Konfüçyüs’ün asıl adı (Kung-Fu-Tse)’dir. Kısaca Kung-Tse (Üstat Kung) diye anılır. İ.Ö.551 de doğmuş ve 479’da ölmüştür. Çin tarihinin en büyük düşünürü ve siyaset kuramcısıdır. Düşünceleriyle, Asya’nın doğusundaki bütün uygarlıkları derinden etkilemiştir. Çin halkının iki bin yıl boyunca bağlandığı yaşam biçimi, değerler bütünü ve dinsel inançlar (Konfüçyüsçülük) adıyla anılır.
Konfüçyüs büyük olasılıkla yoksul düşmüş soylu bir aileden gelmektedir. Çok küçük yaşta babasız kalmış ve çocuk yaşta çalışmaya mecbur olmuştur. Yedi yaşında okumaya başlamış, on beş yaşında iken tüm eski bilgelerin eserlerini okumuş bulunuyordu. Yirmi bir yaşında artık ünü büyümüştü. Bu dönemde (Lu) da bir okul açtı. Meslek sahibi olmak isteyenleri okutmaya başladı. Konfüçyüs bir bilgin, bir devlet adamı, bir reformcu olduğu kadar da büyük bir öğretmendi. O, has metotları ile öğretimi halka indiren ve öğretmenliği bir meslek haline getiren ilk kişidir. Konfüçyüsten önce de Çin’de öğretim vardı. Fakat ne şekilde olduğu pek bilinmiyor. Hükümdarların ve asillerin çocuklarının özel öğretmenleri olduğu biliniyor. Devlet memurları da kendi büyükleri tarafından, o zamanki metotlara göre eğitilirlerdi. Konfüçyüsün asıl özelliği öğrencilerini seçmesindeydi. Kendisinden bir şey öğrenmek isteyenin kişiliğine bakmaz, ne ücret verirlerse onu alırdı. Soylu veya halktan kim olursa öğrenmek için başvuran kişiyi geri çevirmezdi. Böylelikle en fakirlerin bile kendisinden yararlanmalarını sağlardı, O’nun tek isteği iyi niyet ve zeka idi. Konuşmalarının toplandığı (Lun-yü-Felsefe Sohbetleri) adlı kitapta bu hususta şunları söylüyor: (Öğrenim için sınıf farkı yoktur.) (Birisi sadece bir topak kuru et getirmiş bile olsa ona ders vermekten kaçınmadım) ve devam ediyor, (Kim çalışıp çabalamaz ise ona peşin yardım etmeni, kim bir deyimi bulmak için uğraşırsa onu kendisine açıklamam, eğer ben bir köşeyi gösteririm de o, bunu öteki üç köşeye uygulayamaz ise bunu tekrarlamam). (Kim bunu nasıl yapabilirim demez ise onunla da ben bir şey yapamam) ve nihayet (Susmak ve anlamak araştırmak ve bırakmamak, insanlara öğretmek ve yorulmamak. Bunlardan başka ne yapabilirim) diyordu.
Konfüçyüs eski geleneklere çok bağlıydı, ödevinin yenilik getirmek değil, eski bilgileri yeni kuşağa aktarmak olduğunu söylemişti.
Ama bu söz belki sadece üzerine güvensizliği çekmemek için söylenmiştir. Çünkü genç soylular da yalnız bunu istiyorlardı, her türlü yenilik onlara tehlikeli ve kötü görünmekte idi.
Konfüçyüs’ün hayatı çok renkli geçmiştir. Pek çok hükümdara siyasal ve sosyal yardımları olmuştur. Tüm yaşamınca akıl ve adaletin egemenliğini kurmaya çalışmıştır. İnsanların mutluluğu için sonsuz bir fedakarlıkla çalışmış ve iyilik tutkuları içinde yaşamış bir bilgedir. Ne eski ve ne de yeni filozof ve ahlakçılar arasında hiç kimse onun kadar ün ve saygı kazanmış değildir.
“İlkbahar ve Güz” adlı eserini yazan Konfüçyüs, öğrencilerine söz ve doktrinlerini toplayıp yazmalarını vasiyet ettikten sonra yetmiş üç yaşında öldü.(479) Öğrencileri, bu vasiyeti tuttular ve onun söz ve doktrinlerini bir araya getiren şu üç kitabı yazdılar:
1. Tao-Ltio (Büyük okuma)
2. Tchoung-Young (Çevrede değişmezlik)
3. Zung-You (Lun-Yü-Felsefe Sohbetleri)
Bu kitaplar Konfüçyüs’ün derslerini dinlememiş, fakat onu Üstat tanımış olanlarından Meng-Tse (Mencius)’un kitabıyla birlikte, imparatorluğun tüm okullarında çocuklara öğretilmiş ve ezberletilmişti. Bunlar, Çinlilerin ahlak politika ve uygarlıklarının kuralı, kanunu olup kral tarafından bile değiştirilemezdi. Birçok yazar ve tarihçilerin görüşlerine karşın Konfüçyüs, bir din kurucusu olmaktan çok bir ahlakçıdır. Onun ahlakı: (Sonsuzcasına yüce, basit, duyulur, akıl ve doğanın saf kaynaklarından çekilmiş (süzülmüş) bir ahlaktır.) Konfüçyüs bu ahlak ilkelerini şu üç kanunda toplamıştır:
1. Ödevler kanunu
2. İnsan kanunu
3. Gökyüzü kanunu
Konfüçyüs’e göre bir insanın en büyük erdemi bilgisidir. Bilinmesi gereken şeylerin en değerlisi de (ÖDEV)dir. Ödevin gökyüzüne değecek kadar yüce bir derecesi vardır. (Burada gökyüzü deyimi ulusal Çin dininde salt (mutlak) varlık olarak kabul edilen gökyüzü tanrısını anlatır.) İnsan hayatı ödeve bağlıdır. Umulan ve istenilen her şey ödevden doğmuştur. Mutlu bir insan ödevini bilen ve her hareketinde ödevini kendisine kılavuz yapabilendir. Bir insan ancak ödevle ve ödeve baş eğmekle olgunlaşır. Bir insanın kendini olgunlaştırmasına (insan kanunu), ulaştığımız olgunluğu kavramamıza da, (Gökyüzü kanunu) denmektedir. Konfüçyüs, tüm eski Yunan Filozoflarından önce, ahlak ve politika doktrinlerine temel olarak (insanın kendini yetişkin bir duruma getirmesini) bir ilke olarak saptamıştır. Kendini ve üzerlerinde etkisi olan kişileri yetkin bir duruma getirmekten ibaret olan (Ödev kanunu)’nda keyfi ve değişici bir öğe yoktur. Zira insan organik hayatın olduğu kadar ahlaki hayatın ilkelerini de gökten almıştır. Konfüçyüs, olgun ya da ermiş bir insan için her şeyden önce kuvvetli, adil ve ılımlı bir irade önerir. Kuvvetli ruh, seven ve ödevi bilendir. Adalet doğrulukla ve hele kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına yapmamakla sağlanabilir. İnsani erdem, insanlığı sevmekle olanak kazanır. Bu sevgi hissi aileden, toplumdan, hükümete dek karşılıklı olarak uzamalıdır. Zaten yaratılışın temeli bu sevgi ve bunun doğurduğu olgunluktan ibarettir. Bir baba ile çocuğa, bir hakan ile ulusu, bir tanrı yani gökyüzü ile yarattığı varlıklar karşılıklı olarak aynı sevgiyi duymalıdırlar. Zira ( Bu alemin çıktığı biricik kaynak kendi aslında olgunluk bulunan gökyüzüdür. Tüm atalar gökyüzünden çıkmıştır. Bugünkü kuşağın kaynağı da atalardır.) Öyle ise birinci ödev gökyüzüne, ikici ödev de atalara sevgi ve saygıdır.
Konfüçyüsün özetlediği ahlaki ilkeler şu beş temel erdemden ibarettir:
1. En geniş bir şefkat (sevecenlik) anlamında kullanılan İnsanlık
2. Herkese eşit muamelede bulunmak ve herkese hakkını vermek olan Adalet.
3. İnsanlığı her çeşit gerilemelerden ve bozukluklardan kurtaracağı için, din ve törelere uymayı sağlayan Bilgelik.
4. Ruhun kurtuluşu ve tehlikeden korunmasını sağlayan Doğruluk.
5. İnsanı ikiyüzlülüğe ve yalancılığa götüren yapmacık tavır ve hareketlerden çekinmeyi emreden Sadakat ve İyi niyet’tir.
Genel çıkara hizmet amacını güden bu ahlak kuralları, herkesin anlayabileceği kadar açık, geniş kapsamlı ve insanidir. Dinsellik ile hiçbir bağıntısı yoktur. Konfüçyüs’ün metafizik sorunlarla pek uğraşmadığı anlaşılmaktadır. Çin felsefesinde Fou-Hi ve Lao-Tse’nin açtığı çığırdan sonra Konfüçyüs de metafizik sorunların insan zekasından üstün ve ulaşılmaz konular olduğunu telkin etmiş ve insan için daha yararlı olacağına inandığı ahlak öğretimine önem vermiştir. (Felsefe Sohbetleri) adlı kitabında öğrencisi Tseu-Lou der ki: (Üstadımızdan erdem ve yetenekleri ile seçkin bir adamın oluşumu için gereken nitelikler dinlenmiştir, fakat kendisinden insanın eksikliği (mahviyet, tevazu) ve göksel yol hakkında bir şey dinlenmemiştir.) Aynı kitabın bir başka yerinde de: (Ki-Lou ruhlara ve cinlere nasıl hizmet edilebilir? diye sordu. Üstat dedi ki, henüz insanlara hizmet edecek bir halde değilken ruhlara ve cinlere nasıl hizmet edilebilir? Öğrenci; öyleyse diyor, ölümün ne olduğunu sormama izin veriniz, üstat dedi ki, hayatın ne olduğu nasıl bilinebilir?
Konfüçyüs’e göre öncelikle hükümdarın kişiliği ve davranışları, ülkeyi iyi yönetmek açısından doğru olmalıydı. Zira toplumun hizmetinde olan üstün insanın ahlaki nitelikleri ona önderlik sıfatını kazandırıyordu. Erdem, sevgi, yüce gönüllülük gibi ahlaki nitelikleri kişiliğinde birleştirmiş olan hükümdarın yönetimindeki devlet, okuldan pek farklı değildi; hükümdar öğrencilerinin daha iyi birer insan olmalarına yardım etmeyi amaçlayan bir öğretmendi.
Konfüçyüs kendisini eski bilgelerin bir devamı ve onların doktrinlerinin bir yaygınlaştırıcısı sayar. Eserlerinde ve öğretilerinde evrenden ayrı bir tanrı her çeşit tensel şekillerden arınmış bir ruh ve bir ahret hayatı kabul ettiğine rastlanmaz. O, sosyal gerçeklere önem veren, her çeşit mistik eğilimlerden uzak bir devrimciye benzer. Kendisini peygamber olarak sunmamış, hiçbir mucizeye değer vermemiş olmasına karşın, O’nun sistemi Çin’de, Çin kültür ve uygarlığına bağlı doğu illerinde dinsel bir değer kazanmış ve kendisi nitelikle yüceltilmiştir.
Konfüçyüsçülük (Confucianisme), Konfüçyüs’ün öğretilerine dayandırılan ve Çin halkının iki bin yıl boyunca sürdürdüğü yaşam biçimi, dünya görüşü, siyasal ideoloji, toplumsal ahlak anlayışı ve bilim geleneğidir. Batılılarca geliştirilen Konfüçyüsçülük teriminin Çincede karşılığı yoktur, Konfüçyüsçülükle ilgili ilk bilgiler Avrupaya Marco Polo (1254-1324) aracılığıyla ulaştı. 17. yy’da Çin’e yerleşen katolik misyonerler Konfüçyüsçülük’ün Batı’da tanınmasını sağladılar, Konfüçyüs adının incedeki özgün biçimi (Kongfuzi)’yi Latinceleştirerek (Confucius) batıya aktardılar. Konfüçyüsçü geleneğin (ikinci bilgesi) olan (Mengzi)’yi de (Mencius) adıyla tanıttılar.
Konfüçyüs’ün, (Lu) vilayetinde bir gezinti yaparken, kendisinden 54 yıl önce doğmuş olan Lao-Tse ile görüştüğü rivayet edilir.
Netice olarak şuraya varabiliriz; Gerek Lao-Tse, gerekse Konfüçyüs, eski Çin geleneklerinden esinlenerek ve daha çok insan ahlakı ve toplum kurallarını öngören ilkeler ve öneriler getirmişlerdir. Diğer din kurucularından farklı olarak doğa üstü ve doğa dışı, yapıcı ve yönetici bir güçten bahsetmemişlerdir. TAO veya GÖKYÜZÜ deyimleri ile tüm doğayı kapsayan, bilinemeyen bir güçten söz etmişlerdir. Metafizik görüşlere ve düşünülere değinmekten gereğince kaçınmışlardır. Tüm Çin felsefesinde de ilk nedeni ya da yaratıcı gücü anlatmak için bir terim yoktur. Tanrı adı da yoktur. Çin’de hiçbir doktrinin vahiy yolu ile geldiği ya da ilham eseri olduğu ileri sürülmemiştir. Kişisel bir tanrı adı üzerinde de bir tartışmaya, incelemeye rastlanılamaz. Çin’de kilise, cami, havra gibi tapınaklar da yoktur. Din ve mezhep çatışmalarının olmayışı ve bütün Çinlilerin Taoizm, Konfüçyanizm ve Budizm gibi muhtelif din anlayışları içinde oldukları halde birbirleri ile çatışmamalarını da kurucularının aynı temelde birleşmiş olmalarında görürüz.
Taoizm ve bundan doğduğuna inanılan Budizm ile Konfüçyanizm arasındaki esas ayrıntıları şöyle açıklamak mümkündür:
Taoizm’de asıl olan Birey’dir. Her şey Birey için, Bireyin mutluluğu İçin yapılmalıdır. Hatta hükümdarlar bile bireyin mutluluğuna uğraşmalıdır. Bireylerin tümünün mutluluğu toplumun da mutluluğu olacaktır. Onun için Bireyler hiçbir çaba harcamamalı, gereksiz bilgi ve isteklerde bulunmamalıdır. Tao onlara her şeyi vermiştir. Onunla yetinmelidir. Hükümdar ve yöneticiler adalet ve sevgi ile onları yönetmelidirler.
Konfüçyanizm’de ise asıl olan Toplum’dur. Toplumun hatta insanlığın mutluluğu için çalışmalıdır. Bireyler toplumu mutlu kılmak için kendilerini eğitmeli ve yakınlarını, ilişkili oldukları kimseleri yüceltmeli ve topluma kazandırmalıdır. Bu onların görevleridir. Bu görev kendilerine doğuştan ve gökyüzünden verilmiştir. Hükümdar ve yöneticiler de Bireyleri toplum içinde topluma yararlı olacak yönde yetiştirmeli ve onları sevgi ile doğruluk ve adaletle yönetmelidirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder