Büyü
Dükkanı
Uzak diyarlardan birinde bir ülkede, yemyeşil
tepelerin arasında, kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile, baharda rengarenk kır
çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı. Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu
vadi “büyülü vadi” olarak anılırdı. Ona bu adı veren ise, vadideki ilginç bir
dükkan ile, bu dükkanda yaşananlardı. Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan
dükkanın adı “büyü dükkanı” idi.
Büyü Dükkanımdaydım sahibi, ak saçlı, ak sakallı
bir ihtiyardı. Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi. Bu nedenle dükkanın
dışarıdan görüntüsü, tıpkı bir ev gibiydi. Üç tarafında da yeşil çerçeveli
pencerelerin olduğu, tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya, bir verandadan
giriliyordu. İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış oldukça geniş bir
oda ile karşılaşıyordunuz. Büyük bir kütüphane, Üzerlerinde çok sayıda eşyanın
bulunduğu raflar, masa ve konsollar, dükkanın dört bir tarafını kaplıyordu. Ancak
bu kalabalık görüntü içinde çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu. Bütün
eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve bu estetik hiçbir zaman
bozulmuyordu. Büyü dükkanını çevreleyen pencereler, içerideyken bile günün
aydınlığına ve vadinin güzelliğine hakim olmanıza izin veriyordu. Dükkanın
içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı. Bu bölmede mutfak, banyo
ve yatak odası bulunuyordu. Dükkana gelen müşteriler, arka tarafa açılan kapıyı
daima kapalı görürlerdi.
Her insanın yaşamında çok istediği ancak sahip
olamadığı bir şeyler vardır ya da sahip olup kaybettiği şeyler. Bazen de sahip
olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler. İşte bütün bunlar, o ülkede yaşayan
insanların bir kısmı için, büyü dükkanına gelme nedeniydi. Bu dükkanda,
isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz. Müşteriler, hayal edebildikleri
her şeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler. Tabii, bedelini ödedikleri
takdirde. Her yerde olduğu gibi bu dükkanda da almak istediğiniz şeyin bir
bedeli vardı. Bu bedelin ne olacağı, dükkan sahibiyle yaptığınız pazarlık
sonucunda ortaya çıkardı. Ancak, büyü dükkanında yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden
biraz farklı olur ve pek çok müşteriyi şaşırtırdı.
Dükkan sahibi yaşlı adam, her sabah gün
ağarırken kalkar, kendine büyük bir fincan kahve yapar ve bir insanın
isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkanıyla gurur duyarak kahvesini yudumlardı.
Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da pencerenin perdelerini
sonuna kadar açarak, sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının
yardımıyla okumaya başlardı.
Büyü dükkanında satıcı olmak bilgelik isterdi. O
güne kadar dükkana gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemişti dükkan sahibi.
Herkes, çok istediği bir şeye sahip olmak uğruna onca yolu göze alarak gelir ve
mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı. Ama genellikle aldığı
şey, istediği şeyden çok farklı olurdu.
Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan başını
kaldırır, yolu gören pencereye bir göz atardı. Sabah dışarı baktığında, yağan
karın yolu iyice kapattığını gördü. Bu havada gelen giden olmaz diye düşünüp,
hüzünlendi. Büyü dükkanı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı. Ancak, yılda
birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu. Yaşlı adam, o günün de
bunlardan biri olmasından korktu. Nedense işsizlik içini ürpertmişti. Tam o
sırada uzakta bir karartı gördü. Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp
tekrar baktığında, bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı.
İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir
odun attı ve tam pencerenin karşısındaki sallanan koltuğa oturup, müşterisini
beklemeye koyuldu. Kış mevsiminin bu soğuk gününde epeyce üşümüş, yorgun düşmüş
olmalıydı. Kapının önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu.
İyice kulak kabarttı. Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak
seslerini ve onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı. Beklediği
kişinin ayak sesleri, ikinci basamakta kesilirdi. Müşteri çalmadan, kapıyı
açmamayı prensip edinmişti yaşlı adam. Çünkü hemen herkes o kapının önünde
durup, bir kez daha düşünürdü. Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa
olmuştu. O gün de aynı şeyi yaptı. Sonunda kapı çalındı. Açtığında, karşısında
soğuktan kızarmış elleriyle atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü. “İyi
sabahlar, girebilir miyim?” diye sordu müşteri.
Dükkan sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra,
ısınması için ona bir kahve ikram etti. Sessizce kahvesini içerken etrafı
seyreden adam, karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan
biri olduğunu düşündü. Herhalde o da müşterisini anlar, onun haklı isteğini
geri çevirmek istemezdi. Acaba büyü dükkanından çıkarken istediği gibi bir
alışveriş yapmış olacak mıydı? Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi.
Belki de dükkan sahibinin bir şeyler söylemesi gerekirdi. Ancak karşısında
sabırlı bir ifade ile müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının,
alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı. Bu sabırlı bekleyiş, onda hem
cesaret hem de yumuşak bir etki oluşturdu. Anlaşılan, başlangıç sözleri
kendisinden bekleniyordu. Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni
söyleyiverdi;
“Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim
buraya. İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkanınızda bulabileceğimi söylediler.
Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım.”
“İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir
miyim?”
“Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yani yolun
yarısını geçeli çok oldu. Söylemeye dilim varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım
galiba. Bu gerçeğe tahammülüm yok. Ben bugüne kadar ki hayatımı geri istiyorum.
Mümkün mü?”
“Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkanımda her
şey mevcut. Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için, bana geri
istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?”
Dükkan sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç
dünyasına döndürmüştü. Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaşamına ait
olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu. Bütün görüntüler, bir kargaşa ve
telaş içinde birbirlerine karışarak geçip gittiler ve geride yalnızca ıssız bir
hüzün bıraktılar.
Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan
müşteri, yaşlı satıcının sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi;
“Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım. Bunlar
için pişmanlık duyuyorum. Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım. Zamanı
hovardaca harcadım. Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor.
Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım. Dostlarımla konuşmayı denedim.
Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu, yardım etmeye
çalışanlar da. Ama hiçbiri kâr etmedi. Kendimi çok mutsuz hissediyordum.
Derken, bir gün birisi bana sizden ve büyü dükkanından söz etti. Bunu duyar
duymaz sanki içimde bir ışık yandı. Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size
geldim. Kendimi çok çaresiz hissediyorum. Lütfen elli beş yılımı bana geri
verin.”
“Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı
yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?”
“Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil. Ben
yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum. Eğer bir şansım daha olursa aynı
hataları tekrarlamayacağım.”
“Herhalde bunu çok istiyorsunuz.”
“Evet, hem de her şeyimi verecek kadar.”
“Peki, benim size vereceğim elli beş yılın
karşılığında siz bana ne verebilirsiniz?”
“Ne isterseniz?”
“Sanki bunun için her şeyden vazgeçmeye hazır
gibisiniz.”
“Hiç kuşkunuz olmasın. Şu anda sahip olduğum her
şeyden vazgeçebilirim. Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin.”
Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken,
kendini sallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı. Bir süre düşündü.
Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi. Büyü
dükkanına gelen kişiler, genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için
acele ederlerdi. Bu nedenle, yaşlı adam, pazarlığın başındaki düşünce
yolculuklarında yalnız kalırdı. Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine
yaradığını biliyordu. Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin
gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı;
“Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl
karşılığında bana her şeyinizi vermeye hazır olsanız da, ben sizden bir tek şey
isteyeceğim.”
“Dileyin benden ne dilerseniz.”
“Belleğinizi…”
“Anlamadım?”
“Belleğinizi dedim. Elli beş yılın yaşantısını
içinde barındıran belleğinizi istiyorum.”
“Ah evet anladım. İlginç bir bedel. Kabul
ediyorum. Tamam alın belleğimi.”
“Emin misiniz?”
“Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım.”
“Belleğinizi, içindeki her şeyle birlikte bu
dükkanda bırakıp gideceksiniz. Elli beş yılın tek bir anını
hatırlamayacaksınız, buraya neden geldiğinizi bile.”
“Daha iyi ya. Her şeye yeniden başlayacağım.
Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki.”
“O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya
tekrar gelirsiniz. Tabii o zaman benim yerime bir başkası size yardımcı olur.”
“Hayır hayır. Emin olun ki, şu dakika belleğimi
size bırakıp elli beş yılımı geri alacağım ve dükkanınızı bir daha dönmemek
üzere terk edeceğim. Ve yine söz veriyorum, şu ana kadar yaptığım hataların
hiçbirini tekrar etmeyeceğim.”
“İsterseniz başka sözler vermeyin. Çünkü, az
sonra, belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz.”
Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına
neden olmuştu. Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için birkaç saniye düşünmek
zorunda kaldı.
“Nasıl yani? Buradan çıktığımda hiçbir şey
hatırlamayacak mıyım? Sizinle konuştuklarımızı bile, öyle mi?”
“…………………………….”
“Yani hiçbir şeyi mi? Buraya neden geldiğimi,
sizin kim olduğunuzu ve hatta…”
“Ne yazık ki!”
Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna
geldiklerini hissediyordu. Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü
aydınlanma, pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü. Son sözleri
müşterisinin söylemesini istediği için bir süre sessiz kaldı ve bekledi. Bu
seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi. Onun aydınlanan
yüzünün ortasında parlayan göz bebekleri, yaşlı satıcı için, sessizliğin
içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi. Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu
yanıltmadı;
“Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum.
Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum. Belleğimden vazgeçemem. Bu
neye benziyor biliyor musunuz? Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları
karşılığında satın almasına. Çok ilginç bir insansınız. Bana, büyü dükkanından
almak istediğimden çok farklı bir şeyle çıkacağımı söylemişlerdi de
inanmamıştım. Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim, ancak
bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum. Size teşekkür ederim.”
“Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşça
kalın.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder