Bilgi edinme, insanın en temel güdülerinden ve
ayırt edici özelliklerinden biridir. Temelinde ister doğaya egemen olma arzusu
isterse dünyayı bilme ihtiyacı olsun, insanın her zaman ve her yerde bilgi
sahibi bir varlık olarak karşımıza çıktığı muhakkaktır. Başka deyişle bilginin,
hatta bilimin tarihi insanın tarihi kadar eskidir. Felsefe, ilk ortaya
çıktığında (M.O. VII. yy. Yunan dünyası) ilgisini doğal olarak bilen özne değil
bilginin konusu olan nesne üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu bakımdan ilk Yunan
filozofları haklı olarak "doğa
filozofları" olarak adlandırılırlar. Bunlar Thales (Tales,
M.Ö. VI. yüzyıl), Anaksimenes (M.Ö.VI.
yüzyıl), Anaksimandros (M.Ö. VI.
yüzyıl) gibi filozoflardır. Demek ki bu filozoflar varlık üzerine yönelmişler,
kendilerini çevreleyen doğanın yapısını anlamaya çalışmışlardır. Ancak, bu
arada doğayı bilmeye çalışan insanın ne olduğunu, hangi bilgi yetilerine sahip
olduğunu soruşturmamışlardır. Bu arada doğal olarak onun doğayı bilip
bilemeyeceğini de araştırma konusu yapmamışlardır.
Bilginin imkânına, kaynağına, sınırlarına ve
ölçütlerine ilişkin ilk soruları soran ve ilk tartışmaları başlatan filozoflar;
Herakleitos (Herakleytos, M.Ö.
540-475), Parmenides (M.Ö. VI.
yüzyıl), Demokritos (M.Ö. 460-362) gibi
daha sonraki Yunan filozoflarıdır. Bununla birlikte bilgi konusunun bir daha
ayrılmamak üzere felsefî düşüncenin gündemine gelmesi Sofistler (M.O. V. yüzyıl), Sokrates
ve onu takip eden Platon ve Aristoteles gibi büyük filozofların
döneminde olmuştur. 0 günden bu yana
bilgi sorunu üzerindeki tartışmalar zaman zaman, (örneğin; Kant'ta olduğu
gibi), felsefî düşüncenin tam merkezinde yer alarak varlığını sürdürmektedir.
Felsefenin,
insan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini ele alan dalına bilgi felsefesi (epistemoloji) adı verilir. Buna göre, bilgi
felsefesi, bilgimizin temel özelliklerini, kaynağını ve sınırlarını inceler. O,
belli bir bilgi türünü değil de, bilen özne ile bilinen nesne arasındaki ilişki
olarak görülen bilgi sürecini genel olarak ele alır; bilgi felsefesi, bu sürece
giren tüm öğeleri inceler. Şu hâlde, epistemoloji, bilginin genel
olarak ne olduğunu, nasıl ve ne
yollardan elde edildiğini konu alır. Buna göre, epistemoloji, bilen (özne) ile bilinen (nesne, genel olarak
varlık) arasındaki bağın ne şekilde kurulduğunu inceler. Epistemoloji, bundan başka, bilen öznenin kendi
zihninden bağımsız olan varlığı bilip bilemeyeceğini araştırır.
Filozofların
bilgi konusundaki araştırmaları, eski tarihlere kadar gider; fakat, bilgi
felsefesinin ayrı bir felsefe dalı olarak ortaya çıkışı ve gelişimi, daha çok,
Yeniçağ felsefesinde olmuştur. Gerçekten
de, felsefe, İlkçağ Yunan felsefesinde varlık felsefesi olarak başlamış ve ilk filozoflar,
evrendeki her şeyin kendisinden doğduğu maddî nedeni aramışlardır. İlk filozoflar,
insan aklının bu maddî nedeni bilebileceğinden hiç kuşku duymamışlardır.
Onların kendilerine ve insan aklına duydukları bu sınırsız güven, daha sonraki
filozoflarda da var olmaya devam etmiştir. Yani, Yeniçağ felsefesine kadar,
hemen hemen tüm filozoflar, insan zihninden bağımsız bir varlığın var olduğunu
savunmuşlardır. Bu filozoflar, ikinci olarak, insanın bu varlığı bilebileceğini
kabul etmişlerdir.
Oysa,
Yeniçağ felsefesinde, filozoflar, varlık hakkında bir iddiada bulunmadan önce,
insanın bilme kapasitesini analiz etmeye çalışmışlardır. İşte, bilgi felsefesi ya da epistemoloji, daha çok,
modern filozofların insanın bilme kapasitesine ilişkin söz konusu analizlerinin
sonucunda ortaya çıkmıştır.
Ek Bilgi İçin: Demokritos - Platon
Ek Bilgi İçin: Demokritos - Platon
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder