Toplumsal Kurallar
1. Giriş
İnsanların toplum içinde yaşamaları, diğer bireylerle sosyal ilişkiler kurmaları, onlara bir takım yetkiler sağlar, bazı yükümlülükler ve ödevler getirir. Sosyal ilişkilerde beliren bu ödevler ve yükümlülükler toplumsal bir güce sahiptir. Yerine getirilmemeleri halinde toplumda tepki uyandırır, bazı durumlarda toplumu temsil eden otoritenin, yani devletin harekete geçmesine neden olur. Toplum halinde yaşayan insanların yerine getirmek zorunda oldukları ödevleri ve kullanacakları yetkileri belirten kurallara, sosyal düzen kuralları denilmektedir. Toplum yaşamını düzenleyen, başlangıçta aynı nitelikte sayılıp uzun bir evrim ve uğraşı sonucunda türleri birbirinden ayrılan sosyal kuralları başlıca dört grupta toplamak mümkündür. Bunlar, din, ahlak, örf ve adet, hukuk kurallarıdır. Görgü ve moda kurallarını da toplumu düzenleyen kurallar içinde kabul etmek mümkündür ancak, bu kısımda sadece yukarıdaki dört kural incelenecektir.
2. Din Kuralları
Din sözcüğü, Arapça’da üstün gelme, zorla isteğini yerine getirme, yargılama, hesap anlamlarına gelmektedir. Kur’an’da yüksek bir hakimiyetin emirlerine uymak, bağlanmak gibi anlamlarda kullanılmıştır. Sözcük anlamına uygun olarak din şu şekilde tanımlanmaktadır: “Genel olarak büyük ve üstün, insanın karşı koyamayacağı tabiat üstü ilahi bir varlık tarafından bazı şekiller altında emredildiği kabul olunan kural ve inançlardan oluşmuş bütüne din denir.” Bir başka tanıma göre ise din: “İnsanların, duygusal ya da bilinçli olarak bağlı bulundukları bir takım doğa üstü kudretlere ya da varlıklara inanması ve bunlara ibadet etmesidir.”Din, sadece insanla tanrı arasındaki ilişkiyi düzenlemez, insanın insanla ve toplumla olan ilişkileri konusunda da kurallar içerir. Hatta, hukukun başlangıçta çoğu kez dini ayinlerle ve usullerle karmaşık şekilde ortaya çıktığını gösteren kanıtlar mevcuttur. Hukukun kaynağı olmasının yanısıra, günümüz hukukunun din kurallarından
etkilendiği de bir
gerçektir. Ancak, günümüzde din kurallarının toplumsal yaşamdaki yeri, laiklik
ilkesinin çizdiği sınırlar içerisindedir. Bir başka söyleyişle hukuk,
kendi amaçlarına ve
laiklik ilkesine ters düşmediği takdirde dini uygulamaya izin vermektedir. Toplumda
dinin yeri, çeşitli bakımlardan incelenmelidir. Dinlerin hak ve adaleti
savunmaları; insanların iyi ahlaklı olmalarını, insanlara iyi davranmalarını,
insanlara saygı duymalarını sağlamaları, toplum yaşamına olumlu katkılarıdır.
Din sosyal bütünleşmenin korunmasında da önemli rol oynamaktadır. Dinin ayrıca
şu fonksiyonları yerine getirdiği de söylenmelidir:
- Din toplumun istikrarı ve devam edebilmesi için yardım eder.
- Yeni dinler toplum üyelerine, güç çevre şartları içinde varlığı sürdürme mücadelesi
için daima cesaret
vermişlerdir.
- Dua etmek insanların ruhsal baskılardan sıyrılabilmeleri için bir kurtuluş yolu sağlar. Dinsel törenler toplum dayanışmasını kuvvetlendirici araçlardır.
- Dinler meydana çıkışlarında sosyal düzene karşı bir eleştiri unsurunu getirmişlerdir.
Bazı düşünürlere göre ise din, toplumsal düzenin ayrıcalıklı sınıfı tarafından bu düzenin kutsallaştırılıp dokunulmaz kılınması amacıyla kullanılmaktadır. Napoleon’un bu konudaki sözleri şöyledir: “Din olmazsa bir devlette düzen nasıl korunabilir. Servet eşitsizlikleri olmadan toplum var olamaz; din olmadan da servet eşitsizlikleri olanaksızdır. Karnı tıkabasa dolu bir adamın yanıbaşında bir başkası açlıktan ölmekte ise, berikinin bu durumu kabullenmesi için bir yetkili makamın çıkıp ona “ne yapalım Tanrı’nın dileği böyle” demesi gerekir. Bu dünyada zenginler ve yoksullar olması gereklidir, ama öte dünyada, o sonsuzluk aleminde bölüşüm başka türlü olacaktır.” Marx’çı toplum kuramı da dinin belirli bir düzenin ideolojik gücü olarak kullanıldığını ileri sürer. Marx’a göre: “Din, bunalan insanın rahatlamasıdır; kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir çağın ruhudur, halkın afyonudur.” Dinin toplum yaşamındaki yerini incelerken üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus, dinin ayrılıkçı işlev de görebildiğidir. Tarih boyunca çeşitli dinlerin mensupları hatta aynı dinin farklı mezheplerininin üyeleri savaşmışlardır. Bu savaşların günümüzdeki unutulmaz örneği Bosna Hersek’de yaşanmıştır. Avrupa Birliği’ne alınmayışımızda dinin rolü önemlidir. Ülkemizde mezhep çatışmaları insanların yakılmalarına kadar uzanabilmektedir. Toplumsal ve uluslararası barışın sağlanması ve korunması, dinin insan sevgisini işleyen boyutunun güçlendirilmesiyle mümkündür. Dinin politik boyutunun ön planda tutulması, mevcut çatışmaların artarak sürmesinden başka sonuç doğurmayacaktır. Bir siyaset bilimcisi, dinin politik boyutunu şu şekilde açıklamaktadır: “Dinin çeşitli boyutlarından ilk akla geleni, ahlaksal yanıdır. Din doğrunun yanlıştan ayırtedilmesini öğretir… Din sayesinde bir işadamı vergi kaçırmamaya öğrenci kopya çekmemeye, politikacı oy satın almamaya, bürokrat da rüşvet almamaya yönelebilir… Ne var ki, son zamanlarda insanların dinin bu tür ahlaksal, manevi ve toplumsal boyutlarını ihmal ettikleri görülmektedir. Tam tersine, anlaşılan ve benimsenen, dinin politik boyutudur. Din politik fırsatlar da sunar. Çünkü bu alan, inancın yanısıra dinsel bir topluluğu da içerir. Bir dinsel topluluk ise politikacı için oyları alınabilecek kalabalıklar demektir…Dine bağlılık duygusunun sömürülmesi kendi başına kötü bir şeydir. Ama daha da kötüsü, dini insanları korkutmak ve kontrol altında tutmak için kullanmaktır. Bu durumda din, sevginin gücüne tanıklık edeceğine, güç peşinde koşma sevdasına tanıklık eder…Din ile devletin, din ile politikanın birbirinden ayrılması öğretisinin temelinde, kişilerin dini kullanarak insanları bölmesinden duyulan korku yatar…”
3. Ahlak Kuralları
Bireylerin ve toplumun belirli davranışları iyi veya kötü olarak nitelemeleri esasına dayanan ahlak kuralları aslında din kuralları ile içiçedir. Ahlak kuralları dini inançların sürdürülmesini; din kuralları da yaptırımlarıyla ahlak kurallarına uyulmasını kolaylaştırır. Bazı din kurallarının aynı zamanda ahlak kuralı olduğunu da görüyoruz. Hatta İslam dininin “Güzel ahlak” olduğuna işaret eden hadisler vardır. Ancak, aralarında farklar da mevcuttur. Din kuralları değişmezken ahlak kuralları değişebilir. Ayrıca ahlak kurallarının kaynağı ilahi olmayabilir. Ahlak kurallarının yaptırımını yani kurallara uyulmamasının sonuçlarını toplum belirler ve uygular, ilahi kudrete bırakmaz. Son olarak din kurallarıyla çelişen ahlak kuralları gelişebilir. Ahlak, bireysel ve toplumsal ahlak olarak ikiye ayrılır. Bireylerin insan davranışları hakkında iyi veya kötü şeklindeki değer yargıları bireysel ahlakı oluşturur. İnsanların birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen manevi nitelikte kural ve ilkeler ise toplumsal ahlak kurallarıdır. Genelde toplumun değer yargıları bireylerce benimsenir, ancak kişinin toplumunkinden ayrı ahlaki değerlere sahip olması da mümkündür. Bazen topluma aykırı gelen bireysel ahlaki değerlerin zamanla toplumca benimsendiği görülmektedir. Ahlak kuralları, din kuralları gibi, toplumsal barışı sağlama, toplumsal dayanışmayı güçlendirme işlevi görürler, toplumun dağılmasını, bölünmesini önlerler. Ahlaka sosyal ilişkilerde bir düzen öğesi olma gücünü veren temel etken ahlak kurallarının inandırıcı niteliğidir. Bu inandırıcı nitelik, gücünü düşünce alanında geliştirilen özgürlük, sorumluluk, vicdan, insan saygısı, fedakarlık, sosyal dayanışma gibi yüce ilke ve kavramlardan almaktadır. “Bu güçlü düşünsel içeriği ile ahlak; düşünür Spencer’in değindiği gibi ‘insan kuşaklarından miras kalan deneylerle oluşan bir kurallar bütünü’dür. Bu kuralların düzen sağlayabilmesi, bireylerin uslarında ve gönüllerinde yerleşmiş olması ile mümkündür. Bu nedenle gelişmemiş geri toplumlarda ahlakın tinsel bir güç olarak düzen sağlama etkisi yok gibidir. Çünkü eşitsizliğin, baskının ve kaba gücün egemen olduğu geri toplumda düşünsel yaşam güdük kaldığından; sorumluluğun yerini sorumsuzluğun, vicdanın yerini vicdansızlığın veya özellikle özgeçi (fedakarlık) ve sosyal dayanışmanın yerini bencilliğin (egoizmin) aldığı görülür.” Herşeyin maddesel açıdan değerlendirildiği böyle bir toplumda ise insan değeri en alt düzeyde kalır. Ülkemiz ne yazık ki bu gelişmenin tipik örneğidir. Aklına esenin silaha sarılabildiği, köşeyi dönmenin tek hedef olduğu bir toplumda ahlak kurallarından düzen beklemek boşunadır. İçinde bulunduğumuz durumdan çıkabilmek için insanlığın geliştirdiği ahlaki değerleri benimsememiz, özümsememiz gerekmektedir.
Toplumsal ahlak kurallarına aykırı davranışların, toplumda ne gibi olumsuzluklar yarattığını belirtmeye çalışınız.
4. Örf ve Adet Kuralları
Belirli davranış biçimlerinin toplumda yerleşmesi ve bu davranışların tekrarlanması zorunluluğu inancının yaygınlaşmasıyla örf ve adet kuralları oluşur. Bireylerin alışkanlıklarına benzer şekilde toplumların da örf ve adetleri vardır. Bu kurallar, kaynağının ve yaptırımlarının ilahi olmaması bakımından din kurallarından ayrılır. Ahlak kurallarının temelde bireysel değerler olmasına karşın örf ve adetler, toplumsal değerlerdir. Ayrıca, örf ve adette biçim, görünüş düzenlenir, ahlak ise zihniyeti temel alır.” Bu nedenle iyi niyetten doğmayan bir davranış, örf ve adetin istem ve gereklerine uysa da ahlaksal nitelik kazanamaz. Sözgelimi salt gösteriş için yardımda bulunan bir kimsenin davranışı örfe uygun kabul edilirken, ahlak bakımından bu davranış onanmaz.”Örf kavramı, bilmek ve tanımak anlamına gelmektedir. Adet ise izlene izlene alışkanlık haline gelen davranışları ifade eder. Örfün anlamında iyilik bulunurken adetler kötü alışkanlıklar şeklinde de görülebilir. İki kavram arasında fark bulunmasına rağmen bir arada veya tek başlarına yukarıda belirtilen anlamda kullanılmaktadırlar. Örf ve adete yerine töre de denmektedir. Örf ve adet kuralları, genel ve özel olmak üzere iki kategoride ele alınabilir. Toplumdaki herkesi ilgilendiren genel nitelikli kuralların yanısıra, belirli bir meslekle ilgili olan ve bu meslek mensuplarınca benimsenen özel nitelikli örf ve adet kuralları da vardır. Ayrıca, ülkenin belli bir bölgesinde veya ilinde sosyal ilişkileri düzenleyen yerel örf ve adetlerden de söz edilebilir.
Bir davranış
modelinin örf ve adet kuralı olarak kabul edilebilmesi için bazı şartları
taşıması gerekir. Bu koşullar şunlardır:
• Kesinlik
İlk koşul, örf ve adet kuralının anlam ve içeriği konusunda tartışma olmamasıdır. Örf ve adet kuralının anlamı toplum üyeleri tarafından açıkça bilinmeli ve benimsenmelidir.
• Akla uygunluk
İkinci olarak bu kurallar, akla uygun, kabul edilebilir olmalı, saçma olmamalıdır. Hemen belirtmek gerekir ki akla uygunluk ve saçmalık toplumdan topluma değişebilir; ama önemli olan kabul edildiği toplumun değerleridir.
• Süreklilik, eskilik
Bir davranış modelinin örf ve adet kuralı niteliğini taşıması için, sürekli şekilde, kesintisiz ve eskiden beri uygulanması gerekir. “Örf ve adet kuralının çok eski zamandan beri varolması ve uygulanıyor bulunması gereklidir. Öyle ki kuralın ne zaman ortaya çıktığını yaşayan herhangi bir kimse hatırlamamalıdır.”
• Genel inanç
Örf ve adet kuralının iyi, doğru olduğu inancının toplum üyelerinin bilincine yerleşmiş olması bir diğer koşuldur. İnsanlar, bu kuralların haklı olduğuna inanmalı, uygulanması zorlamaya dayanmamalıdır.
• Kanuna ve hukuk sisteminin genel esaslarına aykırı olmamak
Toplumsal ilişkileri düzenleyen örf ve adet kurallarının hukuk düzeni ile çelişmemesi gerekir. Yasalara ve hukuk sisteminin genel esaslarına aykırı kuralların örf ve adet kuralı olarak uygulanması söz konusu olamaz. Yukarıda açıklanan koşulların tümünün bir arada olması gerekmemektedir. Ancak süreklilik, genel inanç ve hukuka aykırı olmama koşullarının mutlaka varlığı aranmalıdır. Hukuk düzenine aykırı kuralların örf ve adet olarak kabul görmemesi, korunmaması, bu kuralların hukuka kaynaklık etmesi bakımından da önem taşımaktadır. Örneğin Medeni Kanunun 1. maddesine göre hakim, kanunda hüküm bulunmayan hallerde örf ve adete uygun karar vermekle yükümlüdür. Örf ve adet kuralı da bulunmuyorsa konunun çözümü hakimin takdirine bırakılmıştır. Ticaret Kanunu da
hakkında ticari bir
hüküm bulunmayan işlerde mahkemenin örf ve adete göre karar vereceğini
belirtmektedir (m.1). Ayrıca şu noktayı da vurgulamak gerekiyor: “Toplumda
geçerli örf ve adet kurallarına tamamen ters düşen ve toplum tarafından
benimsenmeyen yazılı hukukun, örf ve adet kuralları tarafından etkisiz hale
getirilmesi, kanunun ölü kanun niteliğini kazanmasına neden olabilir”.
Özellikle, hukuk düzenini başka ülkelerin yasalarını çevirerek oluşturan
ülkemizde, toplumsal yapımıza uymadığı için uygulanmayan bazı yasa hükümleri
vardır. Ancak bu durum istisnaidir, devletin koyduğu hukuk kuralları geçerlidir.
Hukukun üstünlüğü ilkesini sağlayabilmek için böylesi istisnalara yer vermemek
zorunludur. Kanun yaparken toplumsal örf ve adet göz önünde bulundurulmalı ya
da yeni kuralın örf ve adete göre daha uygar olduğu, daha yararlı olduğu
topluma anlatılmalıdır. Aksi takdirde imam nikahı örneğinde olduğu gibi
sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Bir davranış modelinin örf ve adet kuralı olarak kabul edilebilmesi için taşıması gereken şartları açıklayınız.
5. Hukuk Kuralları
Bireylerin toplumla, birbirleriyle ve devletle ilişkilerini, haklarını, yükümlülüklerini, ödevlerini düzenleyen ve uyulması kamu gücüyle sağlanan kurallara hukuk kuralları denir. Bireylerin canlı ve cansız varlıklarla ilişkilerini düzenleyen hukuk kurallarıda vardır. Ancak bu düzenlemeler de sonuçta kişilere yönelik olduğu için, bu yönü tanıma dahil edilmeyebilir.
Bir başka tanıma
göre: “Toplum üyelerinin haklarını ve hukuki ödevlerini gösteren, devletçe
belirlenen, sosyal dayanışmayı korumayı ve uyuşmazlıkları çözmeyi amaçlayan,
kişilerle devlet ve kişilerle kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen,
uyulması devlet tarafından sağlanan ve güvence altına alınan, hiyerarşik bir
sistem oluşturan esaslara hukuk kuralı denilir.” Yukarıda anlatılan din, ahlak,
örf ve adet kurallarının yetersiz kalması, hukuk düzenini geliştirmiştir.
Toplumu düzenleyen kurallardan en önemlisi ve en etkilisi hukuk kurallarıdır.
Hukuk kurallarını diğerlerinden ayıran temel özelliği, hukuk kurallarına aykırı
davranışların kamu gücü tarafından belirlenen yaptırımlarla ( müeyyidelerle)
karşılaşmasıdır. Bir başka söyleyişle, insanlar hukukun kendilerine yüklediği
yükümlülükleri kendi istekleriyle yerine getirmedikleri takdirde Devletin
yetkili organları, bu yükümlülüklerin zorla yerine getirilmesini sağlar. Hukuk
kurallarını ahlak ile örf ve adet kurallarından farklı kılan bir diğer yönü
ise, toplum
içinde zamanla
oluşmamaları, yetkili kamusal organlar tarafından yapılmalarıdır. Din
kurallarının ilahi kaynaklı olduğunu zaten bilmekteyiz. Ayrıca, “ahlak, ide
olarak iyiye; örf ve adetler, alışılagelmiş olanın sağladığı davranış
kolaylığına; din kuralları, mutlak iyi olan Tanrı’ya; hukuk kuralları ise
adalete yönelmiş olma ile belirginleşirler.” Hukukun adalete yönelmiş olması,
diğer kurallardan ayrılmasını sağlayan önemli bir ölçüttür. Toplumun düzeni,
güvenliği, eşitliği ve özgürlüğü hukuk kurallarıyla sağlanır. Ülkenin siyasal,
sosyal ve ekonomik yapısı hukuk kurallarıyla düzenlenir. Ayrıca, bir çok ahlak,
örf ve adet ve din kuralının hukuk kuralı halinde varlığını sürdürdüğünü
de eklemek gerekiyor.
Toplumsal ilişkileri düzenlerken bireysel yararlarla kamu yararı arasındaki
dengenin korunması, bireylere azami özgürlük tanınması, hukuk düzeninin
gelişmişliğinin göstergesidir. Hukuk düzeninin temel fonksiyonları şu şekilde
özetlenebilir:
• Hukuk düzeni barışı sağlar
Bireyler, toplum içinde yaşamlarını sürdürebilmek için, daha iyi koşullar elde etmek isterler. Bu sürekli bir çatışma kaynağıdır. Bu çatışmada hukuka düşen görev, bireylerin ve kümelerin güçlerini sınırlamak, birbirlerini yok etmelerini önlemek ve bunlar arasında adalete dayalı bir denge sağlamaktır.
• Hukuk düzeni güven sağlar
Hukuk düzeninden beklenen durumlardan biri de güven sağlamasıdır. Hukuk, toplum içinde, güçlünün zayıfı yok etmesini, güçlünün zayıfı ezmesini önler. Hukukun bu görevini yerine getirebilmesi için, hukuk düzeninin de güvenilir bir düzen olması gerekir.
• Hukuk düzeni eşitlik sağlar
Hukuk kuralları düzenledikleri durumları, eşit bir biçimde ele alırlar. Hukuk kuralları, bir bakıma eşitliğin korunmasına yararlar. Anayasalarda, yasa önünde eşitlik ilkesi yer almasa bile, hukukta eşitlik vardır. Eşitlik hukuka özgüdür, hukukun özünde vardır.
• Hukuk düzeni özgürlük sağlar
Özgürlük, ancak hukuk düzeni içinde söz konusu olabilir. Bu nedenle hukuka özgürlüğün ön koşulu denir. Hukuk düzen demektir. Düzenin bulunmadığı toplumda özgürlükten söz edilemez. Hukuk, sınırlı fakat sürekli bir özgürlük sağlar. Hukuk kuralları, bir şeyin yapılmasını veya yapılmamasını emreden, emredici hukuk kuralları; ilgililerce aksi kararlaştırılmadıkça uygulanan, tamamlayıcı hukuk kuralları; tarafların iradelerinin açıkça belirtilmediği hallerde konuların açıklığa kavuşturulmasına yardımcı olan, yorumlayıcı hukuk kuralları; hukuk alanında kullanılan kavram ve deyimleri açıklayan, tanımlayıcı hukuk kuralları olarak sınıflandırılırlar. Ülkemizde, Cumhuriyet sonrasında, İslam Hukuku esasları terkedilerek, Roma Hukukuna dayanan Kara Avrupası hukuk sistemi benimsenmiştir. Bu sürecin, 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu ile Borçlar Kanununun alınmasıyla başladığı söylenebilirse de Tanzimat dönemiyle, özellikle Fransız hukuk düzenini benimseyerek toplumu değiştirme çabaları başlamıştır. Bu dönemde Ceza Kanunu ve Ticaret Kanununun Fransa’dan alındığını görüyoruz. Cumhuriyet, İslam Hukukunu tamamen kaldırmak suretiyle bu gelişimi tamamlamıştır. Hukuk sistemimizi oluşturan kuralların tepesinde Anayasa yer almaktadır. Daha sonra uluslarası andlaşmalar, yasalar, kanun hükmünde kararnameler, tüzükler, yönetmelikler ve diğer idari düzenleyici işlemler ile yargı kararları gelmektedir. Örf ve adetler de yasaların öngördüğü çerçevede hukuk kuralı olarak uygulanmaktadırlar.
Özet
Toplum halinde yaşayan insanların yerine getirmek zorunda oldukları görevleri ve kullanacakları yetkileri belirten kurallara, sosyal düzen kuralları denilmektedir. Bunlar din, ahlak, hukuk ve örf ve adet kurallarıdır. Din sadece insanla Tanrı arasındaki ilişkiyi düzenlemez, insanın insanla ve toplumla olan ilişkileri konusunda da kurallar içerir. Din kuralları Hukukun kaynağı olmalarının yanı sıra, günümüzde hukukunu da etkilemektedir. Ancak hukuk, kendi amaçlarına ve laiklik ilkesine ters düşmediği takdirde dini uygulamalara izin vermektedir. Bireylerin ve toplumun belirli davranışlarını iyi veya kötü olarak nitelemeleri esasına dayanan ahlak kuralları, din kuralları ile iç içedir. Ancak ahlak kurallarının yaptırımını toplum belirler ve uygular, ilahi kudrete bırakmaz. Ahlak bireysel ve toplumsal ahlak olarak ikiye ayrılır. Bireylerin insan davranışları hakkındaki değer yargıları bireysel ahlakı oluşturur. İnsanların birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen manevi nitelikteki kurallar ise, toplumsal ahlak kurallarıdır. Belirli davranış biçimlerinin toplumda yerleşmesi ve bu davranışların tekrarlanmasının zorunlu
olduğu inancının
yaygınlaşmasıyla örf ve adet kuralları oluşur. Bir davranış biçiminin
örf ve adet kuralı
olarak kabul edilebilmesi için taşıması gereken koşullar kesinlik, ahlaka
uygunluk, süreklilik, eskilik, genel inanç, kanuna ve hukuk sisteminin genel esaslarına aykırı olmamak şeklinde sıralanmaktadır. Tüm koşulların birarada bulunması gerekmemekle birlikte, süreklilik, genel inanç ve hukuka aykırı olmama koşullarının varlığı mutlaka aranmalıdır. Bireylerin toplumla, birbirleriyle ve devletle ilişkilerini, haklarını, ödevlerini düzenleyen ve uyulması kamu gücü ile sağlanan kurallara hukuk kuralları denir. Din, ahlak, örf ve adet kurallarının yetersiz kalması, hukuk düzenini geliştirmiştir. Hukuk kurallarını diğerlerinden ayıran temel özellik, hukuka aykırı davranışların kamu gücü tarafından belirlenen yaptırımlarla karşılaşmasıdır. Ayrıca hukuk kuralları, diğer sosyal düzen kuralları gibi zaman içinde oluşmamakta, yetkili kamusal organlar tarafından yapılmaktadır. Toplumun düzeni, güvenliği, eşitliği ve özgürlüğü hukuk kurallarıyla sağlanır. Ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısı hukuk kurallarıyla düzenlenir. Toplumsal ilişkileri düzenlerken bireysel yararlarla, kamu yararı arasındaki dengenin korunması, bireylere azami özgürlük tanınması hukuk düzeninin gelişmişliğinin göstergesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder