kavuşacağı beklentisini birbirinden ayırt ederler. Tanrının mutlak iyilik, mutlak bilgelik gibi sıfatlan ile yeryüzünde kötülüğün ve acının varlığını bağdaştırmak amacıyla din felsefesinde birçok çözüm yolu önerilmiştir. Bunlardan biri, Tanrının sonul amacının insanlarca kavranamayacağı ya da insanın kötülük biçiminde algıladığı olguların Tanrının gerçek amaçlan bakımından daha yüksek bir iyiliğe hizmet ettiği savıdır. Bir başka çözüm biçimi, Tanrının “birincil iradesi” ile “ikincil iradesi”ni birbirinden ayırmak ya da Tanrının iyiliği “irade etmesine” (istemesine) karşılık, kötülüğe yalnızca “izin verdiğini” öne sürmektir. Buna göre Tanrı, örneğin özgür ve davranışlarından sorumlu bireylerden oluşmuş bir toplum yaratırken, bireyler arasında çatışmaya da kaçınılmaz olarak izin vermiştir; insanın eğitilmesi ve Tanrı iradesini kavraması için düzenlenmiş doğa yasalan ya da evrensel kurallar da deprem ya da tufan gibi felaketlere olanak j tanır. Kötülük sorununun özellikle Doğu i dinlerinde görülen bir başka çözümü, iyilik j ile kötülük arasındaki karşıtlığın, ikisinin de J ötesine geçen Mutlak Tin’de aşıldığı varsayımıdır.

19. yüzyılda genellikle idealist bir temelde ‘; gelişen din felsefesinde, 20. yüzyılda bir j yanda deneyci, öbür yanda varoluşçu eğilimler ağırlık kazandı. Ama dinsel dilin yapısını çözümlemeye girişen deneyci düşünürler de dinsel önermelerin doğruluğunu tartışma bağlamından bütünüyle sıyrılamadı. Bazı araştırmacılar deneyci bir çerçevede de dinsel inançların sürdürülebileceğini göstermeye çalışırken, bazıları dinsel inançların anlamsızlığını ve tutarsızlığını kanıtlamaya girişti. Öte yandan dilin kullanımının değişik bağlamlarda farklılaştığını vurgulayan bir eğilim, din felsefesindeki deneyci gelenekte de kişilik ve benlik gibi sorunların önem kazanmasına yol açtı.

İnsan deneyimine olağan bilimsel yaklaşımın sağladığından daha geniş bir bakış açısıyla ve metafizik önyargılardan arındırarak yönelme savındaki varoluşçu gelenekte ise fenomenolojik yöntem etkili oldu. Bilinç içeriklerini (fenomen, görüngü), bilinçten bağımsız bir dünyada onlara karşılık düşen gerçekliklerle ilgili hiçbir varsayımda bulunmaksızın betimleyip çözümlemeyi öngören felsefi fenomenoloji akımını izleyenler, değer yargılarından uzak betimleyici bir bilgi dalı olarak din fenomenolojisinin gelişmesine katkıda bulundular. Değişik dinlerin paylaştığı öğelerin (örn. dua, adak vb) ortak ve farklı yönlerini sergilemeye çalışan din fenomenolojisi, öncelikle bu öğelerin kaynağındaki insan gereksinmelerini ortaya çıkarmaya yöneldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder