Taocu Felsefe
Konfüçyanizm realistik ve politik bir felsefe geliştirmişken; Taoculuk (ya da Daoculuk), mistisizmle ve kutsal düşünceyle tanımlanabilir. Her ne kadar Chu – ang Tzu (d. M.Ö. 369) çok etkili başka bir Taocu düşünür olsa da; Lao Tzu, Çin’in kültür hayatındaki Taocu eğilimlerin en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Lao Tzu’nun hayatı hakkında, Konfüçyus’un daha yaşlı bir çağdaşı olduğunun dışında çok az şey biliyoruz. Gözden uzak bir yaşam sürdüğüne ve şöhretten kaçındığına inanılmaktadır. Lao Tzu’nun adı, ayrılmaz bir şekilde ünlü Tao-te-ching (‘Yolun ve Erdeminin Klasiği’)le bağlantılı olsa da, bu eseri kendisinin yazdığı şüphelidir. Muhtemelen öğrencileri tarafından yazılmıştır.
Tao-te-ching, Taocu felsefenin klasik metni olarak kabul edilir. Metin kolaylıkla anlaşılmaz ve çok büyük yorum problemleri sunmaktadır. Heraklit gibi Lao Tzu da genellikle ‘şaşırtıcı’ ve ‘anlaşılmaz’ görülmüştür. Tao-te-ching, en iyi şekliyle Çin tabiat felsefesine ve oluş felsefesine bir katkı olarak değerlendirilebilir. Böylelikle kendisini, pratik eğilimli Konfüçyus felsefesinden kesin bir tarzda ayırır.
Lao Tzu’ya göre en temel fikir, ‘tao’ dur. Bu ’sınırsız’, ’sonsuz’, ‘değişmez’, ‘zamandan ve mekandan bağımsız’ ve ‘biçim olduğu kadar kaos’ olarak tanımlanabilir. Böylesi etiketler, sadece taonun neyle ilgili olduğu konusunda bir fikir verebilir. Kurallara bakılırsa dil bunun için yeterli değildir; çünkü tao kavramsal olarak tanımlanamaz. Bununla birlikte Lao Tzu’nun tao üzerine düşünceleri, bizim Yunan doğa felsefesinden bildiğimiz soru ve cevaplarla birçok ortak yöne sahip gözüküyor. Anaximander, arche’nin apeiron, yani ’sınırsız’ ve ’sonsuz’ olduğuna inanmıştı. Şüphesiz tao ve apeiron arasında kesiş bir aile ligi vardır. Ananximander gibi, Lao Tzu, taonun yer ye gökyüzünden önce geldiğini, tüm varlık için kaynak ve dönüş noktası olduğunu iddia eder. Tao nun ‘dünyanın anası’, varlığın tüm çeşitliliğinin başlangıç noktası olarak görülebileceğini kanıtlamak için bir örneğe başvurur: Tao’yu; oluşun oluşu, var olan her şeyin temeli olan sınırsız iptidai güç olarak algılamamız mümkündür. Ancak başka bir yerde Lao Tzu, varlığın yokluktan geldiğini söyler. Burada ‘varlığın’ iptidai gücü olan Tao’yu varolan bir şey ya da nesne kılığına sokmaktan kaçınmak için ‘yokluk’ olarak tanımlanması gerektiğini kasdetmiş olabilir. Tabii bu tür yorumlar büyük oranda belirsizlikle doludur. Ancak bunlar mantıklı ölçüde, Lao Tzu’nun temel madde problemine Sokrates Öncesi doğa felsefeleriyle aynı şekilde yaklaştığını söyleyebiliriz.
Lao Tzu’nun evrensel adalete dair görüşü erken Yunan felsefesiyle açık bir şekilde paralel yönlere sahiptir. Lao Tzu, varlığımızda temel bir adalet ilkesinin Olduğuna inanmış gözükür: Bir şey haddinden fazla sıkıştırıldığında, bir tepki meydana gelir: ‘Nimetler felakete yüz çevirir, ve nimetler felaketlere dayanır.’ Bir şey en sınır noktasına kadar dayandığında, tam tersine döner. Çok fazla mutluluk mutsuzluğu doğurur. Aşırı mutsuzluk da mutluluğa dönecektir. Dolayısıyla, bir şey doğal sınırlarını aştığında, kibir meydana geldiğinde, ortada müdahale eden ve olması gereken ya da olacak olan düzeni sağlayan bir güç vardır. Heraklit de benzeri bir düşünceye sahiptir; 44. parçada (D:94) şunu söyler: ‘Güneş ölçeğini şaşırmayacaktır. Şayet; bu olursa, Adalet görevlileri bunun farkına varacaklardır.’ Sonuç olarak hem Lao Tzu, hem de Heraklit tanzim edilmiş bir varoluşu garanti altına alan kozmik bir adalet prensibini baştan kabul etmiş gözükürler.
‘Anlaşılması zor’ Lao Tzu’nun neden Konfüçyanizmin pragmatik sosyo – ahlaki düsturlarıyla çatışma halinde olduğunu anlamak zor değildir, Lao Tzu aynı zamanda açıkça Konfüçyen eğitim geleneğine karşı çıkmıştır. İnsanların çok fazla bilgi yerine, az bilgiyle yetinmelerinin daha iyi olduğunu; fazla eğitimin, sadece insanların ruhlarını yoldan çıkaracağını söylediği iddia edilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder